AKP günlükleri Türkiye gündemini sarsmaya devam ediyor. Nokta Dergisi tarafından tefrika edilen günlükler ilk kez AKP’nin içinde nelerin olduğunu göstermesi açısından büyük ilgi gördü.
Günlüklerin yayınlanmasından bu yana Nokta dergisinin internet sitesine erişim yasaklandı. Derginin elinde haberlerle ilgili tüm bilgi ve belgeleri, AKP avukatlarının adliye görevlileriyle bizzat gelerek tüm bilgisayarlardan ve internet sitesinden sildirdiğine tanık olduk.
Manifesto, günlükleri değerlendirmeye devam ediyor.
Bu kez tarih 31 Ağustos. Toplantıya Ömer Çelik, Numan Kurtulmuş, Taha Özhan, Erol Olçak, Lütfü Elvan, Taner Yıldız, Ali Sarıkaya, Hatem Ete, Efkan Ala, Ertan Aydın, Mücahit Arslan ve Mahir Ünal katılıyor.
AKP kurmaylarından itiraflar: “Duygusal vampirlik yaptık, İhvanlaştık”
‘AKP günlükleri’nin gördüğü ilginin kaynağında 13 yıldır iktidarda olan bir partinin aslında nasıl bir endişe ve korku içinde olduğunu göstermesi. AKP’nin 1 Kasım seçimlerinde nasıl bir strateji izleyeceği gündemiyle yapılan toplantı, bir nevi iç dökme ve AKP’nin problemlerini masaya yatırma toplantısı olmuş.
Toplantıda ifade edilen görüşler, AKP’nin toplumu nasıl bir algı ile yönettiğini açık olarak gösteriyor. Tam bir “siyaset mühendisliği” ile toplumun siyasal duyargalarına oynadıklarını açık olarak ifade ediyorlar. “Elimizde bir pipet, toplumdaki bütün duyguları sömürdük” diyerek ‘siyasal vampirlik’ yaptıklarını ifade eden konuşmalar AKP’nin gerçek yüzünü gösteriyor. Toplantıda söz alan Mahir Ünal’ın söyledikleri ibret verici.
Ne biz Pınarhisar günlerindeyiz ne de toplum 2002’deki düşüncelere sahip. Bu yüzden eski halimize dönmek diye bir şey söz konusu değil. 13 yıl boyunca öyle ya da böyle toplumu bir noktaya getirdik. Şimdi bir eşikteyiz. Mesele bu eşiği geçip geçemeyeceğimiz. 2002’de toplumun başka sorunları vardı. 150 yıllık mirasla biz bu sorunları 13 yılda bir hal yoluna soktuk. Bunu yaparken elimizde bir pipet, toplumdaki her duyguyu sömürdük. Buna psikolojide ‘duygusal vampirlik’ deniliyor.
Mahir Ünal
Kutuplaşma ve ‘Erdoğan sorunu’
AKP kurmaylarının toplantısında iki konunun altı çiziliyor. Birincisi kutuplaşma siyasetinin sonuna geldiklerini ikincisi ise Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP için de bir sorun olduğu. Bugüne kadar kutuplaştırma siyasetiyle karşılarına bir düşman yaratarak sürdürdükleri siyasetin sonuna geldiklerini kendileri de ifade ediyorlar. O yüzden artık bu çizginin işe yaramadığını, tersine kendilerinin devletleşip karşı aldıkları siyasi aktörlerin bu sefer güçlendiğini bilecek kadar siyaset cambazı olduklarını bir kez daha göstermiş oluyorlar. Aslında yaptıklarının ne olduğunu çok iyi biliyorlar. Ülkenin dönüşümü için karşı bir güç icat edip bu güce karşı mücadele görüntüsü altında varlıklarını sürdürmüşler. Deniz bitince ortada kalmışlar.
Bu nedenlerle yeni bir konsept belirlemek istiyorlar ve AKP’nin reformist bir partiye dönüşmesi gerektiğini ifade ediyorlar. Hatta İslamcı bütün hareketlere örnek olabilecek bir yeni konum… Sanırız ‘uyumlu-ılımlı İslam’ rollerine yeniden geri dönmek istemektedirler. Bunu söylerken bugünkü durumlarına dönük olarak çarpıcı bir tespit yapıyorlar: “İhvanlaştık”. Daha dün Rabia işaretleriyle sokakta gezenlerin bugün nasıl ‘u dönüşü’ yaparız hesapları içinde oldukları görülüyor.
Bu noktada siyaset tarzımızı değiştirip 2002’deki gibi AB’yi savunan reformist bir kimliğe dönüş yapabiliriz. Bu şekilde İslam dünyası için de bir çıkış noktası olabiliriz. Biz dünyadaki İslami hareketleri 2002’deki çizgimize çekmek yerine, biz onlara doğru bir kayış yaşadık, İhvanlaştık.
Ertan Aydın
İkinci konu ise, düzenin sorunu hale gelen Recep Tayyip Erdoğan’ın aynı zamanda AKP için de bir sorun başlığı haline gelmesi. Hatem Ete’nin sözleri AKP içinde Recep Tayyip Erdoğan’ın negatif rolünü ortaya koyuyor.
Siyasetin bu şahısla özdeşleşmesi durumu bizi bu noktaya getirdi. Şu an tek fay hattımız Erdoğan çizgisi oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu cendereden çıkmak için bir imkandı.
Hatem Ete
Koalisyonu Erdoğan bozdu
Aynı şekilde başka bir itiraf daha var. O da koalisyonunun Recep Tayyip Erdoğan tarafından bozulduğunun açık ifadesi. Partinin Erdoğan’a bağımlı olduğunu söylemeleri ise cabası.
Hatem Ete’nin sözlerinin devamı bu itirafın küçük bir bölümü:
Cumhurbaşkanı hala bir tek cümlesiyle toplumun yüzde 70’inin kanaatini etkiliyor. Koalisyon kötü bir şey dedi ve AK Parti’liler koalisyonun kötü olduğuna inandı. Eğer koalisyon iyi bir şeydir deseydi, aynı oranda AK Partililer koalisyonun iyi bir şey olduğuna inanacaktı. Son kertede, Cumhurbaşkanı siyasetten çekilmek istemiyor. 2011’den bu yana yaşanan türbülans da bizi bir yere götürmüyor. Önerilen şeyler bizi sadece parçalı bir yere götürüyor. Biz Erdoğan ne istiyor sorusunun cevabını tam bilemeden hareket edemiyoruz. Siyasetin kişiselleşmesi bizi sistem sorununa kilitliyor. Halkın derdi doların yükselişi, dış politika, özgürlükler olsa da biz “Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ı incitmeden nasıl yol alırız”a kafa yoruyoruz.
Hatem Ete
Son olarak dikkat çeken ise ‘Çözüm süreci’nin de yine AKP tarafından kilitlendiğinin ortaya serilmesi. Taner Yıldız ağırdan aldıkları her başlığın ayaklarına dolandığını ifade ediyor.
Ayrıca sosyal olarak önümüzde mesele bırakmayalım. Ertelediğimiz ne varsa dönüp dolaşıp bizi vurdu. Alevi ve Kürt meseleleri bunun en bariz örnekleri. 15 Nisan’da biz Çözüm Süreci’ni silahların bırakılması noktasına kadar getirebilirdik ama ağırdan aldık. Benzer şekilde kampanyada basın bizi hiç etkilemesin dedik ama basından en çok etkilenen parti olduk.
Taner Yıldız
İŞTE NOKTA DERGİSİNİN YAYINLADIĞI TUTANAKLARIN İKİNCİSİ
AK PARTİ 1 KASIM SEÇİM STRATEJİSİ TOPLANTISI
(KONUŞMA NOTLARI)
31.08.2015 tarihli toplantıya iştirak edenler:
Ömer Çelik, Numan Kurtulmuş, Taha Özhan, Erol Olçak, Lütfü Elvan, Taner Yıldız, Ali Sarıkaya, Hatem Ete, Efkan Ala, Ertan Aydın, Mücahit Arslan ve Mahir Ünal
ÖMER ÇELİK: Başbakan ile yapılan toplantı neticesinde 12 Eylül tarihli AK Parti Kongresi’nin ve 1 Kasım seçim stratejisinin ana hatlarını belirlemek üzere bu heyet görevlendirildi. Ayrıca belirlenen başlıklarda çalışmak üzere alt komisyonlar belirlenecektir.
Daha önceki seçim beyannamesi Cevdet Yılmaz tarafından yönetiliyordu. O ekibin çalışması neticesinde teknik, ekonomi ve kalkınma odaklı bir iş ortaya çıktı. Seçim beyannamemizin yine bu veriler doğrultusunda oluşturulacak bir çerçeve ile birlikte Başbakan’ın Kongre’de yapacağı konuşmadan oluşacak. Başbakan’ın bu siyasi konuşmasından Taha Özhan sorumlu olacak.
Dünkü toplantıda altı çizilen bir diğer nokta da özellikle gençlere ve kadınlara hitap edebilen “yeni bir siyaset dilinin kurulması”dır. Bunun başında da Mahir Ünal olacak.
Bu heyet içerisindeki herkes kampanyadan sorumlu olacak ama bu iki başlık önemli. Cevdet Yılmaz’ın, Taha Özhan’ın ve Mahir Ünal’ın çalışmalarına herkes kendi uzmanlık alanı doğrultusunda katkı sunabilir.
Daha netleşmemekle birlikte bir komisyonun daha kurulması düşünülüyor. “Güneydoğu’da kullanılacak dil”in belirlenmesi bu komisyona ait olacak.
Genel anlamda bir giriş yapmak gerekirse, kampanyamızın ana hatları nelerden oluşacak? Uzlaşma mı yoksa kamplaşma mı öncelenecek? Daha da daraltmak gerekirse toplumun hangi kesimleriyle uzlaşı hangi kesimleriyle kamplaşma yaratacağız?
Bir görüşe göre kamplaşma miadını doldurdu. Kamplaşmadan AK Parti olarak alacağımız aldık. Diğer bir görüşe göre ise seçim kampanyası STK ya da düşünce kuruluşu işi değil, o yüzden mümkün mertebe kutuplaştırma yaratılmalı.
Kampanyanın bir de reklam boyutu var. Daha önce bu kısmı Erol Bey yönetiyordu. Şimdi Mücahit Arslan reklamcılar ile bu heyet arasındaki koordinasyonu yönetecek.
“DUVARA TOSLAMA İHTİMALİMİZ ÇOK FAZLA”
TAHA ÖZHAN: Gündem maddelerine geçmeden önce önemli bir husus var belirtmem gereken; bizim burada yaptığımız çalışmalar işin bir boyutu, diğer boyutu ise bunun yürütücüsü olan vekil adayları, belediye başkanları, il başkanları, vs. Bu kişilere yönelik bir günlük dahi olsa bir koordinasyon toplantısı düzenleyip, belki beyanname ve stratejiyi bir hap haline getirip bu kişilere aktarmamız gerekiyor. Bu toplantı sahada çok daha verimli bir şekilde çalışmamızı sağlar.
ÖMER ÇELİK: Beyanname ve strateji ortaya çıktıktan sonra ilgili kişileri Ankara’ya davet edip iki günlük temel noktaların anlatıldığı bir etkinlik düzenleyeceğiz.
MAHİR ÜNAL: Farkında olarak ya da olmayarak koalisyon görüşmeleri esnasında biz AK Parti olarak gerilim ve uzlaşı arasındaki dengeyi çok güzel oturttuk. Yerine göre Anayasa ve Çözüm Süreci gibi konular üzerinden uzlaşmayı, toplumun kamplaştığı alanlarda da gerilimi iyi bir şekilde yönettik.
TANER YILDIZ: Bu heyet Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasındaki dili koordine eden bir çalışma yürütecek mi? Bu ortak dili tesis edebilirsek, buradaki başlıkların her biri daha verimli hale gelebilir. Çünkü tabanımız bizim yüzümüzden bir kafa karışıklığı yaşıyor. Bunu çözmeden yola çıkarsak duvara toslama ihtimalimiz çok fazla.
“BAŞBAKAN ÖNE ÇIKARSA, CUMHURBAŞKANI DAHA FAZLA ÖNE ÇIKMAK İSTEYECEK”
ÖMER ÇELİK: Hem bu partinin kurucusu olması, hem bu hareketin lideri olması hem de geçmişindeki deneyim itibariyle Cumhurbaşkanımıza sınır çizmek zor bir iş, doğru da değil. Cumhurbaşkanı’na en yakın isim Başbakanımız. Onlar en iyi birbirlerini tanıyorlar. Biz kendi işimizi doğru yaparsak, onları da ikna etmiş oluruz. Hem bu şekilde tersten iş görmemiş oluruz. Bu konuyu mümkün mertebe çatışma haline getirmeyelim. Ahmet Davutoğlu AK Parti’nin, Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin lideridir.
MÜCAHİT ARSLAN: Her ikisine de şöyle böyle yap demek pratik sonuç üretmez. Bizi dinlerler ama siyaseten bildikleri gibi yaparlar. Çok açık bir şekilde iddia ediyorum; eğer 7 Haziran öncesi yaşanan gerilimin yarısı dahi bu kampanyada yaşansa biz 3-4 puan kaybederiz. Gerilim aynı şiddetle devam ederse yüzde 35’in altına ineriz.
Bu noktada benim önerim şudur: Başbakan profili düşürüp buradan çıkan çalışmayı yani ekip çalışmasını öncelerse Cumhurbaşkanı kendisini gösterme ihtiyacı hissetmez. Eğer tersi olursa, Başbakan kendisini göstermek isterse, Cumhurbaşkanı da daha fazla ön plana çıkmak isteyecektir. Başbakan kendisini geri planda tutarsa biz bu seçimi çok rahat kazanırız. Sorun da kendiliğinden çözülmüş olur.
TANER YILDIZ: Yani güçlü Cumhurbaşkanı, güçlü Başbakan şiarımızı terk mi edeceğiz?
MÜCAHİT ARSLAN: Bazı konularda ısrarcı olmamak lazım. Üç dönem kuralını parti içerisinde en çok destekleyenlerden birisiydim ama ileride başımıza iş açacağını da söyledim. O zaman bana 15 yıl sonranın problemi dediler ama sayılı gün çabuk geçiyor. Bu seçimde üç dönem kuralında da ısrarcı olmamak gerekiyordu.
EROL OLÇAK: Güçlü Başbakanlık ve Güçlü Cumhurbaşkanlığı gibi kavramlar halk tarafından tasvip edilmiyor. Güçlü kelimesinin sakıncalı bir algılanışı söz konusu. Halk bunu kendine güçlü yani otoriter bir eğilim olarak algılıyor.
“İKİSİ DE BU SEÇİMİN BİZİM SON ŞANSIMIZ OLDUĞUNU BİLİYOR”
EFKAN ALA: Her ikisine de bizim için faydalı olacak şeyleri listeleyip sunalım. Hazırlığımızı yapıp şunları şunları yaparsanız oy kaybederiz, şunları şunları yaparsanız oy kazanırız diyelim. Bu şekilde ikna edebiliriz. Bu çalışmayı araştırmalarla da destekleyelim. Halkın isteği bu şekilde dersek dinlerler. Yüksek profil ve düşük profil konuları da buna dahil. Böyle bir çalışma yaparsak, her ikisi de bu seçimin bizim son şansımız olduğunu biliyorlar, bunun bilincinde hareket ederler. İbrahim Uslu ve İbrahim Dalmış ilgili çalışmaları yapsınlar.
ÖMER ÇELİK: Bu heyet ayrıca araştırmalarda ve anketlerde sorulması istedikleri soruları hazırlasın. Akşamları bu konu hakkında herkes düşünsün ve bize yazılı olarak teslim etsinler.
Toplantının gündem maddeleri şu şekildedir:
Cumhurbaşkanı’nın seçim kampanyasında konumlandırılması
Diğer siyasi partilere ve siyasi kimliklere verilecek mesajlar
AK Parti’nin geçmişi ve geleceği arasında kurulacak bağ
Devlet dilinden sıyrılıp gelecek ve hizmet diline geri dönülmesi
(Özellikle CHP vaatlerin tadını aldı. Bu seçimde de artırarak devam ettirecekler. Bizim de vaat işini başka bir boyuta taşımamız gerekiyor.)
Bu noktada söz alacak bütün arkadaşlardan özellikle belirttiğim başlıklar altında somut öneriler getirmelerini bekliyoruz.
“HİÇ BİR DÖNEM BU KADAR ENDİŞELENMEDİM”
NUMAN KURTULMUŞ: 18 yıllık parti geçmişimde ben hiç bir dönemde bu kadar endişelenmedim. AK Parti’nin geleceği ve toplum-AK Parti ilişkisi açısından tarihi bir noktadayız. Hem önümüzdeki kongre hem de seçim kampanyası bir harp stratejisi gibi profesyonelce planlanmalı. 2011 sonrası dönemde AK Parti ruhu zayıfladı. Bu ruhu tekrardan diriltmemiz lazım.
Cumhurbaşkanı-Başbakan ikilemi noktasında yaşanan sürecin Fazilet ve Saadet Partisi’nde yaşananlarla çok benzer gittiğini belirtmem gerekiyor. Fazilet Partisi’nde Erbakan Hoca’dan kopmak kazancın adresiydi çünkü hem taban hem de parti dinamiği bu şekilde şekillenmişti. Fakat AK Parti’de yaşanacak olası bir fikir ve gönül ayrılığı ne bir toparlanamaya yol açar ne de bu tartışmadan bir iktidar çıkar.
Bizi bir arada tutan bir testi işlevi görüyor şu anda AK Parti. Eğer bu testi kırılırsa, içinde ne olduğundan bağımsız bir şekilde dağılırız. Bunları telaşlanmanız için değil riski görebilmeniz için söylüyorum. Cumhurbaşkanı kampanya başında önce sahaya çıkmayacağını belirtti. Sonra 7-8 yerde açılış yapayım dedi, daha sonra da iş iki günde bir mitinge döndü. Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki ilişki Özal-Yılmaz ilişkisi değil. Dava – gönül dostluğu bize bir çıkış yolu çıkaracaktır.
Bizim çalışmalarımız çok profesyonel oluyor. İşin içine biraz ruh katmamız gerekiyor. Bir çok konuda çok mekanik hareket ediyoruz.
Demokrat Parti, ANAP ve AK Parti’nin ilk yılları hep bir çatışma ve kamplaşma üzerine kuruluydu. Fakat ayırt etmemiz gereken nokta şu ki; bu çok insani bir mücadeleydi. Bir hak savaşı veriliyordu. Ben şahsen 28 Şubat sürecinde verdiğimiz mücadeleden inanılmaz bir haz duydum. Peki, bugün biz kime karşı mücadele veriyoruz?
Karşımızda tam olarak tanımlanmış bir özne olmadan kamplaşma yoluna başvurmamalıyız. Hedefi belirlersek, halkı bu konu üzerinden yanımıza çekip mücadelemizi sonuna kadar verebiliriz.
Hak ve özgürlükler konusunda biz üstün eli kaybettik. Alevi ve Kürt meseleleri başta olmak üzere “Mükerrer insan” ve “Hazreti insan” bakış açısıyla yeni bir dil inşa etmeliyiz.
Ekonomi konusunda biz çok başarılı olduk ama zenginleşmenin yönünü topluma çevirme notasında yani zenginliğin topluma yayılma noktasında sınıfta kaldık. Fakirin içinde bulunduğu ruh halini görmezden geldik. 7 Haziran seçimlerinde vaatlerimiz noktasında çok fazla devletin ve finans dünyasının bakış açısıyla baktık. Bu eksiğimizi CHP tamamladı. Aynı şekilde taşeronlaşma konusunu biz görmezden geldik. Bu alanların hepsinde CHP’nin söyleyeceği bir söz vardı.
Toplumsal bütünleşme konusunda da patinaj çekmeye başladık. Alevi-Kürt meselesinde bir yere kadar gelebiliyoruz ama son noktayı koyamıyoruz. Kendi içimizde dahi toplumun bazı kesimlerinin devlette yer almaması gerektiğini düşünen arkadaşlar var. Bu bakış açısı bize kaybettiriyor.
Barışçıl bir dış politika tasavvuruna ihtiyacımız var. Özellikle Suriye meselesinde artık gelinen noktada kazanan taraf diye bir şey olamaz. Artık Suriye’ye barışı getiren bir taraf olabilir. Bu noktada biz barışı sağlayan aktör olarak bu seçime gidebiliriz. Yeni Orta Doğu ve yeni bir barış dili herkesin kolayca sahipleneceği bir şey olur. Araştırmalar da gösteriyor ki en çok eleştiri aldığımız konuların başında geliyor Suriye politikası. Bu değişiklik bize yeni bir dinamizm kazandırır.
7 Haziran kampanyasında HDP’ye vurdukça büyüttük, sağcı reflekslerimiz bize zarar verdi. Beyanname uzun olmasın, herkesin anlayabileceği bir formatta hazırlayalım. Yarım dakikalık hazırlanacak animasyonlar TV’lerde saatlerce verilen mitinglerden çok daha etkili olacaktır. AK Parti’nin vizyonunu ve kavgasını açık bir şekilde ortaya koyan simitçinin ve hamalın “işte benim partim bu” diyebileceği bir dinamiğe ihtiyacımız var.
“TOPLUMDAKİ HER DUYGUYU SÖMÜRDÜK. ‘DUYGUSAL VAMPİRLİK’ YAPTIK”
ÖMER ÇELİK: Siyasi dil açısından kapalı bir topluluğa dönüştük. “Kürt sorunu yoktur” söylemi bize kaybettirmedi ama Kur’an Meali ve Kobani meselesinde sonra Kürt oyları blok olarak HDP’ye kaydı. Bu noktada gerçeklikle bizim bakış açımız, algımız ve düşüncemiz arasında bir cari açık var. Özellikle kadınlarda Bülent Arınç’ın kahkaha mevzusu hala derin bir şekilde duruyor. Bundan sonra söz alacak arkadaşların siyasi kimliklere, kadınlara, gençlere ve partilere verilecek mesajlar konusunda daha somut öneri getirmelerini rica ediyorum.
MAHİR ÜNAL: Benim ufak bir itirazım olacak. Ne biz Pınarhisar günlerindeyiz ne de toplum 2002’deki düşüncelere sahip. Bu yüzden eski halimize dönmek diye bir şey söz konusu değil. 13 yıl boyunca öyle ya da böyle toplumu bir noktaya getirdik. Şimdi bir eşikteyiz. Mesele bu eşiği geçip geçemeyeceğimiz. 2002’de toplumun başka sorunları vardı. 150 yıllık mirasla biz bu sorunları 13 yılda bir hal yoluna soktuk. Bunu yaparken elimizde bir pipet, toplumdaki her duyguyu sömürdük. Buna psikolojide ‘duygusal vampirlik’ deniliyor.
Bizim parti olarak gerçeklik algımız bozuldu. Toplumu doğru bir şekilde okumaktan yoksunuz. Yaptığımız açıklamalar havada kalıyor. Gündemi belirleyemiyoruz fakat gündem bizi belirliyor. AK Parti’nin ilk günlerinde topluma ve tarihe yaslanan adamlar vardı. Şimdi biz bu adamlara yaslanmaya başladık. Şu an yaşadığımız en temel problemlerden bir tanesi budur.
ÖMER ÇELİK: Biz parti olarak enerjimizin yüzde 70’ini kendi iç meselelerimize, ancak yüzde 30’unu ise dışarıya harcamakla meşgulüz. Bu eşiği aşmamız gerekiyor.
“DEMOKRATLIĞIMIZ SIĞ BİR İSLAMCI DİLE HAPSOLDU”
ÖMER ÇELİK: Muhafazakarlık devletçilik oldu. Demokratlık da sığ bir İslamcı dile hapsoldu. Zenginleşme konusunda da AK Parti zamanında 10 kat zenginleştik fakat bu zenginliğin huzurunu çıkaracak bir ortam vermediniz eleştirisi yapılıyor. Daha somut teklifler üzerinden yürütürsek toplantıyı daha çabuk yol alırız. Ayrıca kongreye de odaklanarak yapalım konuşmalarımızı.
TAHA ÖZHAN: Kampanyanın dağınık görünmesinin sebebi bir önceki kampanyanın bir iki saatte çöpe atılmasıdır. Kampanyanın başlığı bile (ikinci atılım dönemi) bir anda yok oldu. Sonrasında da başı ucu belli olmayan dağınık bir gündemimiz oldu.
Ayrıca, “yeni siyaset dili” kavramının istesek de istemesek de varacağı yer “Yeni AK Parti” retoriği olur. Bence bir sıkıntı yok çıkmasında fakat üç aşağı beş yukarı bu konunun nereye varacağını herkes tahmin edebilir. Buna da kimsenin cesareti olduğunu zannetmiyorum.
MÜCAHİT ARSLAN: Yeni bir dil inşa edelim ama buna yeni demeyelim. Yeni deyince herkes eskiden bir kopuş olarak algılıyor.
TAHA ÖZHAN: Yeni derken Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın sürekliliğine vurguyu da ihmal etmeyelim. Biz bu gerilimi bir önceki kampanya hazırlığı sırasında ön göremedik. Şimdi ağzımız yandığı için daha dikkatli davranabiliriz.
ÖMER ÇELİK: 7 Haziran seçim beyannamesinin takdim bölümünde Cumhurbaşkanı’na atıf yoktu. Bu büyük bir hataydı. Bu yetmezmiş gibi kendisine “daha önceki beyannamelerde de Abdullah Gül’e atıf yoktu” denilmiş. Bu da doğal olarak daha kötü sonuçlar üretmiş. Söylemek istediğim verilen mesajlarla karşılıklı bir alınma oluşuyor. Bunlar realite, bahsettiğimiz kişiler partinin ana kolonları, buradaki çalışma ile bunu yönetmemiz gerekiyor. Bu konuda herkesin hassasiyet göstermesi lazım.
“BİZİM SÖZÜMÜZÜN HÜKMÜ KALMADI”
MAHİR ÜNAL: Kampanyaya başlamadan önce öncelikle “Biz Kimiz?” sorusuna bir yanıt aramamız gerekiyor. Yola muhafazakar demokrat kimliğimizle çıktık. Bu bizi tanımlıyordu çünkü bir devlet deneyimine sahip değildik. Şimdi kim olduğumuz o günden daha net gözüküyor. Kim olduğumuzu bilmeden ve belirlemeden topluma bir şey önerebilir miyiz? Ömer Bey’in ifade ettiği bozulan gerçeklik algımızı bu şekilde düzeltebiliriz.
Selahattin Demirtaş “ey AK Parti, terörle arana mesafe koy” diyor. Normalde çok komik bir açıklama ama toplumda inanılmaz bir karşılık buluyor. Medya bu aktörden gelen her şeyi toplumsal algıya dönüştürebiliyor. En basitinden “bu bir seçim hükümetidir, koalisyon hükümeti değildir” lafını bile doğru dürüst anlatamadık millete. Bizim sözümüzün hükmü kalmadı. Bunun en temel sebebi toplumsal algıda yaşananları olan biteni doğru anlayamamamız.
Eskiden laik kesimden bize mikrofon uzatıp “siz laik misiniz?” diye sorarlardı. Şimdi biz aynısını HDP’ye karşı yapıyoruz.
Kısacası, iki günlük çalışmayla biz kim olduğumuzu ve ne istediğimizi ortaya çıkarırsak, o zaman hangi kimliğe hangi mesajı vereceğimizi daha rahat bir şekilde ortaya koyabiliriz.
Yine eskiden seçimlere 6 ay kala biz genç, kadın, vs. bütün kesimlerin ne istediğini bilir ve ona göre bir seçim ve hükümet çalışması düzenlerdik. Bu yetimizi kaybettik çünkü artık verilen mesajı anlamıyoruz ya da verilen mesajlar artık işimize gelmiyor. Bunu anlamak için bizden olmayan kişilerle oturup dinlememiz gerekiyor.
“CHP’NİN HER VAADİ BİZİM GÜNDEMİMİZ OLACAK”
TAHA ÖZHAN: CHP’nin her vaadi bizim gündemimiz olacak. Bundan artık kaçış olduğunu düşünmüyorum. Eskiden bu olmuyordu çünkü siyaset sahnesinde başka bir mücadele vardı. Biz haklı bir mücadele veriyorduk ve diğer partiler bizim verdiğimiz mücadeleye muhalefet ediyordu. Bütün bu mücadele alanları birer mayındı ve biz onları teker teker patlattık. Ortalığı temizledik. Siyaseti herkesin kullanım alanına açtık ama kendimiz bu alana ayak uyduramadık. Normalde yine kamplaşma yaratabiliriz çünkü toprak bütünlüğü dahil hiç bir partinin aynı fikirde olmadığı bir sürü başlık var. Buradan çok daha büyük kavgalar da çıkabilir ama ne burası bunun yeri ne de bunun için yeterli donamımız var. Devir artık ekonomi-politik devri. CHP bunu gördü bu yüzden bu seçimlerde daha derin vaatlerle geleceklerdir. Bizim bu vaatlerle yarışacak karşı vaatlerimiz olmalıydı. Bu seçimde de vaatlerimiz yarıştırmazsak biz yine CHP’nin gündemine hapsoluruz.
ÖMER ÇELİK: Zafer Çelik Bakanlar Kurulu’na defalarca teklif getirdi. Orada popülizm yapmama kararı alındı. Yanlış ve anlamsız bir karardı.
TAHA ÖZHAN: CHP’liler 35 saat boyunca bize ters düşecek tek bir başlık açmadılar, teklif dahi etmediler. CHP belli bir standart yakaladı ve buradan devam edecektir.
Uzlaşma konusunda da bir yol alınamayacağını, siyasi gerilimin devam edeceğini düşünüyorum çünkü ne yaparsak yapalım, ne vaat edersek edelim HDP bizi yeterince demokrat bulmayacak. MHP’de sert bir şekilde yolsuzluk iddialarını dillendirmeye devam edecek.
Gençler konusunda somut bir öneri olarak +2 vekil çıkardığımız yerlerde, mesela Malatya gibi yerlerde, son sıraya gençleri koyalım. Seçilmeleri çok önemli değil. Aynı sırada iş adamları geziyor. Onların yerine sahada gençler olsun.
MÜCAHİT ARSLAN: Seçilemeyecek yerlere bir sonraki dönemde aday göstereceğimiz isimleri yerleştirmek de önemli bir strateji. Potansiyel kişilerden böyle bir liste ile çıkarsak bir sonraki döneme deneyim aktarmış oluruz.
TAHA ÖZHAN: Gençlik kollarındaki kişiler kafelerde sokaklarda kendi gibi adamlarla çok rahat iletişime geçebiliyorlar. Genellikle buluşma öncesinde onlar ortamlarını yapıyorlar. Sonra vekil adayı geliyor çok yapmacık muhabbetler dönüyor. Oysa ki o genç kendisi aday olsa, oralarda sosyalleşse çok daha faydalı bir iş yapmış oluruz. Her ilde 28 yaşında genç bir kızın dolaşması parti imajı açısından inanılmaz bir yarar sağlayacaktır.
NUMAN KURTULMUŞ: Fazilet Partisi’nde 50 kişilik yönetimde 15 kişilik dar gelirli bir kadromuz olurdu. Eczacı, lokantacı, esnaf mahalle ile hemhal olan kişiler oranın gündemini partiye ve siyasete daha rahat bir şekilde taşıyabiliyordu. CHP bugün bizden daha çok toplumun içinden konuşabiliyor.
EFKAN ALA: Peki nasıl oluyor da o zaman oy alamayan hareket bugün yüzde ellilere geliyor?
NUMAN KURTULMUŞ: Çünkü o zamanın siyaseti farklıydı. Çevre şimdi merkeze taşındı ve aktörler değişti.
ÖMER ÇELİK: Hala felsefi düzeyde konuşuyoruz. Somut önerileri alalım. Partiler, kimlikler, beyanname, vaatler, hak ve özgürlükler, ekonomik vaatler, Başbakan’ın Kongre konuşmasının ana ekseni, Kürt meselesi, devletleşme eleştirileri, HDP ve MHP ile girilen negatif ilişki, bu durumdan faydalanıp rahat rahat siyaset yapan CHP, bunların her birine cevap üretmemiz lazım. 7 Haziran kampanyasında bu soruların cevabı olmadığından tanka tüfeğe sardık. Sovyetik bir görüntü verdik halka. Kampanyamız Kürtlere etki dahi etmedi.
“MUHALEFETLE İLİŞKİMİZ MEKKE MÜŞRİKLERİ GİBİ”
ERTAN AYDIN: Bizim siyaseten ne ifade ettiğimiz ve neyi temsil ettiğimiz konusunda bir tanımlamaya ihtiyacımız var. Cumhurbaşkanı siyaseten istisnalar oluşturarak Carl Schmitt çizgisinde hareket ederken, Başbakan iletişimsel bir yaklaşımla Habermasçı bir çizgi izliyor. Bizim yaşadığımız gerilimde her ikisinin siyasetten ne beklediği konusundaki ayrımdan kaynaklanıyor. Birinci çizgi ‘güç ihtiyacı’ ile varlık bulurken, ikinci çizgi ‘sempati ihtiyacı’ ile hareket ediyor. Bu fark bizim siyasetimizde iki damar olarak vücut buluyor ama bizim hareket alanımızı kısıtlıyor. Bunu bilerek hareket edersek her ikisini de kendi çizgisinde modifiye etme imkanına sahip olabiliriz. Cumhurbaşkanı’na sahip olduğu pozisyon itibariyle bir ‘baba’ figürü, Başbakan’ı ise daha çok partilerle münakaşaya giren bir figür belirleyebiliriz. Bunu yaparken her ikisinin de üslubunu dikkate alarak yapmamız gerekiyor.
Biz 7 Haziran’da kaba bir üsluba sahiptik. Bunun yerine yeni dönemde daha nazik bir üslupla hareket etmemiz gerekir.
Ayrıca, biz mücadelemizi dinselleştirdik. Muhalifler bize saldırdıklarında artık sadece bize değil dinimize ve kutsalımıza da saldırmış oluyor. Çünkü bu ilişkisinin doğasını biz böyle kodlayarak hata yapıyoruz. Muhalefetle ilişkimizi sanki Mekke dönemi müşrikleriyle ilişki gibi sunuyoruz. Ümmetçilik yüzünden Alevileri baştan hedef skalamızdan çıkarıyoruz. Bu sürdürülebilir bir gerilim değil. Bu ideolojimiz ya iflas edecek ya da buradan bir çıkış yolu bulacağız.
Bu noktada siyaset tarzımızı değiştirip 2002’deki gibi AB’yi savunan reformist bir kimliğe dönüş yapabiliriz. Bu şekilde İslam dünyası için de bir çıkış noktası olabiliriz. Biz dünyadaki İslami hareketleri 2002’deki çizgimize çekmek yerine, biz onlara doğru bir kayış yaşadık, ihvanlaştık.
Ruhban okulunun açılması, Cemevlerinin tanınması ve hatta cinsel kimliklere yaklaşım da dahil olmak üzere AK Parti’yi yeniden konumlandırmalıyız. HDP çok rahat ve esnek bir dile sahip. Bu şekilde akıllıca yeni dönemin siyasi dinamiklerini belirleyebiliyor. Gezi’de başlayan bu gerileyişin önüne geçmek gerekir. Orada bir temel hak ya da ağaç için mücadele eden herkesin arkasında siyasi bir gündem olduğu var sayımı ile hareket ettik.
Kısacası, yeni bir mücadele yöntemine ihtiyacımız var. Daha az konuşup güncel zamana uygun çıkışlar yapmalıyız. Gençlerin dünyasını yakalayacak yeni bir durum yaratmalıyız.
TANER YILDIZ: En büyük paradoks bu çalışmaları seçim zamanı yapıyor oluşumuz. Seçim zamanı tüm bu yenilenme çalışmaları sahicilikten çıkıyor ve bir seçim yatırımı olarak algılanıyor. CHP’nin vaatlerine biz başta Mehmet Şimşek cevap versin dedik ama Başbakan konu hakkında açıklama yapınca olay başa çıkılamaz bir hal aldı.
MÜCAHİT ARSLAN: Seçimde her parti eşittir. Herkesin açıklaması bizim Genel Başkanımızı bağlar. Sonuçta seçime Başbakan olarak değil AK Parti Genel Başkanı olarak giriyor.
TANER YILDIZ: AK Parti hükümeti ile Genel Merkez arasında bir koordinasyon eksikliği var. Vaatle ve dil konusunda her iki organ da farklı fikirlere sahipti. Bu konunun üzerine ivedilikle gidip şeffaf bir şekilde AK Parti hükümeti ile Genel Merkezi aynı noktaya getirmemiz gerekiyor. Kimse kimseyi AK Parti’li olmamakla ya da gerçeklikten kopuk olmakla itham etmemeli.
Ayrıca sosyal olarak önümüzde mesele bırakmayalım. Ertelediğimiz ne varsa dönüp dolaşıp bizi vurdu. Alevi ve Kürt meseleleri bunun en bariz örnekleri. 15 Nisan’da biz Çözüm Süreci’ni silahların bırakılması noktasına kadar getirebilirdik ama ağırdan aldık. Benzer şekilde kampanyada basın bizi hiç etkilemesin dedik ama basından en çok etkilenen parti olduk.
GEÇMİŞ CUMHURBAŞKANLARI BİZİM KULLANDIĞIMIZ DİLİN AYNISINI BİZE KARŞI KULLANMIŞ OLSAYDI, AK PARTİ 1992’DE İKTİDARA GELİRDİ
FARUK ÇELİK: Siyasette sorun çözme pratiği önemlidir. Kobani meselesi yaşanırken bana bırakın Urfa’da sınıra duvar işini üç ayda çözeyim dedim. Ben hem STK hem de özel sektörle bu işi halledecektim. Hem olay bu kadar da büyümeyecekti. Fakat devlet yapısıyla karşılık vermeye kalkınca inanılmaz hantal bir şey çıktı oraya. Maliye Bakanlığı yeni yazı yazdı. Başbakanlık’tan hala yazı gelecek konuyla ilgili. Kısacası sorunlarımızı devletleşmeden halledelim.
Kürt-Alevi-Roman meselelerimiz var. Çok yol kat ettik fakat CHP seçilebilir bir sıradan aday göstererek işi bitirdi. Siyaseti bunun üzerine bina etti ve eminim bizden daha çok oy almıştır.
Yaşam tarzına müdahale algısı hala devam ediyor. İki ayda ne yapabiliriz bilmiyorum ama bir şeyler yapıp toplumu rahatlatmamız gerekiyor. Bizim toplumda çok ciddi bir imaj ve üslup problemimiz var. Emin olun, geçmiş Cumhurbaşkanları bizim kullandığımız dilin aynısını bize karşı kullanmış olsaydı, AK Parti 2002’de değil, 1992’de iktidara gelirdi. HDP’ye karşı kullandığımız dil bizi dibe çekiyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve tüm parti kadroları S. Demirtaş’a yüklenince ayrımcılığın mağduru haline geliyorlar. Çözüm olarak bizim esnememiz lazım. Siyasette şaka, fıkra, anı anlatılmaz mı? Yapması kolay ama yapamadığımız için problemin ana kaynağı olarak durmaya devam ediyor. Şu an bütün olumsuz argümanlar Cumhurbaşkanı üzerinden gidiyor. O bütün bu eleştirilere manifesto gibi üstten konuşmalarla ve yazılarla cevap vermeli. Bun bu şekilde Cumhurbaşkanı’na anlatalım.
MÜCAHİT ARSLAN: Bir şeyi söyleyip kurtulmak başka bir şey, çözüm üretmek başka bir şeydir.
FARUK ÇELİK: Biz Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın kadrolarını biliyoruz. Herkesin potansiyellerini biliyoruz. Rakipleri de bunu biliyor ve bunun üzerine oynuyorlar. Buna karşı biz burada ne geliştireceğiz. Açık açık örgütlemezsek bizden bir adım önde hareket etmiş oluyorlar.
7 Haziran’da vekil kaybettiğimiz 21 tane il var. Bunların dokuzunda Saadet ile ittifak yaparak vekil kazanabiliriz. Toplamda bunun gibi 30 il belirleyip kampanya ağırlığını buralara verip, gençler, yerel aktörler ve söylem üzerinden 276’ı bulabiliriz. Biz yola +30 vekil şiarıyla çıkarsak rahat kazanabiliriz.
Çok fazla miting yapmamıza gerek yok. Belirlediğimiz 30 ilin 14’ünde yapsak kafi. Yani her bölgede iki büyük miting yapabiliriz. Geriye kalan 10 ilde de ilçe çalışması yaparız. Manisa’nın dört beş önemli ilçesinde Başbakan çalışma yapar.
Güneydoğu için ayrı bir kurul oluşturup buraya uygun bir dil belirlenebilir. Bölgede yanyana gelemeyecek herkesle görüşmeler yapılır, bir ilişki oluşturulur, bunlar arasında (mesela HAKPAR VE HÜDAPAR) bizim listeye sokabileceğimiz isimleri tayin edip adı konmamış bir işbirliği yapabiliriz.
Beyanname yerine taahhüt diyelim ya da halkın anlayacağı bir formata sokalım. Bütün sosyal katmanların kucaklayabileceği bir şey üretelim. Kongre ile bunu ilan edip Türkiye’nin dört bir yanına dağıtalım.
Kadın meselesine sadece aday olarak odaklanıyoruz. Kampanyanın her alanında kadınları kullanmamız lazım. Özellikle genç kızları sahaya sürmemiz gerekiyor.
MHP son dönem tavrıyla birlikte baraj altında kalabilir. Bunu ilan etmeden ülkücü tandanslı adaylarla MHP’den oy alabiliriz. Nuri Bülbül, Ramiz Ongun, Rıza Müftüoğlu gibi MHP’den dışlanmış ama halkta karşılığı olan isimleri partiye kazandırabiliriz. MHP tabanında bizimle koalisyon yapmadıkları için müthiş bir birikim mevcut.
“KASETTEKİ GİBİ MHP KENETLENEBİLİR”
TAHA ÖZHAN: Ne yapacaksak MHP’yi tahrik etmeden yapmalıyız. Yoksa kaset krizinde yaşandığı gibi tabanı MHP’de kenetlenebilir.
Kritik konularda birbirimizle anlaşarak konuşalım, Cumhurbaşkanı ve Başbakan da dahil. Cumhurbaşkanı’na her kritik meselede “biz böyle düşündük, siz ne emredersiniz?” diye soralım. Bu mekanizma kurulmazsa, hapı yuttuk demektir.
Sendika ve STK’larla ilgili “biden olan” gibi garip kategori oluşturduk. Bu çok yanlış, bunlarla profesyonel bir ilişki kuralım.
Kongrede il il toplanıyorlar çok ayrıksı bir görüntü çıkıyor ortaya. Herkesi karışık oturtalım.
EFKAN ALA: Seçimin bir konusu olmalı. Bu da ekonomi üzerine bina edilmeli. Gence, emekliye, işsize bir vaadimiz, bir sözümüz olmalı. Muhalefete verilecek mesaj ise ikinci ya da üçüncü gündemimiz olmalı. Siyasi polemik işin esası değil ama mecburi kısmıdır.
Kısa bir şekilde ifade etmek gerekirse geçmişte ne yaptığımız değil, gelecekte ne yapacağımıza odaklanmalıyız. İnsanlar seçimlerde geleceği satın alıyor. Geçmişi yüzüne vurduğumuzda bende sana yüzde 50 verdim diyorlar ki haklılar.
Sahada işe yarayacak bölgesel ve kilit mevzuları kapsayan 10’ar cümlelik spot kullanıma hazır argümanlar geliştirelim.
Yaşadığımız sıkıntılara bir isim vermek gerekirse; “Başarının Yönetilememesi”dir. Ayrıca, geldiğimiz durumda bizi yeniden motive edecek, ne üzerinde birliktelik kuracağız konusunu kavramsallaştıralım. Mesela Alevi reformu bizi heyecanlandırmıyor. Bu gibi konuları paket haline getirip öyle sunalım. İslam dünyasına örnek teşkil etme mevzusu da bizi heyecanlandırabilir. Bu şekilde somut reform alanlarını oluşturalım.
Belediyeler konusunda açık ve öz eleştirel olalım.
Asgari ücret konusunda anormal bir durum var. Bunu kabul edip iyileştirme sözü verelim.
“Halk ne diyor?” konusunda sadece araştırmacılar konuşsun. Biz kendi entelektüel ve dar çevremizden etkilenip gerçekliği göremiyoruz.
2.500 dolar gelirli bir toplumla 10. 000 dolarlık bir topluma vaat edeceğiniz reformlar arasında bir farklar var. Bunu gözeterek hareket edelim.
Medya yönetimi başlı başına bir iş. Kendi haline bırakılınca bize maliyet üretiyorlar. Bambaşka alanlara kayıyoruz. Sadece bu konu ile ilgilenen bir birim bile kurabiliriz.
“KARNIM AÇ’ DİYENE ‘SANA DUBLE YOL YAPTIK’ DEMEK KOMİK”
LÜTFÜ ELVAN: Önümüzde karamsar bir tablodan ziyade iyi durumu nasıl olurda daha iyi getirebiliriz diye bir resim var. Konuya bu şekilde yaklaşmak daha iyi olur.
CHP kampanyası başarılı filan olmadı. Etkisi varsa da çok düşük.
Bizim kurduğumuz komisyonlar iyi iş çıkarıyor. Öncelikle Kongre’ye odaklanalım. Temel ilkelerimizi ortaya koyup acelece işe koyulalım.
Beyannamede bir sıkıntı yaşadık. O yüzden buradan ne sonuç çıkarsa Cumhurbaşkanı ile danışalım ve son halini o şekilde verelim.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ı birleştiren bir dil benimseyelim. Hatta bu paketin içine A. Gül’ü bile sokabiliriz. Toplumda böyle bir beklenti var.
Evrensel demokratik ilkelerle çatışmadan milli kavramını kullanabiliriz. MHP baraj altı kalabilir.
Güneydoğu’da bize karşı müthiş bir karşı propaganda var. Kürt, Genç ve Sol kesim yapılan operasyonları seçim yatırımı olarak değerlendiriyorlar.
DAEŞ ve PKK’ya karşı net tavrımızı açık bir şekilde koyalım.
AB vurgusunu ve Batı’nın bir parçası olduğumuzu sık bir şekilde belirtelim.
Yolsuzluk, israf ve makam araçları gibi mevzuları kongrede net bir şekilde belirtelim. Gerekiyorsa belirttiğimiz hassasiyetlere uymayan kişilerin kapı dışarı edileceğini belirtelim.
Genç ve Kadın mevzusunda Türkiye’nin dönüşümünü hesaba katarak vaatlerimizi gözden geçirelim. Son kertede, karnımız aç diyen birisine sana duble yol yaptık demek komik oluyor.
Selahattin Demirtaş ODTÜ’de nasıl karşılandı, hepimiz gördük. Özgürlükçü bir yaklaşımla gençleri kazanmalıyız. Demokrasi konusundaki zikzaklarımız bize kaybettiriyor.
Geleceğe yönelik insanlarda olumsuz bir tutum var. Halka bizim umut aşılamamız gerekiyor. Ana temamız umut ve vaatlerimiz olmalı. Muhalefete sadece bir iki cümleyle vurup geçelim.
Sektörel, özellikle tarıma yönelik, paketlerimiz olmalı. Adaylarımız bunu halka rahat bir şekilde anlatabilmeli. Adaylarımız ve Belediye Başkanlarımız 7-8 yıl önceki argümanlarla hareket ediyorlar ama yeniliğe açıklar. Hemen satın alabiliyorlar.
İnsanların gönüllerini kazanalım. Her gittiğimiz yere oy istemek için değil, bazen sadece hasbihal etmeye gidelim. Aynı taşıma adamlarla toplantı üstüne toplantı yapmanın hiç bir getirisi yok.
Bizim ekonomi kurmayları dışında bir ekonomi ekibimiz olsun, ekonomik vaatlerimizi bir de onlara danışalım. Dışarıdan bir göz her zaman için iyidir.
25 yapısal dönüşüm planımız biz halka anlatamadık. Bunların her birini halkın diline dönüştürelim.
Belediyelerden halka çok fazla vaat yapılıyor fakat bunları hayata geçirecek imkandan yoksunlar. Bu kapsamda Büyükşehir yasasını gözden geçirebiliriz.
7 Haziran sonrası yaşananlar bir kitapçık haline getirilebilir.
“ŞU AN TEK FAY HATTIMIZ ERDOĞAN ÇİZGİSİ OLDU”
HATEM ETE: 7 Haziran’ın üzerinden üç ay geçti. Bizim performansımız üç ay öncesine göre daha iyi bir yerde. Kamuyla iletişimiz açık, bütün araştırma verileri elimizde. Kampanyaya getireceğimiz somut değişiklikler ve öncelik sıralaması ile birlikte iyi sonuçlar alabiliriz. Fakat bütün bunları yapınca iktidar olabiliyor muyuz sorusunun yanıtına şüpheyle bakıyorum. Bizim temel yapısal sorunlarımız var. Herkesin konuşmasında bir şekilde bahsettiği ya da etrafında durduğu problemimiz: Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın ilişkisi. Toplumdaki AK Parti imajını da bu belirliyor.
Bizim son dört yılda yaşadığımız bir siyasetsizlik problemi var. Topluma ne diyoruz? Ne vaat ediyoruz? Önceleri bu sorunun cevabı basitti: Vesayet, kalkınma, milletin iktidara gelmesi gibi başlıklarla bunu anlatabiliyorduk. Herkesi ortak kesen bir gündemimiz vardı. 2011 seçimlerini de işte bu sorunlar ortadan kalktı ve artık inşa zamanı diyerek kazandık. 7 Haziran’da ise biz sadece statükoyu, yani beni seç çünkü ben daha yönetirim dedik.
Yapısal problemlerimizle yüzleşemezsek yol alamayız. Toplumun şu an en önemli fay hattı Cumhurbaşkanı’nı sevenler ve ondan nefret edenler. Erdoğan 200 yıllık bir rüyayı gerçekleştirdi. Erdoğan’a karşı olanlar aslında onunla öncülüğünde gelen pakete saldırıyorlar ama sosyolojiyi karşılarına almak işlerine gelmediği için doğrudan Cumhurbaşkanı’na saldırıp bütün paketi hedeflemiyormuş gibi gösterebiliyorlar. Cumhurbaşkanı ise çıkışlarıyla kendisini saldırıya açık bir hedef haline getiriyor.
Siyasetin bu şahısla özdeşleşmesi durumu bizi bu noktaya getirdi. Şu an tek fay hattımız Erdoğan çizgisi oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu cendereden çıkmak için bir imkandı. O günlerde de yen, başbakan kim olacak tartışmaları yaşanırken biz yeni siyaset ve tasfiyeden inşaya açılan bir kapı olarak değerlendirdik. Yeni Türkiye’yi Erdoğan’a kurdurtmamak lazım diyenleri biz Erdoğan’ı siyaset üstü yani Türkiye liderliğine alarak sakinleştirecektik. Bu şekilde, bir kavga verince bütün yük Erdoğan’ın omuzlarındaydı ve AK Parti’de bir kurumsallaşma gerçekleşmemişti. Değişimle birlikte parti de kurumsallaşacaktı. Bütün alternatif isimler bu kategori üzerinden değerlendirildi. Açıkçası Davutoğlu ile birlikte güzel bir imkan doğmuştu.
Sonra arada bir şeyler oldu ve biz erken umutlandığımız anladık. İşlerin planladığımız gibi gitmediğini görmüş olduk ve seçime de bu türbülansla girdik.
Hukuk nasıl ki kişiler değil olgular üzerinden hareket ederse siyasette tam tersine aktörler üzerinden yapılır. Her şeyde aktöre bakılır. Milletin yararına olan şeyler, maddeler, teklifler, bunların hepsi ana probleme odaklanmadığımızda farazi kalıyor.
“CUMHURBAŞKANI SİYASETTEN ÇEKİLMEK İSTEMİYOR”
Hatalarımızdan ders çıkarabiliriz ama asıl sorun olduğu gibi yerinde duruyor. Kendi içimizde bu sorunu halletmeden bizim her vaadimizle kendi ayağımıza sıkmış oluyoruz. Her meseleye Cumhurbaşkanı ne diyecek, Başbakan ne diyecek diye bakıp enerjimizi harcıyoruz.
Cumhurbaşkanı hala bir tek cümlesiyle toplumun yüzde 70’inin kanaatini etkiliyor. Koalisyon kötü bir şey dedi ve AK Parti’liler koalisyonun kötü olduğuna inandı. Eğer koalisyon iyi bir şeydir deseydi, aynı oranda AK Partililer koalisyonun iyi bir şey olduğuna inanacaktı.
Son kertede, Cumhurbaşkanı siyasetten çekilmek istemiyor. 2011’den bu yana yaşanan türbülans da bizi bir yere götürmüyor. Önerilen şeyler bizi sadece parçalı bir yere götürüyor. Biz Erdoğan ne istiyor sorusunun cevabını tam bilemeden hareket edemiyoruz. Siyasetin kişiselleşmesi bizi sistem sorununa kilitliyor. Halkın derdi doların yükselişi, dış politika, özgürlükler olsa da biz “Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ı incitmeden nasıl yol alırız”a kafa yoruyoruz.
ÖMER ÇELİK: Her iki aktöre de rol biçemeyiz, bunun çok ağır bir durum olduğunu hepimiz biliyoruz ama bu böyle devam edecek. Bizim derdimiz buradan bir pozitiflik çıkarmak olacak. Vatandaşın ne istediği ile onların karakter ve konumların harmanlayacağız.
“AK Parti kaybetti ama fakında değil” çok yerinde bir 7 Haziran değerlendirmesi. 1 Kasım ya bu tespiti tescilleyecek ya da biz yolumuza devam edeceğiz.
CUMHURBAŞKANI BAŞBAKAN’IN, BAŞBAKAN CUMHURBAŞKANI’NIN, HALK HEPSİNİN MAĞDURU
EROL OLÇOK: Bizim girdiğimiz her seçimde bir hikayemiz vardı ama 7 Haziran’da bomboş bir yere geldik. Amorf tarifsiz bir siyasetimiz vardı. Aslında devam ettirebileceğimiz bir çok hedef ve hikaye vardı fakat biz bunları da (2023 hedefleri, Yeni Türkiye, vs.) yokmuş gibi davrandık.
Yeni değil yenilenme ve tazelenme gibi başlıkları ön plana çıkarabiliriz. Seçimin üzerinde 2 ay geçmişken söylediklerimizi inkar edemeyiz.
Önce Kongre’ye odaklanalım, orada ana mesajımızı verelim, listeleri bir görelim, o zaten bize bir fikir verir. 10 gün sonra da kampanyamızı geniş bir şekilde açıklayalım. Her şeyi kongreye sıkıştırırsak, tam anlamıyla altından kalkamayabiliriz.
Başbakan ve arkadaşları biz 45-50’ye gidiyorduk, Cumhurbaşkanı devreye girince 41’e düştük diyor. Cumhurbaşkanı ve arkadaşları biz 52’lik parti teslim ettik, 41’e düşürdüler, biz devreye girmesek daha da düşerdi diyorlar. Öncelikle bu işin doğrusunu bir öğrenemeye çalışalım. Cumhurbaşkanı Başbakan’ın mağduru, Başbakan Cumhurbaşkanı’nın mağduru, halk hepsinin mağduru. Garip bir resim var ortada.
Biz 2002’de topluma bir şey vaat etmedik ama milletin gündemine hakimdik. Milletin gündeminden uzaklaşınca anında cezalandırıldık.
Bizim üç tane markamız var: Erdoğan, Davutoğlu ve AK Parti. Bunlar ya birlikte yükselir ya da birlikte düşerler. Şu an bizi aşağıya çekiyorlar. Birlikte hareket etmezsek, daha da çok çekerler.
Erdoğan buradan çekilsin, biz coşturalım fikri çok yanlış. İş bölümü ve alansal paylaşımı önceleyelim.
Önce Kongre’nin temel ruhunu ortaya koyalım. 3 markayı birleştiren bir strateji geliştirelim. Bu çerçeveyi çıkarıp yola koyulursak aktörler de buna ayak uydurur.
“BIRAK KÜRT’Ü, ALEVİ’Yİ, BİZ DAHA TÜRK’E NE VAAT ETTİĞİMİZ BİLMİYORUZ”
ÖMER ÇELİK: Bu bağlamda biz gaza basacağız, frene basarsak düşeriz. Seçim yüzde 50 AK Parti’nin üstünlüğüyle bitseydi belki şimdi daha kötü bir durumun içinde olacaktık. Başarıyı yönetmek için bir model geliştirmemiz lazım. Ancak üreterek işin içinden çıkabileceğimiz bir noktadayız. Bırak Kürt’ü, Alevi’yi, biz daha Türk’e ne vaat ettiğimiz bilmiyoruz. Kongre’ye kadar sıkı bir ateşleme yapıp daha sonra da uçuşa geçmemiz gerekiyor.
CHP ile masanın devrilmemesi önemli bir başarıydı. Başbakan destekledi. Cumhurbaşkanı sabretti. Orada iyi bir strateji ortaya koyduk. Bu hassas dengeyi devam ettirmemiz gerekiyor.
TAHA ÖZHAN: CHP görüşmelerinde adamlar bize ayna tuttu. CHP’yi tanımamız için bedava danışmanlık hizmeti verdiler. Onlar bizi çok iyi tanıyorlar ama biz onlarla yeni tanıştık. CHP sürekli kaybetmeyi ilginç bir enerjiye dönüştürmüş. Bu yüzden her konuda inanılmaz esneme kabiliyeti edinmişler. Orada bir gelecek olduğunu gördük. CHP kendini merkezde uzun bir süre tutacak ve iktidar alternatifi haline gelebilecekler.
MÜCAHİT ARSLAN: Bu masa konuşulan her şeyi yönetebilir. Cumhurbaşkanı ve Başbakan hakkında burada rol biçersek ve kendilerine gidersek ne anlatırsak anlatalım, aradan bir cümleyi seçecekler ve “bunların derdi buymuş diyecekler”. Biz kırk dereden su da getirsek onlar almak istedikleri mesajı alacaklar.
Bu masada kontrolü ele alıp üç markayı da yukarı çekebiliriz.
ALİ SARIKAYA: 2001’de çıkılan bu yolda her şey Cumhurbaşkanı ile ve onun tarafından düzenlendi. Değişiklik sırasında ise çok fazla aksaklık yaşandı. Dışarıdan ve içeriden bunun yaşanması için bir çok kişi ve yapı devreye girdi. Bu masa ise ikisi arasında bir köprü oluşturup bizi tekrar düzlüğü çıkarabilir.
Avrupa kampanyası buradan erken başlamalı. Ciddi bir çalışmayla oylarımızı bir milyonun üzerine çıkarabiliriz. Hızlıca duruma müdahale edip fark yaratabiliriz. Sadece Almanya çalışıldı. Tüm Avrupa’ya çalışmayı yaymak lazım. HDP Avrupa’yı çok önemsiyor. UETD ve Teşkilat sıkıntı yaşayacak, kişiler üzerinde de ciddi bir birikim var.
Kongre’yi Orta Doğululaşmaktan çıkarıp Batılı devlet adamlarını davet etmeliyiz.
AKP günlükleri 1: “Bize direnemediler. Biz de karşı koyamayacağız”
YARIN: AKP GÜNLÜKLERİ 3: “DERİN BİR İKTİDARI KAYBETME DUYGUSU YAŞIYORUZ”
Bu haber en son değiştirildi 23 Ekim 2015 12:40 12:40
Bakan Tekin camiler üzerinden Cumhuriyet'i hedef aldıktan sonra 439 yıllık Mehmed Ağa Camii'nin PVC pencerelerle…
İstanbul Meslek Odaları Konfederasyonu, yaptığı açıklamada iktidarın kayyum politikaları ve Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde…
CHP'li Burhanettin Bulut'un, Saray'da çalışan başdanışman, danışman sayısını ve danışman maaşlarını sorduğu soru önergesi yanıtsız…
Eski AKP milletvekili Cem Zorlu’nun rektör olduğu Necmettin Erbakan Üniversitesi’nde yapılan yükselme sınavının göstermelik olduğu…
Terör örgütleri IŞİD ve El Kaide yöneticisi olmaktan yargılanıp geçen yıl tahliye edilen “Ebu Hanzala”…
Halk TV'nin sahibi Cafer Mahiroğlu, Flash Haber’i satın aldığını duyurdu. Mahiroğlu, "Hiç şüphesiz ki Flash…