AKP zayıf mı güçlü mü?

Kurtuluş Kılçer yazısında, 1 Kasım seçimleri sonrası AKP'nin oy oranını ve bölgemizdeki emperyalist rolleri birlikte değerlendiriyor

Bu soruya çok değişik açılardan yanıt verilebilir. AKP’nin, son seçimlerde aldığı oy üzerinden bakarsanız yüzde 49’luk bir oy belli bir gücü ifade ettiği pekala söylenebilir.

AKP’nin, dönem dönem emperyalizmin yönelimlerini zorlayan bir dış politika izlediği de görülmüştür. Böylesi bir hareket alanına sahip bir iktidarın çok da zayıf olmadığı iddia edilebilir. 

AKP’yi, yerli yerine oturtmak için elimizdeki temel ölçüt sınıfsal karakteridir. AKP’yi bugün iktidar yapan şey arkasındaki sermaye sınıfı ve emperyalizmdir. Bu iki olguyu gözardı ettiğimizde AKP’ye biçilen anlam farklılaşabilir. O yüzden AKP karşıtı mücadele aynı zamanda sermayeye ve emperyalizme karşı mücadele olmak durumunda. AKP’yi tek başına hedef tahtasına oturtarak, baskıcı ve otoriter özelliğine kilitlenmiş ve AKP’yi “AKP” yapan temel olgulara dokunmadan verilecek mücadelenin düzen karşıtı olma ihtimali sıfırdır. Bu tür bir strateji, düzenin başka kanatlarına yakınlaşmayı beraberinde getirir. Bugün düzenin restorasyoncu kanatlarıyla yarın sosyal demokrat partileriyle ortak bir tutum Türkiye sosyalist hareketinin mutlaka uzak durması gereken ana konuların başında gelmelidir.

Eğer “sosyalist devrim” diye bir derdimiz varsa… Eğer iktidar perspektifine sahipsek… Yoksa zaten bunun adı, yıllardır ifade ettiğimiz “aşamacılığın” yeniden üretiminden başka bir şey değildir. 

AKP, son seçimlerde aldığı oy, bir siyasi projenin rüzgarı ile elde edilmiş oy değildir. AKP’nin dile getirdiği “yeni Türkiye” söylemi, örneğin, aldığı oyun gerekçisi olamamış, inandırıcılığı bağlamında toplum tarafından çok dikkate alınmamıştır.  1 Kasım seçimleri, toplumdaki güvensizliğin yansıması olarak da okunmalıdır. Bu açıdan AKP, yüzde 49’luk oya rağmen kendini güçlü hissetmemektedir. 

Bugün AKP sırtını NATO’ya dayamıştır. Aslında 2002 yılından itibaren bir emperyalist dönüşüm sürecinin başat aktörü olarak devreye sokulan ve desteklenen AKP, kendisini olduğundan fazla güçlü görmüş ve dış politikada çizilen sınırların dışına taşan bazı girişimlerde bulunmuştu. Ancak bugün AKP’nin hareket alanı daralmış, AKP, emperyalizmin çizdiği sınırları bırakın bizzat doğrultusuna oturan bir pozisyona geçmiştir. Bu açıdan ABD, AB ve NATO desteğini arkasına alan bir AKP, daha güçlü bir konumda kendini görebilir ya da görülebilir. Ancak Rusya ile yaşadığı kriz, AKP’yi tam anlamıyla emperyalizmin rotasına sokmuştur. Bakmayın, bölgesel güç ya da yeni-Osmanlıcı dik duruş palavralarına. Bugün AKP’nin sırtını NATO’ya dayamış olması güçlülüğünü değil tersine zayıflığını da ifade etmektedir. Katar’da Türkiye’nin askeri üs kurması, AKP’nin Osmanlıcı politikası değil, tersine NATO’nun askeri konsepti doğrultusunda alınmış bir karardır. Katar’da ne Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bir sorun de IŞİD sorunu vardır.  Askeri üs kurmak Türkiye’nin çıkarlarıyla değil, NATO’nun çıkarlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Aynı şekilde Rus uçağının AKP inisiyatifiyle düşürülmesi, NATO konsepti dışında verilmiş bir karar olması ihtimali zayıftır. Bu adımla birlikte AKP, tam anlamıyla emperyalizmin döşediği yolun aktörü haline hem gelmiş hem de olduğunu göstermiştir. 

AKP’nin toplumda yarattığı illüzyon yavaş yavaş çözülmektedir. Bugün kimse Katar’da askeri üs açılmasını Türkiye’nin çıkarlarıyla ilgili olduğunu söyleyemez. Türkiye, emperyalist çıkarlar için bölgesel bir savaşın içine bizzat AKP tarafından atılmaktadır. Böylesi bir politikanın faturasının kimlere çıkacağı ise şimdiden nettir. 

1 Kasım seçimlerinden sonra ülkede istikrar yerine, sürekli farklı kriz dinamiklerinin ortaya çıktığı bir tablo karşımızdadır. Kürt illerindeki çatışmalar, yeni anayasa, başkanlık tartışmaları, Suriye’de yaşanan gelişmeler, Rusya ile yaşanan kriz AKP iktidarının yaratmış olduğu sorunlardır ve bu sorunların AKP’nin elini güçlendirdiği iddia edilemez.

Bu sürecin evrilme olasılıkları bellidir. AKP’nin yeni ittifak politikaları devreye sokma ihtimali güçlüdür. Ancak bu tür bir politik yönelimin de sermaye sınıfı açısından istikrarlı bir gelecek üreteceğini kimse beklemesin. Sermaye düzeni, toplumda yeni bir mutabakat arayışı içinde olacak ancak bu mutabakatın emekçiler ve ülke açısından istikrara kavuşturucu bir yanı olmayacaktır. 

Kaldı ki, bugün Ortadoğu’da yaşanan kriz, hemen çözülemeyecektir. 

Öyleyse şu sorunun yanıtı verilmelidir. Türkiye emperyalizmin zayıf halkası mı yoksa güçlü halkası mı olacaktır? Bugünkü veriler Türkiye’nin emperyalist sistem içinde basamak atlamasının mümkün olmadığına işaret ediyor. Emperyalizmin gerek ideolojik tıkanması gerekse emperyalist odaklar arasındaki güç çekişmesi Türkiye’yi yakından ilgilendirecektir. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra dünya emperyalist-kapitalist sistemi insanlığa vaad ettiği “yeni dünya düzeni” de Ortadoğu’da bugün fazlasıyla görülmüştür.

Bu açıdan ip gerilmektedir. Bu ipin gerildiği ülkelerin başında ise Türkiye gelmektedir.