Bir gericinin kaleminden modernizm ve kadın düşmanlığı!
Bir gericinin kaleminden modernizm ve kadın düşmanlığı!
Modernizm en genel tanımıyla 18. yüzyılda ortaya çıkmış, geleneksel düşünce anlayışı ve dinsel referanslarla şekillenen toplumsal yapının karşısına akılcı düşünceyi ve aydınlanma felsefesini temel alan bir yaklaşımı ifade etmektedir. Aydınlanma düşüncesi, Avrupa’da kilisenin toplum üzerindeki baskısına karşı toplumun akılcı yaklaşımlarla yeniden yapılandırılmasını ön plana koymuştur.
‘Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır.’
‘Ergin olmama durumu çok rahattır çünkü. Benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir din adamım, perhizim ile ilgilenerek sağlığım için karar veren bir doktorum oldu mu, zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık.’
Yukarıdaki satırlar aydınlanma çağı filozoflarından İmmanuel Kant’a ait. Günümüz toplumunda özellikle son cümlenin toplumun gericileştirilmesi açısından temel bir felsefik yaklaşım olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Söz konusu kadınlar olduğunda ise, günümüz gericileri açısından cümle ‘benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir din adamım ve günlük hareketlerimi kontrol edecek bir erkek olduğunda zahmete katlanmama gerek kalmaz’ şeklinde ifade ediliyor. Bu kadar uzun bir girizgah yapmamıza neden olan ise, Vahdet gazetesinin 23 Ekim tarihli nüshasında köşe yazarı sıfatı ile Mustafa Özcan’ın kaleme aldığı “Medeniyet Kadını Yoldan Çıkardı Başlıklı” yazısı (Yazının linki bilinçli olarak paylaşılmamıştır).
Gericilik kavramı güncel siyasette kimi fikriyatları tanımlamak için kullanılsa da, bu örnekte kelimenin gerçek anlamıyla da tam olarak bir gerici zihniyet ile karşı karşıyayız. İnsanlığın ciddi bedeller ödeyerek içinden çıktığı ortaçağ karanlığına rücu etmek gerektiğini kadının bu anlamda zapturapt altına alınması gerektiğini söylüyor vahdet gazetesi yazarı. Uzun bir alıntı ile zatın fikriyatına hep birlikte bakalım.
‘Kadın önce kabından sonrada yoldan çıktı. Bugün pozitif ayrımcılık üzerinden kucağımızda nur topu gibi büyük bir kriz bulduk. Kadını şimdi çıktığı ağaçtan yada erik ağacından nasıl indireceğiz. İnsanlık olarak şimdi en büyük sınav kadını yeniden toplumun bir parçası haline getirmek yabancılaşmaktan kurtarmak normalleştirmek. Bunun yolu da galiba erkeğin erkek olmasından geçiyor. Erkek erkekliğini ve rolünü kaybedince kadında kadın olmaktan çıktı. Şöyle bir genelleme yapmamız mümkün kadınlar sertleşti erkekler ise yumuşadı. Bunun başka bir ifadesi kadınlar erkekleşti erkekler ise kadınsılaştı. Böylece toplum alt üst oldu. Görev dağılımına yada fıtrata bakmayan medeniyet, erkek ile kadının rollerini birbirine verdi. Kadından hem kadın hem erkek olmasını istiyor.Hem evde ev kadını hem işte iş kadını olmasını istiyor. Erkekten de hem işte iş adamı hem evde ev kadını olmasını istiyor. Hayat müşterek olduğundan veya eşit olduğundan iş bölümüne vakit kalmıyor.İş alemi veya sektörü fıtratın ve insanın özelliklerini törpüleyerek, dönüştürücü ideolojik bir sektör olmuştur. Kadının çalışması haram değildir. Belki psikolojik ve sosyolojik olarak onu yararlı bir insan yapar. Lakin kadının çalışmasını ideolojik zemine indirirseniz ve karma haline getirirseniz erkekleştirirsiniz. Dolayısıyla kadının çalışması bir ihtiyaçtan ziyade bir alışkanlık ve sektör olmuş buda onu erkeksileştirmiştir. Ortaya çıkan içtimai ihtilalin veya dengesizliğin nedeni budur.’
Muadillerinin ‘bir kadın çalışmayı tercih ederek fuhuşa hazırlık yapmış olur’ şeklinde daha kabaca ifade ettikleri düşünceleri kendince daha derinlikli ve teorik altyapısını örerek ortaya koymaya çalışmış Mustafa Özcan. Ancak özünde yobaz bir zihniyeti biçimsel kimi kıvraklıklar da katlanılabilir kılmıyor.
Yazının devamında kadının vahşileştiğini ve tavahhüş ettiğini belirtiyor ve kadının gözü açıldığından kalıcı beraberlikler kuramadığını söylüyor. Bu nedenle de sürekli cinayet haberlerinin öznesi olarak gündeme geldiğini tespit ediyor. Son dönemlerde artan kadın cinayetleri ve buna karşı gelişen tepkiye rağmen tersinden bakıldığında kadın cinayetlerinin aynı zamanda kadını bütün bir toplumu terbiye etme aracı haline getirildiğini de görüyoruz. Burada da aslında kadına bu yaşam tarzı ile daha çok öldürülürsün mesajını vermeyi ihmal etmiyor.
Yazının sonunda, çıkış yolunu da şöyle tarif ediyor:
‘Bizim yeni bir çıkışa ihtiyacımız var. Beni İsrail’in Mısır’dan çıktığı gibi bizim de medeniyetten çıkışa ihtiyacımız var. Çareyi çaresizlikte aramamamız gerekir. Derhal kadına çeki düzen vermek gerekiyor yoksa zeminimizi yitiriyoruz. Kadını iş kadını yapayım derken anneyi, eşi, bacıyı ve hanımefendiyi kaybediyoruz. Kadın kadına bırakılmayacak kadar önemlidir. Kadının bedeni kadınındır nefsaniyetin ve egoizmin ifadesidir. Özenle duyurulur!’
Başa dönersek, insanlık kendi kurtuluşu için aklın bilimin yolunu seçti ve göklere havale ettiği iradesini yeryüzüne indirdi iki yüz yıl önce. Eşitliği, özgürlüğü, insanca yaşamanın yollarını aradı aramaya ve mücadele etmeye devam ediyor. Aydınlanma fikrinin bu topraklarda bugün daha fazla yeniden ve yeniden üretilmesi gerektiğini iliklerimize kadar hissettiğimiz bir dönemden geçiyoruz. Fıtrat, kadına çeki düzen vermek, tevahhuş, kadın yoldan çıktı gibi ibarelerin yer aldığı bir yazı kaleme alınabiliyor ve ‘bir günlük gazetede’ yer buluyorsa gericiliğe karşı mücadelede kadınların en önde olması gerektiğinin bir kez daha altını kalın bir şekilde çizmek gerekiyor.