Dünkü Özgür Gündem gazetesinde konu ile ilgili bir değerlendirme yazısı vardı. Başlığı “Anayasal düzlemde demokratik öz yönetim” olan yazının özünü bugün Kürtlerin verdiği mücadelenin aslında tamamen öz yönetim için yapılan bir mücadele olduğu ve bunun Anayasal bir düzlemde tartışılması gerektiği oluşturuyordu.
Bulursanız okuyabilirsiniz. Bu yazıda konu ile ilgili birkaç başlığa değinmek istiyorum.
Birinci olarak önce bir pratik sonuçtan bahsedeyim. Başlık tesadüf değil. Bugün Kürt siyasetinin mücadelesinin varmayı hedeflediği temel nokta özyönetim olarak tanımlanan, herkes tarafından farklı bir şekilde içerik katılmaya çalışılan bir yaşam biçimi. Aslında politik mücadelenin enstrümanlarından bir tanesi.
Şöyle ki, Anayasa tartışmasının da parçası yapabileceğiniz, toplumsal hayat söz konusu olduğunda bağlar kurabileceğiniz, askeri başlık gündeme geldiğinde mücadele zeminine dönüşen bir politik hedef.
Buraya nerden gelindiğini ise okuyucularımızın önemlice bir kısmı hatırlıyor olmalı. Abdullah Öcalan’ın Demokratik Cumhuriyet tezi, Kürtlerin Türkiye’den ayrılıp bağımsız bir devlet kurma hedefini ve düşüncesini geri çekiyor, Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında “1923 Cumhuriyeti’nin Kemalist-tekçi-faşist yapısının” ortadan kaldırılarak demokratik cumhuriyetin inşasının temel görev olduğunu ortaya koyuyordu. Yazıda da kabaca bundan bahsedilmiş.
AKP İktidarı döneminde, bugün İkinci Cumhuriyet dediğimiz yapıya geçiş ile birlikte zaten yukarıda bahsettiğimiz meselelerin önemlice bir kısmı aşılmış oldu. Türkiye’de liberal hegemonya güçlenirken, solun Kürt siyasi hareketinin verdiği mücadele ile kurduğu bağlar da işin sınıf ekseni, politik hedefleri vs… bağlamında değil, liberal ideolojinin belirlediği çerçevede gelişti.
Meselenin özü ise şu: Bugün aslında Türkler için de, Kürtler için de bu düzenden kurtuluş olarak varsayılan temel yol demokrasi mücadelesi olarak gösteriliyor ve Türkiye’deki temel sorun olan sömürü düzenine karşı mücadele, sosyalizm mücadelesi geri plana atılmaya çalışılıyor.
Gerek yapısı itibariyle, gerekse yukarıda verdiğimiz politik hedefin uyumlu hale getirilmesi mümkün olduğu için Kürt siyasi hareketinin özyönetim hedefi bugün demokrasi mücadelesi için oldukça uyumlu bir karakter taşıyor ve buradan yürümeye devam edileceği açık.
Gelinen noktada işin iki boyutu ortaya çıkmış durumda. Seçimler sonrasındaki Türkiye Kürdistanı’nda şekillenen çatışmalı tabloda alelacele ilan edilen özyönetim örneklerinin ne olduğuna ve nereye gideceğine dair kimsenin fikri yok. Biri bu.
İkincisi ise, bunun önümüzdeki süreçte yeni Anayasa tartışmalarında Kürt siyasi hareketi açısından merkeze oturtulacak bir başlık olması boyutu. Yukarıda bahsettiğimiz yazıda da 1921 yılındaki Anayasa’ya bolca atıf yapılarak aslında bunun model alınabileceği, o zamanlarda demokratik bir cumhuriyetin kurulamadığı ama bugün mümkün olduğu gibi önermelere yer veriliyor. Hatta Kürtlerin feodal özyönetimden halkçı demokratik özyönetime geçişlerinin kesintiye uğradığı vb… yaklaşımlardan bahsediyor.
Bu noktada iki başlığın altını çizmemiz gerekiyor.
Birincisi; ne olursa olsun Kürt siyasi hareketinin merkezdeki politik hedefi özyönetim başlığıdır ve bütün siyasi faaliyet buna odaklı olacaktır. Anayasa tartışmalarında da, seçim başarısı hedeflerken de, askeri mücadele verirken de, Selahattin Demirtaş “Saray yıkılsın ama koalisyon da olur…” minvalli açıklamalar yaparken de son noktada merkeze bu konulacaktır.
İkincisi; özyönetim adacıkları mücadelesi yukarıda bahsetmeye çalıştığım ideoloji ve politika ekseninden çıkmazsa, sınıf ekseni net olmazsa kapitalizmin oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Anayasa tartışması da bunun güzel bir kılıfı olur. Bir de bölgede bütün Kürtleri de ilgilendiren siyasi gelişmeler ve emperyalizmin bölgedeki rolü hesaba katıldığında özyönetim meselesi önemli bir pazarlık kozu olarak devreye girecektir. Bu kaçınılmazdır. Pazarlıkla ise ne sosyalizm olur, ne de sınıfsal talepler gündeme gelir.
Son noktada bir halkın kendi kendisini yönetmesinin çok önemli bir başlık olduğunu düşünebilir ve bütün mücadelemizi buraya endeksleyebiliriz. Ancak bunun Türkiye’de emekçi sınıfların kurtuluş mücadelesinde nereye oturacağını iyi ele almak gerekmektedir. Şu haliyle ne yazık ki bir yere oturma şansı bulunmuyor, ha bir de üzerine bunun kendisi Türkiye solunun bir bölmesi için oyun alanı olarak şekilleniyor. Sınıfın birliği, sömürücü sınıflara karşı mücadele, sosyalist bir cumhuriyet için Türk ve Kürt emekçilerinin atağa kalkması, emek ve aydınlanma mücadelesinin büyütülmesi geri plana atılıyor. Ek olarak Kürt hareketinin emperyalist güçler ile içli dışlı tutumu sebebiyle, emperyalizme karşı duruş zedeleniyor.
Bu noktada sağlam omurgalı sol-sosyalist bir duruş bütün sorunları çözmek için ilk adım olarak görülmelidir.
Bunu yapmadığımız noktada, ortalıkta kendisini dev aynasında gören ama aynı zamanda Kürt hareketine yamanmaya çalışan solun aşağıdaki söylemleriyle daha fazla karşılaşacağız. Bu yaklaşımların büyük bir çoğunluğunda garip bir ürkeklik ama acayip göstermelik bir özgüven vardır.
“Türkiye solunun ana rahminde gelişen Kürt Özgürlük Hareketi bugün Türkiye solu için önemli bir rehber.”
“Kürtler uluslaşma sürecinde önemli bir mesafe kat etmiştir.” (Bu Türk solcusunun çok önemli tespitlerinden biri olarak görülür genelde. Kürtlerin bölge ve Türkiye’de devletleşme olarak nitelenebilecek bir evreye ulaştığı bir dönemde hala uluslaşmadaki gelişmeden bahseder.)
“Öz yönetim başlığı demokrasi mücadelesi açısından birinci sıraya yazılması gereken bir başlıktır.”
“Şimdi siz de her şeyi sosyalizme havale ediyorsunuz kardeşim.”
“Ben geçen Diyarbakır’a gittim. Orası kopmuş abi!”
“Yetmez ama evet!”