Cemaat ektiğini biçiyor: Bugüne nasıl geldik?
Gülen cemaati ektiklerini biçerken Erdoğan'ın 'savaş' ilanına yaklaşıyoruz.
Türkiye’de büyük dönüşümün en önemli ittifaklarından biri kuşkusuz Fethullah Gülen cemaati ile AKP arasındaydı. Tarikat ve cemaatler arasındaki çekişmelerin, daha yukarıdan bakarak ve büyüyen pastayı bölüştürerek üstünü örten AKP elindeki sınırlı kaynakları bu sayede zenginleştirmişti.
Türkiye, tarihinin en büyük ekonomik krizinin etkileri altında gittiği 2002 seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan’ı iktidara taşımıştı. Seçimlerde uygulanan ülke barajı nedeniyle orantısız bir temsil gücü kazanan AKP, 2007 yılına kadar bu krizin sermaye sınıfı lehine çözülmesinde olağanüstü bir yetenek gösterdi. İstikrar söylemiyle vahşi bir özelleştirme dalgasının başlatılması, çalışma mevzuatında patronların ihtiyaçlarının karşılanması gibi önemli başlıklarda hızlı adımlar atıldı. Bu becerisi bir rüşt ispatı da oldu aynı zamanda.
Rüştünü ispat AKP’nin İkinci Cumhuriyeti
2007 yılından sonra ise artık reşit hale gelen AKP’nin yeni rolü Türkiye’nin dönüştürülmesiydi. Önce, risk yaratacak unsurların temizlenmesi gerekiyordu. Bunun anlamı, ordunun yeniden yapılandırılmasıydı. Bu tarihten itibaren başlatılan Ergenekon, Balyoz, casusluk ve benzeri operasyonlarla alan kısa sürede düzlenmiş oldu. Gülen cemaatinin yıllardır polis ve yargı içerisinde biriktirdiği operasyonel güç bu sürecin esas dayanağı olmuştu.
Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın ‘yargının bağımsızlık günü‘ olarak ilan ettiği 12 Eylül 2010 günü yapılan Anayasa Referandumu’na gidilirken Fethullah Gülen “Ölüler bile mezardan kalkıp ‘evet’ oyu vermelidir” diyordu. O gün balkona çıkan Erdoğan ise “Dünyanın dört bir yanından, okyanus ötesinden bu sürece destek veren tüm kardeşlerimi kutluyorum.” demişti.
Türkiye’de artık 1923 Cumhuriyeti’nin sonuna gelinmiş ve İkinci Cumhuriyet’in temellerinin atılması bekleniyordu. Ancak AKP karşısında halkın artan siyasi direnci, ‘teğet geçen’ küresel ekonomik kriz, krizden çıkan ekonominin yapısal sorunları, AKP’nin Erdoğan’ın etrafından kümelenen kadrolarının reşit olmanın ötesinde kendilerini ‘olmuş’ kabul ederek ittifakları yeniden tarif etmeye başlaması gibi adımlar AKP’nin eski becerisini göstermesini zorlaştırdı.
Haziran korkusundan yolsuzluk operasyonlarına
2013 yılına gelindiğinde ise Haziran Direnişi yaşanıyordu. 12 Eylül Darbesi’nin sermaye sınıfına en büyük armağanı sayılması gereken örgütsüz ve siyasetsiz toplum projesi 32 yıl sonra çatırdamıştı. Recep Tayyip Erdoğan’ın Haziran Direnişi karşısındaki katı tavrının, sınıfsal karakteri yeterince belirgin olmasa da halkın tepkisini büyüten etkisi anlaşılan o ki herkesi korkutmuştu. AKP’nin bir halk hareketiyle iktidardan indirilmesinin arkasının çorap söküğü gibi gelebilecek olması ihtimaline karşı Erdoğan’ın kendisine çeki düzen vermesi isteniyordu.
Gülen cemaati, bu noktada bir kez daha operasyonel gücüyle devreye girmek istedi. 17 ve 25 Aralık 2013’te iki ayrı operasyonla AKP’nin suçları ortaya dökülmeye başlandı. Kartopu yuvarlanmış, büyük ittifak yıkılmıştı. Bu operasyonları ayrıntıları, üstünün nasıl kapatıldığı ve AKP’nin cemaatin operasyonel gücüne yönelik müdahalesi biliniyor.
Komünizmle Mücadele Derneği’nden ‘paralel devlet’e
Fethullah Gülen’in hikayesi 60’lı yıllarında başında Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği’nden başlamış ve İzmir Bornova’da sürmüştü. 90’lı yıllarda “diyalog ve hoşgörü” söylemiyle bir ‘imparatorluk’a yönelen Gülen, 1999’dan beri ABD’de yaşıyor. Tüm bu süreçte, Türkiye’deki İslamcı hareketler içerisinde eğitimi önceleyen neredeyse tek hareket olan Gülen cemaati, bir yandan önemli bir iktisadi yapı kurarken bir yandan da polis ve yargı içerisinde önemli bir kadrolaşmaya yöneldi.
’17 ve 25 Aralık Operayonları’ndan sonra atılan köprülerin sonucu ise 50 yıllık ‘devletli’ cemaatin ‘paralel devlet’ olmaya yetti.
Son olarak yaşanan televizyon baskınları ve yayın karartmaların esas olarak Gülen cemaatinin ektiklerini biçtiğini gösteriyor. AKP’nin 2007’den 2013’e kadar en büyük suç ortağı olanların dün yaptıklarının daha kaba bir şekilde kendilerine yönelmesinin görmezden gelinebilmesi de mümkün. Ama Erdoğan’ın eski danışmanı ve AKP milletvekili Aydın Ünal’ın 1 Kasım’dan sonra herkesten hesap sorulacağı açıklamaları ile birlikte değerlendirildiğinde AKP’nin yükselttiği elin henüz sonuna gelmediğimiz anlaşılıyor.