Mete Hisarlıoğlu
“Devrimci Savaşım’da Sanat Emeği” [1] dergisiyle başlayan “Devrim ve Yeni Mimarlık Politikası” yazıları tarihsellik gereği birbirlerine neden-sonuç ilişkisiyle bağlı olduklarından, gittikçe bir yazı dizisine dönüşmeye başladı. Mimarlık üretiminin sıradan bir üretim olmayıp, bilinçli bir biçimde yapılması durumunda toplumlara yön verebilir olmasından yola çıkarak bu ilke doğrultusunda var olan düşüncelerimi ortaya koymaya çalıştığımı başlangıçta açıklıkla söylemiş olayım. Üretim ilişkilerinden bağımsız bir üretim olmadığını ve bütünüyle sınıfsal olduğunu savunduğum mimarlık üretim ortamındaki bilgi kirliliğini ortadan kaldırıp bir tartışma zemini oluşturmaya ve bu konuyu kuramsallaştırmaya çalıştığımı da baştan belirteyim.
Önceki yazılarda, Vladimir Tatlin’in 3’üncü Enternasyonal Anıtı’nı ve Bauhaus Tasarım Okulu’nu incelemiştik. [2] Her iki yazıda da 1919 yılı kritik bir dönemeci belirtiyordu. Biri Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin, biri de Dünya Savaşı sonrasında Almanya’nın kuruluşunu anlatıyordu. Dünya genel durumu (konjonktür) içerisinde ele alındığında, bu ikisiyle doğrudan ilişkili bir başka örnek daha var elimizde. Üstelik daha da çarpıcı olan bu örneğin, yakın gelecekte öngördüğümüz Türkiye Devrimi’ni yaratacak koşullara yöntemsel bir katkıda bulunacağını umuyorum.
1’inci Ulusal Mimarlık Dönemi’nin Eleştirisi
a. Ulusal Mimarlık Düşüncesinin Ortaya Çıkışı
Hatırlayacağımız gibi, 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanları ile “demokratikleşme” sürecine giren Osmanlı Devleti, 1876’da ilân edilen meşrutiyetin başarısız olması ve Balkan Savaşları sonrasında kaybettiği topraklarla birlikte parçalanma eşiğine gelmişti.
O döneme kadar elde olan mimarlık mirası incelendiğinde, Osmanlı seçmeci biçeminin (üslûbunun) 19’uncu yüzyılda en üst düzey örneklerini verdiğini görürüz. Mimar Raimondo D’Aronco’nun Bugün İstanbul Erkek Lisesi olarak kullanılan Düyun-ı Umumiye Binası, Beşiktaş’taki Şeyh Zafir Türbesi; Mimar Alexander Vallaury’nin Osmanlı Bankası, Arkeoloji Müzeleri, Bugün Marmara Üniversitesi olarak kullanılan Haydarpaşa Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i; Mimar Jasmund’un Sirkeci Garı ve Mimar Helmuth Cuno ile Otto Ritter’in Haydarpaşa Garı gibi yapıları, bu dönemin birikimini oluşturmaktadır. [3]
Ülke topraklarının işgal edilmeye başlanması üzerine oluşan milliyetçi-ulusalcı akım, mimarlık ve sanatta da kendisini göstermiş; “öze dönüş” çabaları ve “kimlik” arayışlarının sonucunda “Türk Kimliği” ve bununla ilgili olarak da “Türk Mimarlığı” yeniden canlandırılmaya çalışılmış, bunun da esin kaynağı Selçuklu Mimarlığı olmuştu.
“1908 yılı, 2. Meşrutiyet sonrasında, özellikle İttihat ve Terakki Fırkası’nın siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel alandaki girişimleri içinde, bulunduğu dönemin koşullarını ve yapısını en çok belirliyen, kesit veren noktalardan biri de mimarlıktır. Özellikle İttihat ve Terakki Fırkası’nın başlıca düşünürlerinden biri olan Ziya Gökalp’in ekonomi, siyaset, felsefe, hukuk, din, dil alanında geliştirdiği düşüncelerin zamanla güç kazanması, yaygınlaşması, mimarlık alanında uygun bir ortam yaratılmasına olanak sağlamıştır. Kısa zamanda Millî Mimari Rönesansı, Millî Mimari Üslubu, Neo-klasik Üslup olarak adlandırılan Birinci Ulusal Mimarlık Akımı geçerlik kazanmıştır.(…)” [4]
Görüldüğü gibi her önüne gelen konu hakkında “millî”lik vurgusu yapılması, çok da yeni bir durum değil. Bununla birlikte, İttihat ve Terakki’nin, çağının öncülerini yetiştirmiş olması da elimizdeki en önemli verilerden biri. Yanlış bulacağımız bir düşünceyi savunmakla birlikte Ziya Gökalp’in; Mustafa Suphi ve Mustafa Kemal’le o dönemde aynı partinin üyeleri olduğunu, daha sonra yollarının ayrıldığını da özellikle belirtmemiz gerekiyor.
Aşağıdaki paragrafın, yazının başlangıcında vurgulamaya çalıştığım, bu yazının yazılma amacını net olarak ortaya koyduğunu düşünüyorum: “Ayrıca Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde, yönetimler bu üslubu desteklemişler, yaygın uygulama alanı yaratmışlardır. Bugünkü sınırlarımız içinde yapılacak kısa bir taramada bile, salt İstanbul, Ankara gibi başkentlerde değil, en küçük yerleşme merkezlerinde de değişik özellikler taşıyan örneklere rastlanabilir. Bu görünüm ve yaygınlık, kamu yapılarından başlayarak, konutlara kadar uzanmaktadır. 19.yüzyılın son, 20.yüzyılın ilk çeyreği içinde, varlığını duyuran Birinci Ulusal Mimarlık Akımı konusunda, belirtilebilecek diğer bir nokta da, aynı yıllarda mimarlık alanında yeni gelişmelere tanık olunmasıdır. Dünyadaki bu gelişmelerin bize yansımamasının nedeni, o yıllarda toplumumuzun oldukça dışa kapalı oluşuna bağlanabilir. Çünkü diğer ülkelerde de, her iki gelişme içiçe olmuş, her türlü deneme kendine göre ortam bulmuştur. Artık mimarlar cephe düzenlemekten, yoğun bezemecilikten uzaklaşmakta, toplumsal gelişmelere koşut, işlevsel değerlere ağırlık vererek, gelişen teknolojinin mimarlığa yansıtılabilmesine çalışmaktadırlar. Oysa mimarlarımız ulusal bilinç yaratmada, geçmiş değerlerin kullanılmasını yeğlemekte, ağır ağır gündeme gelen devrimlerle çelişkili bir ortam yaratmaktadırlar.” [5]
Biraz daha sadeleştirerek şu çıkarımları yapabiliriz:
Her iki madde de oldukça önemli. Bunu, Sosyalist Devrim sürecinde “nasıl bir mimarlık?” sorusuna yanıt oluşturacak biçimde ele aldığımızda belki bir tek ilke belirleyeceğiz ancak o ilke, bizim pusulamız olacaktır:
b. Ulusal Mimarlık Dönemi’nin Öncü Mimarları ve Simge Yapılar
Anadolu Selçuklu Devleti’nin en önemli mimarlık ürünleri olan Konya Karatay Medresesi; Divriği Ulu Camisi ve Alanya Kızılkule’deki gördüğümüz neredeyse bütün biçimsel öğeler yorumlanmaya çalışılmıştır. Taç kapı, niş, soğan kubbe, eşkenar sekizgen ve kare biçimler, kubbe ve piramidal çatı örtüleriyle biten kuleler, belirgin kat silmeleri, turkuaz ağırlıklı çini kullanımı, bezemeler, simetri ve hiyerarşi, “millî” mimarlığın simgeleri olmuşlardı.
Dönemin öncüleri olarak sayacağımız isimler; Mimar Kemaleddin Bey ve Mimar Vedat Tek’tir. İtalyan kökenli levanten mimar Giulio Mongeri de bunlara eklenebilir. Öte yandan, belirli ilkeler üzerinden tasarım yaparak bunu kuramsallaştırması üzerinden Mimar Kemaleddin biraz daha öne çıkmaktadır.
Bu üç mimarın neredeyse bütün ürünlerinde biçem-biçim ilişkisinin kurgulanması çabasıyla ortaya çıkan sancılar görülmektedir. Mimarlık kültürünün çoğunlukla kamu yapılarıyla sınırlı kalması, simgesel anlamları olan biçimsel öğeler üzerinden ilerleyen bir üretimin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sancı da buradadır. Tarihsellik ile tarihselcilik kavramlarının birbirlerine karıştırılması, yeniyi ararken eskinin içinde kaybolmak gibi bir sonuca yol açmıştır. Bu dönem içerisinde olumlu sayılabilecek tek etken, bezemelerin bütünüyle olmasa da büyük ölçüde azalmış ve sadeleşmeye gidilmiş olmasıdır.
Dönemin başlıca yapıları şöyle sıralanabilir:
Millî mi, Beynelmilel mi?
Ulusal Mimarlık Dönemi, kendi koşulları bağlamında “yeni toplumun yaratılması” amacını taşıyor olması nedeniyle çok değerlidir. Ancak, bu yeni toplumun, millet-milliyet üzerinden yaratılmaya çalışılması, kültürler-arası etkileşim ve coğrafi koşulların belirlediği mimarlık için geçerliliğini kaybetmektedir.
Soralım o zaman; amacı, gereksinimlerden kaynaklanan işlevlerin karşılanacağı mekân-yapıların tasarlanması ve uygulanması olan, üretiminin fizik-mekânda yapıldığı ve çevre verilerinden bağımsız ele alınamayacak olan mimarlık millî olabilir mi?
Mimarlık literatüründeki “Sofalı-hayatlı Türk Evi”ni göstermeye kalkışacak olanlar, Türk Evi’nin mekân örgütlenmesinin Arap-İslâm kültüründeki merkezî mekândan geldiğini, yapı malzeme ve elemanlarının ise Akdeniz iklimine uygun yerel ve değişken malzemelerden oluştuğunu gözden kaçırmamalıdır. Ayrıca, “Türk Evi” başlığı altında yine bölgesel ayrımlar yapılmaktadır ki bu durum da, kavramın daha baştan çelişik olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Safranbolu Evleri, Karadeniz Evleri, Bursa Evleri, Mardin Evleri gibi bölgesel adlandırmalar, mimari tasarımla değil, o bölgede yaşayan, yerel malzeme ve geleneksel yapım sistemlerini kullanan yapı ustalarının inşa ettiği yapılardır.
Tatlin’in Enternasyonal (Beynelmilel) Anıtını tasarladığı veya Bauhaus Tasarım Okulu’nun “sosyalist mimarlık” olarak adlandırabileceğimiz “insan için, işlevsel, akılcı ve kolektif mimarlık” üretimini ele aldığımızda, Türkiye’deki millîlik vurgusunun, o dönemde bile burjuva sınıf ideolojisinin uzlaştırmacı bir sömürü aracı olduğu unutulmamalıdır.
* * *
[1]: “Devrimci Savaşımda Sanat Emeği”, Sayı 9, Kasım 1978
[2]: Adı geçen yazılar için bkz.: http://gazetemanifesto.com/2015/10/10/devrim-ve-yeni-mimarlik-politikasi-i/ ve http://gazetemanifesto.com/2015/10/15/devrim-ve-yeni-mimarlik-politikasi-ii/
[3] “Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığı”, Metin Sözen, İş Bankası Kültür Yayınları, 1.Baskı, İstanbul, 1983
[4] a.g.y
[5] a.g.y
[6] “İmparatorluktan Cumhuriyete Mimar Kemalettin 1870 – 1927”, Afife Batur, Mimar Kemalettin Anma Programı Dizisi, TMMOB Mimarlar Odası – Vakıflar Genel Müdürlüğü ortak yayını, Ankara, 2007
[7] “Mimar Kemaleddin: Tarihin Dönüm Noktalarında Bir Yaşam 1870-1927”, TMMOB Mimarlar Odası Mimar Kemaleddin Anma Programı Sergisi, Küratör: Afife Batur, Sergi Kitabı, Ankara, 2007
Sergi kitabına dijital olarak ulaşmak için bkz.: http://www.mimarlikmuzesi.org/Gallery/mimar-kemaleddin-tarihin-donum-noktalarinda-bir-yasam-18701927_29. html?Page=5
[8] “Mimar Kemaleddin Yapıları Rehberi”, Editör: Afife Batur, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, 1. Baskı, İstanbul, 2008
[9] “I. Ulusal Mimarlık’ın Büyük Ustası Mimar Vedat Tek’e Saygı”, Mimar Vedat Tek Evine Rölyef Plaket Konulması ve Anma Töreni Kitapçığı, Şişli Belediye Başkanlığı, 2000
Bu haber en son değiştirildi 28 Ekim 2015 08:47 08:47
ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…