Diz çökmeyelim…

Bir varsayımda bulunarak başlayabiliriz. Ankara katliamının ülkemizde önemli sonuçları olacağı açık. Ancak burada ve başka yerlerde ele aldığımız ve alabileceğimiz onlarca sonuçtan hiçbiri olmasa bile bu katliamın şu anki en muhtemel sonucu Türkiye toplumunun, emekçilerin diz çökmesi olacaktır. Neye karşı diz çökülmüş olacak peki? Tayyip Erdoğan ve çetesine ya da daha geniş anlamıyla AKP iktidarına... View Article

Bir varsayımda bulunarak başlayabiliriz.

Ankara katliamının ülkemizde önemli sonuçları olacağı açık. Ancak burada ve başka yerlerde ele aldığımız ve alabileceğimiz onlarca sonuçtan hiçbiri olmasa bile bu katliamın şu anki en muhtemel sonucu Türkiye toplumunun, emekçilerin diz çökmesi olacaktır.

Neye karşı diz çökülmüş olacak peki? Tayyip Erdoğan ve çetesine ya da daha geniş anlamıyla AKP iktidarına karşı mı?

Bir taraftan baktığınızda öyle görünmesi de muhtemeldir. Ancak bence bu kadar değil. Emperyalizm, Türkiye gericiliği ve sağcılığı, sermaye sınıfı ve devlet sonuçta bir bütünlük oluşturmak zorundalar. Bu bütünlük kimi zaman zayıflar, kimi zaman kuvvetlenir. Uluslararası sermayenin politikaları ya da Türkiye sermaye sınıfının güncel konumlanışı bazen mutlu mesut yol alınmasını sağlar. Bazense süreçler gerilimli devam eder.

Siyasi iktidarlar ise bazen bu ilişkinin iyi günlerde tutkalı, kötü günlerde ise şekil verilmesi gereken birer aygıtıdır.

Ülkemiz gibi yerlerde, kapitalist rejim devam ettiği sürece seçimler aracılığı ile halk yukarıda saydığımız ilişkinin biçimlenmesine ortak edilir. Ancak bunun genelde farkında olunmaz. Ve aslında örneğin, emekçiler kendi çıkarlarının 180 (yazıyla da yüz seksen) derece tersini temsil eden kişileri ülkeyi yönetmesi, yönetemiyorsa da muhalefet etmesi için seçerler.

Daha öncelerde de bahsediyorduk. Son iki yıl içerisinde siyasi iktidara karşı oldukça radikal bir pozisyon alan toplumsal kesimler nedense seçimler gelince süt dökmüş kediye dönüyor ve tüm umutlarını yine sandığa endeksli hale getiriyorlardı. Ve bu çelişkinin çözülmesi gerekiyordu.

Şimdi geldiğimiz nokta ve Ankara katliamı, emekçilerin sandık veya başka yöntemlerle terbiye edilmesine değil çok açık bir şekilde diz çöktürülmesine denk düşmektedir.

İkinci Cumhuriyet rejimi olarak tanımlamaya çalıştığımız bütünlüğün gerici, piyasacı ve işbirlikçi düzen oturma ve yerleşme sancıları yaşadığı açık. Önümüzdeki dönem düzen güçlerinin gericilikten (bazen yumuşatılmış da olsa, sol-sosyal demokrat soslar ile bulaşık hale gelse de) vazgeçmek gibi bir niyetleri yok. Sömürü, derinleşerek ve yasalarla garanti altına alınarak devam etsin istiyorlar. Ve emperyalizm ile işbirliği ya da yaranma politikalarından asla geri basamazlar. Ancak böyle bir Türkiye’de bu politikaları tam boy uygulamaya çalıştıklarında bir yerden sonra siyasal iktidarı sorgulanmaya başlıyor. Dolayısıyla bu işlerin hepsinin usulüne uygun bir şekilde yapılması gerekiyor.

Gelinen noktada, Ankara’da patlayan bombaların İkinci Cumhuriyet’in yerleşme sorunu ya da yerleşmeye çalıştığı düzlem ile siyasi iktidarını tam ortasına düştüğünü görmek gerekir. Ancak tarihimizden hatırlanacağı üzere böylesi büyük katliamlar örneğin ülke yönetiminde, siyasette, devlet katında ya da iktidar mekanizması içerisinde yeniden yapılanmaları beraberinde getirir. Ama bu tür olaylarda nedense hiçbir zaman bir burjuva politikacısının ya da sermaye sınıfının bir mensubunun öldüğünü göremezsiniz. Olan halka, emekçilere olur. Ölenler yine bizdendir. Amaç, emekçilerin sermaye iktidarının gerici politikalarına ve bunun emperyalizm ile olan ilişkiler bütününe olan müdahalesini, onları karşıya almasını veya onlardan kurtulmaya çalışmasını engellemektir. Dolayısıyla onlar açısından öncelik halkın diz çöktürülmesidir. Devamında, darbe mi olur, yumuşak geçişe mi karar verilir ona bakarlar.

Önümüzdeki günler bu bombanın patladığı yerin yeniden yapılandırılması ile geçecek. Muhtemel olan bu görünüyor. Toplum bu oyunun parçası olacak mı? Türkiye sol hareketi bu yeniden yapılanmanın parçası mı olacak? İşçi sınıfının örgütlenmesi ve siyasal bir mücadelenin parçası haline gelmesine, sosyalizm mücadelesinin tüm bu katliamları yenecek bir taraf olarak örgütlenmesine mi ağırlık verilecek yoksa başka işlerle mi uğraşacağız?

Yakın dönem yanıtlarını vermeye çalışmamız gereken sorular arasında kabaca bunlar bulunuyor.

Yazıyı yazdığım sıralarda emniyetin Ankara bombacılarını takip ettiği, daha öncesinde haklarında dava açılıp takipsizlik kararı verildiği ve serbest bırakıldıkları basında geçiyor. Bombacı kardeşlerin telefon tapelerinde böylesi eylemleri yapabileceklerine dair bir sürü şey yazıyor. Türkiye’de bu katliamın hedefi olan ve acısını çeken milyonlarca insan bunları izliyor.

Diz çöktürmek işte tam da böyle bir şey olsa gerek.

Ankara’da kaybettiğimiz kardeşlerimiz ve yoldaşlarımız, gericiliğin ve emperyalizmin ülkemizin yüz yıllık katliamlar tarihindeki en büyük halka ile aramızdan ayrıldılar.

Bu ülke ya böyle katliamlar ile yaşamaya alışacak ve hayatın devam ettiği zannedilecek. Kapitalist bir ülkede gerici iktidarlar aracılığı ile sermaye sınıfının sömürü düzeni sürecek.

Ya da bu ülkede yeni bir hayat olacak. İşçi sınıfı iktidara gelecek ve sosyalist bir ülke kurulacak.

Başka bir yol var mı?