İki metnin analizi | AKP ve Kürt siyaseti: Sokakta savaş, siyasi talepte uyum mu?
Bu başlık birçok kimse tarafından garip görülebilir, ancak meseleyi çatışma, savaş, operasyon, hendek gibi sıcak başlıklardan çıkardığımızda daha farklı bir sonuçla karşı karşıya kalıyoruz. Soruyu şöyle sormak en doğrusu: AKP Kürt sorununda çözüm adına “somut” olarak ne öneriyor ya da Kürt siyasi hareketi iş somutluğa geldiğinde neyi savunuyor? Türkiye siyasetinin tarihsel gelişimi içinde Kürt sorununun büyük... View Article
Bu başlık birçok kimse tarafından garip görülebilir, ancak meseleyi çatışma, savaş, operasyon, hendek gibi sıcak başlıklardan çıkardığımızda daha farklı bir sonuçla karşı karşıya kalıyoruz. Soruyu şöyle sormak en doğrusu: AKP Kürt sorununda çözüm adına “somut” olarak ne öneriyor ya da Kürt siyasi hareketi iş somutluğa geldiğinde neyi savunuyor? Türkiye siyasetinin tarihsel gelişimi içinde Kürt sorununun büyük bir yer kapladığı açık. AKP’nin bugün yeni bir rejimin kurucu öznesi olarak Kürt sorununa yaklaşımı belli açılardan bütünlük arzediyor. Kürt siyasi hareketinin de bağımsız devlet kurma hedefinden demokratik yönetim anlayışı noktasına geldiği göz önüne alındığında, AKP ve Kürt siyasetinin çözüm yaklaşımlarının aykırılık mı yoksa paralellik mi taşıdığı tartışılmalıdır.
Öncelikle şunun altını çizmek gerek. Bugün ortada varoluş zeminleri, gelişim çizgileri ve duruşları apayrı olan, açık bir savaşın ve çatışmanın zıt aktörleri olan iki siyasi güç bulunmaktadır. Bu açıdan konuya çok farklı tarihsel referanslarla ve bakış açısıyla yaklaştıkları ortada. Ancak bu farklılıkların Kürt sorununun somut çözümü söz konusu olduğunda şaşırtıcı bir kesişim kümesiyle silikleştiği görülecektir.
Siyasal iki hareketin ontolojik farkları mevcut ve bunun sonucu olarak apayrı koordinatlar üzerinden siyasal haritada yer tutuyorlar. Bugün çatışmanın iki ana unsuru olarak öne çıkan iki siyasi hareketin Kürt sorunu bağlamında gündeme getirdiği çözüm başlıklarının ise uyumlu-paralel bir içeriğe sahip olduğu su götürmez bir gerçek olarak karşımızda duruyor.
Türkiye’de AKP’nin temsil ettiği gerici-Türk milliyetçisi çizgi ile PKK’nin temsil ettiği Kürt ulusalcı çizgi çatışma halinde. Somut olarak bir savaşın sürdüğü, çatışmanın artık kent merkezlerinde yaşandığı, sokağa çıkma yasağının günlerce sürdüğü, hendeklerin açıldığı, barikatların örüldüğü, sivil, asker, polis, gerilla ölüm haberlerinin eksik olmadığı bir tabloda bu satırların yazılmasının zorlukları var. Ancak bu süreçte neyin belirleyici olduğu herkes için net olmalıdır.
Belirleyici olacak olan siyasettir. Bu açıdan bu sürecin nereye evrileceğine dönük belirsizlik sürmekle birlikte siyaseten talep edilenlerin ortaya konması, siyasi taleplerin ne olduğunun saptanması gerekir. Çünkü mücadele siyasal talepler doğrultusunda yapılmakta, bu talepler tarafından belirlenmektedir.
İki metin
Geçtiğimiz günlerde yakın aralıklarla iki siyasal metin yayınlandı. Bunlardan birincisi AKP’nin 64. Hükümet Programı metni. Bir diğeri ise Cemil Bayık ile yapılan BBC röportajı. İki metni okuduğunuzda ciddi anlayış farkları görmeniz mümkün ve normal. Ancak her iki metnin ortaklaştığı bazı noktalar ise şaşırtıcı bulunmalı; özellikle konu “Kürt sorununda çözüm” olduğunda her iki metinde ifade edilen görüşlerin neredeyse aynı olmasının üzerinde mutlaka durulmalıdır.
Bayık ile yapılan röportajın ana omurgasını siyasi talepler oluşturmuyor. Genel olarak çatışma sürecinin tartışmalı başlıklarına yanıt içeriyor. “Kim başlattı, kim yükseltti, ne kadar sürecek, Kürt gençleri ile PKK arasındaki ilişkiler, HDP ile ilişkiler, HDP’yi zor durumda bıraktı mı bırakmadı mı, HDP ile PKK arasındaki ilişkiler” gibi daha çok suçlamalara yanıt niteliğinde bir röportaj. Hükümet Programının özünde ise yeni anayasa ve başkanlık önerisi olduğu açık. Önce havuç politikası uygulanacağı, uyumlu bir anayasa değişiklik süreci yaşanması gerektiği, sivil anayasa önerisi, bununla bağlantılı siyasi partiler, seçim yasası ve yargı konularında değişiklik ile birlikte başkanlık modeline geçişin gerekleri anlatılıyor. Programın süslü cümlelerle bezenmiş diğer başlıklarını ise genel olarak ekonomi, kent politikaları, çalışanlara yönelik düzenlemeler ile dış politika oluşturuyor. 64. Hükümet Programı’nın merkezine çakılan yeni anayasa ve başkanlık ile birlikte ayrıca 3-4 başlık daha öne çıkıyor. Terörle mücadeleye devam ile birlikte Paralel Devlet Yapılanması’nın adı açık olarak ifade edilerek mücadele edileceği belirgin kılınmış, Kıdem Tazminatı’nın kaldırılmasına yönelik saklı bir cümle yazılmış, Irak’ın toprak bütünlüğüne evet denmiş, Suriye’de ise bu konuda net bir tutum belirtilmemiş.
BBC röportajının satır araları
Rus uçağının düşürülmesi ile Tahir Elçi’nin öldürülmesinden önce yapıldığı belirtilen Cemil Bayık röportajı 29-30 Kasım tarihlerinde BBC Türkçe internet sitesinde yayınlandı. (http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/11/151130_bayik_mulakat_1) Bu röportajın bazı soruları doğrudan Kürt sorununda çözüm masasının yeniden kurulup kurulmayacağına dönüktü ve bu sorulara verilen yanıtlar nasıl bir bakış açısına sahip olunduğunu göstermektedir.
Sorulan soru şuydu: “… Türkiye kamuoyunda, özyönetim deyince birçok insanın aklında net bir şey canlanmıyor. Ya da aynı anda çok fazla şey canlanıyor. KCK’nın savunduğu özyönetim nedir?”
Cemil Bayık soruya, beklenenin ve genelde yapılanın aksine, doğrudan bir yanıt veriyor. Bu da psikolojik ya da ideolojik olarak nasıl bir yaklaşıma sahip olunduğunu göstermektedir:
“Avrupa’da yerel yönetim şartları var değil mi? Kendi kendini yönetme, demokrasiyi artık merkezden değil, yerelden geliştirme… Kürdistan’da da PKK’nin, KCK’nin geliştirdiği budur. Artık Türk devletinin Kürdistan’da Kürt halkına vereceği bir şey yoktur. Türkler’e de yoktur. Biz 7 Haziran’da bütün sorunları parlamentoya taşıdık ve parlamentoda Kürt sorunu da dahil Türkiye’nin sorunlarını çözmek istedik, ama Türk devleti, Erdoğan, AKP buna müsaade etmediler.
Onun için Kürdistan’da halk, madem bu parlamento bize kapalıdır, sorunlarımızı çözmüyor, o zaman biz kendi sorunlarımızı kendimiz çözeriz dedi. Yerel alanlarda, demokratik özerklik böyle gelişti. Yani Kürdistan’da geliştirilen özyönetimler, yerelde demokrasiyi geliştirmedir.”
Bayık, bu cevabın ardından sorulan “Bunu nasıl bir stratejiyle geliştirmeyi planlıyorsunuz?” sorusuna verdiği cevapta siyaseten belli bir bütünlük arzeden ya da hedef olarak görülen bir yaklaşımı yeniden açık olarak ifade ediyor.
Verilen yanıt ise şu: “Biz bunu barışçıl, demokratik yolla geliştirmek istedik. Ama Türk devleti, değil Kürtlerin öz yönetimini, Kürtlerin kendisini kabul etmiyor, halk olarak kabul etmiyor. Sorunu bir terörizm sorunu olarak görüyor. Dikkat edin, kamuoyuna nasıl yansıtıldı. Sanki orada hendeklerle işe başlandı, onun için Türk devleti saldırdı. Öyle bir durum yok. Orada yerel meclisler vardı, mahallerde, şehirlerde, halk bu meclislerle söz sahibi olmak istedi. Kendi kendini orada yönetmek istedi. Türk devleti bunu kendisine karşı bir tutum olarak, bir meydan okuma olarak gördü, ve üzerine gitti. Tankıyla topuyla her şeyiyle üzerine gitti. Halk tabi ki kendisini koruyacak. Halkın elinde tank yok, top yok, A 4’ler yok, Kanaslar yok. Halk saldırılara karşı neyle kendini koruyacak? Hendek koyarak, torbalar koyarak, bu tarzda kendisini savunmaya çalışacak.
Biz kendi valimizi, kendi kaymakamımızı kendimiz tayin etmek istiyoruz. Halkımız bunu seçmeli. Halkımız kendi kendini yönetmeli. Kendi güvenliğini sağlamalı. Avrupa’nın yerel yönetim şartları var, biz bunların olduğu gibi kabul edilmesini istiyoruz.”
Kürt siyasi hareketinin siyaseten ne dediğini daha berrak hale getirmesi gerek. Bu röportajda da pratik mücadelenin sorularına çok yanıt verilmiş, siyasi içeriğe ise daha az yer verilmiştir. Belirleyici olanın siyaset olacağının altını bir kez daha çizerek yukarıda söylenen sözlerin siyasi kısımlarını şöyle belirtebiliriz: Verilen yanıtın ilk cümlesinde geçen “Avrupa’da yerel yönetim şartları var değil mi? Kendi kendini yönetme, demokrasiyi artık merkezden değil, yerelden geliştirme… Kürdistan’da da PKK’nin, KCK’nin geliştirdiği budur.” Ya da son cümlede ifade edilen “Avrupa’nın yerel yönetim şartları var, biz bunların olduğu gibi kabul edilmesini istiyoruz.”
Bayık ile yapılan röportajda, bizim satır arası olarak gördüğümüz, başka bir yanıt ise konumuz açısından farklı bir öneme sahiptir: Bayık’ın Dolmabahçe Mutabakatını referans gösteren yaklaşımı ile 3. bir arabulucu talebi. Sorulan soruyu ve yanıtı aynen aktarıyoruz.
“AKP yeni, farklı bir süreç başlatabileceğinin mesajlarını veriyor. Burada silah bırakılması veya silahlı güçlerin ülke dışına çıkarılması gibi talepler var. Sizin şu aşamada çatışmaların durması için en temel talebiniz nedir?”
Çift taraflı ateşkes olması gerekiyor. Artık tek taraflı ateşkes olamaz. Ve ateşkesi tarafsız bir izleme komitesinin de izlemesi gerekiyor. Önder Apo’yla müzakerelerin eşit ve özgür şartlarda başlatılması gerekiyor. Müzakerelerde de Dolmabahçe’de mutabakata varılan 10 maddenin temel alınması gerekiyor. Müzakere sürecinde de üçüncü bir tarafın müzakereleri izlemesi gerekiyor. Bunlar olursa biz hemen ateşkesi ilan ederiz, hemen müzakerelere başlarız. Ama bunlar olmazsa, eskisi gibi yine tek taraflı ateşkes ilan edilsin, denirse, silahlı güçler çıksın, silah bırakılsın denirse bu bizim tarafımızdan asla kabul görmeyecektir.
‘Bir daha tek taraflı ateşkes olamaz’
Biz çünkü bunların hepsini defalarca yapmışız. Biz bugüne kadar dokuz kez tek taraflı ateşkesler ilan etmişiz. Biz gerillayı mevzilerinden tek taraflı çekmişiz, çıkarmışız. Biz esirleri tek taraflı bırakmışız. Bunların hiçbiri çözümü yaratmamıştır. Ne diye biz bir daha yaşananları yaşayacağız?
Yani bir daha tek taraflı ateşkes olmayacak mı?
Olamaz. Kimse bizden bunu isteyemez. Bu büyük bir haksızlık olur. Bu, sorunun çözümünü istemeyenler tarafından öne sürülebilir. Bizden istediler, biz seçim sürecinde tek taraflı eylemsizlik ilan ettik ama bu güçlerin hiçbiri buna sahiplik yapmadı. Bu güçlerin hiçbiri AKP’ye neden sen saldırıları iki katına çıkarıyorsun demedi. AKP, bu tarzla tek taraflı geliştirdiğimiz eylemsizliği de sürdürülemez noktaya getirdi ve ortadan kaldırdı. Şimdi biz ne diye bir daha tek taraflı ateşkes ilan edeceğiz.”
Birileri bu satırları “bakınız Kürt siyasi hareketi AKP ile anlaşmayacak, çatışma ortamı sürecek, ateşkes olmayacak” diye okuyabilir. Ancak bu satırlar aslında nasıl bir ateşkes sağlanacağının ipuçlarını vermektedir ve bu açıdan siyasi bir mesaj içermektedir. “Dolmabahçe Mutabakatı” işaret edilip bir kapı aralanmıştır ve Dolmabahçe Mutabakatı’nın 10. maddesinin yeni anayasaya bağlandığı herkes tarafından bilinmektedir. Bu noktanın altı bir kez daha çizilmelidir.
64. Hükümet Programı’nda ne yazmaktadır?
Hükümet Programı’na http://www.basbakanlik.gov.tr/docs/kurumsalhaberler/hprogram.pdf adresinden kolayca ulaşılabilir. Yeni anayasa ve başkanlık modeline geçişin omurgasının oluşturulduğu bu programda terörle mücadele ile birlikte çözüm sürecinin devam ettirileceğine dair uzunca bir bölüm bulunmaktadır. Bu bölümde yazılanların bir kısmı aşağıdadır.
“AK Parti olarak ilk günden itibaren, milli birlik ve kardeşlik perspektifi ile şekillendirdiğimiz siyasetle, vatandaşlarımızın devletimize aidiyetini zedeleyen, milletimizin farklılıklarını zenginlik yerine tehdit olarak gören anlayışların terkedilmesi için büyük çaba gösterdik. Yakın tarihimiz boyunca, hiçbir seçilmiş hükûmetin gösteremediği cesaret ve kararlılıkla sorunların üzerine gittik. (…)
Hükûmetimiz, bir yandan terörle kararlı bir şekilde mücadele edecek, diğer yandan demokratikleşmeyi ve çözüm iradesini sürdürecektir.
Kalıcı huzuru tesis etmek amacıyla çıkardığımız “6551 Sayılı Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” ile silahın tamamen gündemden çıktığı bir noktaya ulaşmak için gereken tüm tedbirleri alacağız.
Süreci sabote etmeye, akamete uğratmaya çalışan terör örgütü; kamu düzenini bozmaya çalışarak silahlı çatışmaya geri dönmüştür. Özellikle doğu ve güneydoğuda yaşayan insanlarımıza yönelik her türlü baskı, şiddet ve illegaliteye başvuran örgüt, Türkiye’yi terk etmemiş, silah bırakmaya direnç göstermiştir. (…)
Önümüzdeki dönemde demokratikleşme çabalarımızı sürdürürken, tüm meşru toplumsal kesimleri muhatap alan bir anlayış içinde hareket edecek, hiçbir kesimin tek tipçi bir anlayışı vatandaşlarımıza dayatmasına izin vermeyeceğiz.”
Bu yazılanlar AKP’nin çözüm sürecine nasıl yaklaştığını göstermektedir. Çözüm sürecinin devam edeceğini söyleyen, ama Dolmabahçe Mutabakatı’nı refere etmeyen bu yaklaşım, “PKK değil, tüm meşru toplumsal kesimler muhatap alınacaktır” söylemi ile de bir tutum farklılığına gjdildiğini göstermektedir.
Bu satırlardan hemen sonra ise “yeni anayasa” başlığı altında şu çarpıcı ifade yer almaktadır.
“Yeni anayasa, milletimizin kültürel ve toplumsal çeşitliliğini tanıyan, herhangi bir etnik veya dini kimliğe referans yapmayan bir vatandaşlık tanımını esas alacaktır.
Yeni ve sivil anayasamız, toplumun herhangi bir kesiminin dışlanmasına yol açacak değer yargıları ve siyasal tercihler barındırmayacaktır. Anayasamız tüm toplumu kucaklayan, kader birliğimizi yansıtan, demokratik denge ve denetim ilişkisini esas alan bir mahiyette hazırlanacaktır. ”
Sözleri şu şekilde devam etmektedir. “Yeni anayasa, ortak değerleri ve çeşitlilik içinde birlik anlayışını esas alacaktır. Toplumsal hayatın ve siyasetin her alanını ayrıntılı bir biçimde düzenlemeyecek, her bir alanın kendi dinamiğinin ortaya çıkmasına imkân sağlayacaktır.”
Hemen sonrasında ise seçim ve siyasi partiler kanununun değiştirileceği vaad edilmektedir.
64. Hükümet Programı’nda devamla başkanlık talebi ise şu sözlerle ifade ediliyor:
“Ancak bir yandan vesayetçi bir şekilde kurgulanarak demokratik doğasından koparılmış parlamenter sistemin yol açtığı siyasal istikrarsızlıklar, öte yandan Yeni Türkiye vizyonumuzun ihtiyaç duyduğu etkin ve dinamik yönetim dolayısıyla, başkanlık sisteminin daha uygun bir yönetim modeli olduğuna inanıyoruz.
Milletimizin teveccühüyle hazırlayacağımız özgürlükçü ve insan odaklı yeni Anayasa ile seçimlerin istikrar üretebildiği, yasama ve yürütmenin müstakil olarak etkin olduğu, güçler ayrılığının tahkim edildiği, demokratik denge ve kontrol mekanizmalarının öngörüldüğü, toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlandığı, ademi merkeziyetçi bir idare sisteminin güçlendirildiği, karar alma süreçlerinin hızlandığı yeni bir siyasal sisteme geçebiliriz. ”
Burada gözden kaçmaması gereken nokta yeni anayasa, başkanlık modeli ile ademi merkeziyetçi bir idare sisteminin güçlendirilmesi arasında doğrudan bağ kurulmasıdır. İkinci Cumhuriyet rejimi “Nasıl bir siyasal sistem?” sorusuna açıklıkla yanıt vermektedir. Bu açıdan ademi merkeziyetçi bir idare sistemi konusunda da Hükümet Programı’nda aşağıdaki satırlar aydınlatıcı bir içeriğe sahiptir.
“Merkezî idarenin politika belirleme, standart geliştirme ve denetim birimlerini güçlendireceğiz ve stratejik düzeyde etkinliğini artıracağız. Taşra teşkilatlarının ve mahallî idarelerin de insan kaynaklarının geliştirilmesine paralel olarak, operasyonel düzeyde esnekliklerini ve mali kaynaklarını genişletmeye devam edeceğiz.
Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’yla uyumlu olarak merkezi idare ve yerel yönetimler arasındaki ilişkileri yeniden düzenleyeceğiz. Ayrıca yerelleşmeyi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini sağlamak üzere etkin bir denetimi esas alan yasal düzenlemeleri hayata geçireceğiz.”
Toparlarsak, merkezi idare politika belirleme, standart oluşturma ve denetim fonksiyonlarını yerine getirirken, yerel idarelerin esnekliği ve mali kaynakları genişletilecek, Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’yla uyumlu olarak merkezi idare-yerel idare ilişkileri yeniden düzenlenecek.
Bütün bunları alt alta koyduğumuzda 64. Hükümet Programı, hamasi sözlerin dışında Kürt sorunu, yerinde yönetim, öz yönetim gibi başlıklarda somut olarak Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’nı merkeze koymaktadır.
Paralellik mi zıtlık mı?
Yukarıda uzun alıntılarla yapmaya çalıştığımız hem AKP’nin hem de Kürt siyasi hareketinin Kürt sorununun çözümünde nasıl bir somutluk önerdiklerini göstermekti. Yaşanan çatışmaların tozu dumanı içinde satır aralarında kalan bu noktaların görülmesi siyaset yaparken önemli sayılmalıdır.
AKP “milli birlik ve kardeşlik projesi” diyor; Kürt siyasi hareketi “barış ya da çözüm süreci”…
AKP “çözüm sürecini devam ettireceğim, ancak teröre izin vermeyeceğim” diyor; Kürt siyasi hareketi “barıştan yanayım, çatışmak istemiyoruz ancak kendimizi savunacağız”…
AKP “AB yerel yönetimler şartnamesindeki şerhleri kaldıracağız, ademi merkeziyetçiliği güçlendireceğiz” diyor; PKK “AB yerel yönetimler şartnamesi çözüm için mümkündür”…
AKP “yeni anayasa ve etnik bir kimlik olmadan yeni vatandaşlık tanımı yapacağım” diyor; PKK Dolmabahçe Mutabakatı üzerinden anayasal bir çözümü işaret ediyor.
AKP “Kürt sorununda bundan sonra halkı muhatap alacağız” diyor; PKK “Dolmabahçe mutabakatı zemini korunsun”…
Sanırız anlaşmazlık noktası da tam da burada, yani muhataplık zemininde, ortaya çıkıyor.
Uzun uzun yazmaya gerek yok. Her iki siyasi hareket için de bu söylenenlerin taktiksel olduğu iddia edilebilir. “AKP Kürt sorununu ‘yok ederek’ çözmek niyetinde o yüzden takiyye yapıyor” iddiasına karşılık “PKK aslında ülkeyi bölmek istiyor, bunlar sadece mevzi kazanma adımları” şeklinde değerlendirmeler de yapılabilir.
Siyasi mücadelede her iki siyasi hareketin de taktiklere başvurması normaldir. Normal olmayan, normal sayılmaması gereken, iki hareketin de -eğer taktik yaptıklarını düşüneceksek- taktiksel olarak aynı şeyi söylemesidir.
Ağaçlara bakmak ormanı görememek
Bugün hem Türkiye sosyalist hareketinin bir dizi bölmesi hem de Kürt siyasi hareketinin belirlenimindeki özneler/kişiler/kurumlar ağaçlara bakmaktan ormanı görememek durumuyla karşı karşıyalar. Oysa büyük fotoğrafa bakılmalıdır ve “Kürt sorununda çözüm olarak ne öneriyorlar?” sorusuna, AKP’nin ve Kürt hareketinin, verdikleri yanıtlar açık yüreklilikle incelenmelidir. Ancak dediğimiz gibi çatışma ortamının yaratmış olduğu psikoloji ve ideolojik bakış siyaset alanının net olarak görülmesini engellemektedir.
Aslında bu konuda en “sağlıklı” bakabilmeyi becerenler sanırız liberaller. Liberaller Kürt sorunun çözümünde AKP’den boşuna medet ummuyorlar.
Türkiye sosyalist hareketinin bir bölmesi, AKP’yi “tek başına” faşist, çete, diktatör, saray padişahı gibi sıfatlarla tanımladıkça bu konuda siyasi özü ya da içeriği kaçırmaktadır. Bu söylenenler kesinlikle doğrudur. Ancak bu söylem, AKP ile çatışan Kürt siyasi hareketine doğrudan bir “kayışı” ortaya çıkarıyor ve Kürt siyasi hareketine dönük eleştirel siyasi bakışı belirsiz hale getiriyor. Yani Türkiye sosyalist hareketinin bir dizi bölmesi, AKP düşmanlığı üzerinden, AKP ile savaşan Kürt siyasi hareketine dayanışmacı, destekçi ve hatta beğenmeci bir yaklaşım geliştirdikçe Kürt siyasi hareketinin ne dediğini önemsemiyor, sadece AKP ile savaşan özelliği ile yetiniyor.
Bu bir açıdan apolitizmdir. Başka bir açıdansa Türkiye sosyalist hareketinin içinde bulunduğu durumdan kaynaklanan çaresizliğin bir tezahürü olarak da görülebilir.
Bugün çatışma ve çözüm arasında salınan bir sürecin içinden geçiyoruz. Dün çözüm sürecinin siyasal tartışmaları belirleyici iken bugün çatışma ortamının sıcaklığı…
Türkiye sosyalist hareketi tepkisel yaklaşamaz. Gerek çatışmanın sonuçlarının gerekse çözümün sonuçlarının iyi analiz edilmesi gerekir. Bugün çatışma ortamıyla AKP karşıtı bir konumda bulunan Kürt siyasi hareketi gericilik, emperyalizm ve İkinci Cumhuriyet söz konusu olduğunda daha farklı bir siyasal kodlamaya sahip. Siyaseti tek başına güçlerin konumlanışı olarak değil, aynı zamanda ve bununla birlikte, talepleri bağlamında da ele almak gerekir.
Kürt sorununda çözüm bugün Ortadoğu sorunu haline gelmiştir. Bu sorunun çözümünde, işçi sınıfının bir “kama” olmadığı durumda, belirleyici olanın bölgesel aktörler ve aynı zamanda “güçlünün” olacağı akıldan çıkarılmamalıdır. Yaşananlar İkinci Cumhuriyet rejiminin ölümler ve çatışmalar üzerinden kuruluşudur. Ortaya çıkan çözüm arayışlarının İkinci Cumhuriyet rejiminin sınırları içinde kaldığı da bir o kadar nettir. Bu yüzden “barış” talebi yukarıda ifade ettiğimiz genel yaklaşım içerisinde öylesine söylenecek bir söz olmaktan çıkmalıdır.
Savaş ya da mücadele, gericilikle, emperyalizmle ve düzenle olmalı. Barış da asla gericilikle, sermayeyle ve İkinci Cumhuriyet ile yapılmamalı. Kürt emekçilerin kurtuluşu buradan geçmiyor çünkü…
Biz sosyalistler, Kürt emekçilerinin kurtuluşunun, pazarlık masasının nasıl kurulacağı ile ilgili olduğunu düşünmüyoruz çünkü…
Müzakere masası için taleplerde uyum var, sorun bugün bu masaya kimin, nasıl ve hangi güçle oturacağı gibi gözüküyor. Bugün içinden geçtiğimiz çatışmanın özünde, ne yazık ki, tam da bu vardır.