İkinci Cumhuriyet Tezleri

Türkiye sosyalist hareketinde netleşme gerekiyor. Bu netleşme olmadan, devrimci siyasi mücadelede nasıl bir misyona sahip olunacağı ve bunun toplumsal seçeneğinin yaratılması belirsizleşebiliyor. Netleşmelerden biri önümüzdeki süreçte Türkiye kapitalizmin hem ekonomik hem de siyasi olarak nereye evrileceğidir. Sermaye düzeninin yerleşip, toplumsal onayını ve meşruiyetini sağlama aldığı bir dönem mi bekliyoruz yoksa istikrarsız bir dönemin açılacağını mı... View Article

Türkiye sosyalist hareketinde netleşme gerekiyor. Bu netleşme olmadan, devrimci siyasi mücadelede nasıl bir misyona sahip olunacağı ve bunun toplumsal seçeneğinin yaratılması belirsizleşebiliyor.

Netleşmelerden biri önümüzdeki süreçte Türkiye kapitalizmin hem ekonomik hem de siyasi olarak nereye evrileceğidir. Sermaye düzeninin yerleşip, toplumsal onayını ve meşruiyetini sağlama aldığı bir dönem mi bekliyoruz yoksa istikrarsız bir dönemin açılacağını mı varsayıyoruz?

Kuşkusuz, bize göre, bugünkü veriler, sermaye düzeninin güvenli limanlara çekildiği bir gelecek tablosu çizmediğidir. Kaldı ki, Türkiye kapitalizminin son 30 yıllık hatta Cumhuriyet tarihinin neredeyse hemen hemen her dönemi büyük siyasi ve ekonomik krizlerle geçen örneklerle dolu. Türkiye sosyalist hareketi için, hareketsiz bir dönem beklentisi içinde olmak, ülke nesnelliği açısından eşyanın tabiatına aykırı.

Devrimin bizim gibi ülkelerde her zaman güncelliğini koruduğunu teorik olarak saptamamızın altında tam da bu yatmaktadır. Türkiye zayıf halka adayı bir ülkedir. Buradaki adaylık nitelemesi, işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyi ile ilgilidir.

Sosyalist hareketin netleşmesi gereken konulardan biri de nasıl bir toplumsal zemine seslenme ya da hangi toplumsal zemin üzerinden devrimci dinamiklerin şekillenebileceğine dair tartışmadır. Bu tartışma da bize göre Gezi Direnişi sonrası yanıtını oluşturmuştur. Cumhuriyetçi, laik, özgürlükçü, yurtsever, adalet isteyen geniş halk kesimlerinin varlığı sosyalist hareketin güçleneceği büyük bir tarihsel birikim olarak değerlendirilmek durumundadır. Zemin burasıdır.

Böylesi bir toplumsal zeminin üzerine inşa edilecek sosyalist siyasi ve örgütsel hattın oluşturulması misyonu ile karşı karşıyayız.

Bu misyonun oluşturulmasında, sosyalist hareketin kendine alan açması ya da açılan alanlara yerleşmesi gibi karmaşık ve çetrefilli bir süreç yaşanacağı bilinmelidir. Bu açıdan, sosyalizmin bir ideolojik güç olarak kendini maddi güç haline getirmesinin yolu siyasal bir kuvvete dönüşmesi ve bunun bu süreç doğrultusunda toplumsal bir seçenek haline gelmesidir.

Mümkündür…

Bu sürece dair bazı ipuçlarını ve yol haritasına dair bir kaç noktayı belirtmek gerekiyor. Bu aynı zamanda sosyalist hareketin netleşme başlıklarından biri olarak derli toplu bir değerlendirme konusu olarak da ele alınmalıdır.

Sermaye düzeninin, düzen içi çözüm alternatiflerinin tükendiği durumlarda karşılaşılabilecek siyasal almaşıklara baktığımızda, üzerinde düşünmemiz gereken örneklerden birisi Yunanistan’daki Syriza örneği. Merkez sol parti olarak adlandırılabilecek PASOK’un boşalttığı alanın doldurulması ile oluşan radikal demokratik bir hareketin ortaya çıkması, en genel anlamıyla solun bir Avrupa Birliği ülkesinde bile gelişebilmesi değerlendirmeleri işin pozitif yanına, sermaye düzenini karşıya almayan ancak bu düzeni restore etme sınırlarına sahip bir hareketin ortaya çıkması bizler açısından, bu durumun negatif yanına işaret etmektedir.

Türkiye açısından baktığımızda ise tarihsel ve toplumsal gerçekliğe oturan ve son dönem içine girdiği liberal şırıngalı değişimle yeni CHP’nin böylesi büyük bir boşluk bırakmadığını şu an için veri kabul etmek durumundayız. CHP’ye liberalizm aşısı, örneğin,  siyasal gelecekte bir hareket alanı yaratabilme potansiyeline sahip kılabilir.

Benzer bir akıl yürütmenin, Kürt yoksul emekçileri söz konusu olduğunda HDP için de mümkün olabileceğini söylemek, bu alanda da benzer bir boşluğun hemen ortaya çıkmasının beklenmemesi gerektiğine dönük bir saptama olarak okunmalıdır.

Böylesi bir siyasal yelpazede, sosyalist hareketin kendi yolunu açması ve bir seçenek haline gelmesinin belli başlı temel parametrelerinin soyutlanması zorunludur.

Yok saymak büyük hatadır, çok fazla bir şey yapamayız demek daha büyük hata… Komünist hareket, böylesi bir tabloda, kendi farkındalığını mutlaka yaratmak zorundadır.

Bu farkındalık ortaya konmadan, sosyalist hareketin bir misyon edinmesi mümkün olmayacaktır. Misyonsuz bir sosyalist hareketin toplumsal bir kimlik yaratması ve atılım yapmasını beklemek de…

Bu misyon salt destekçilikten ibaret olamaz…

Bu misyon durup boşluk doğmasını beklemek olamaz…

Bu misyon, hep beraber gidelim sonra bakarız demek olamaz…

Bu misyon, önce gericilik bir çözülsün, sonra bize alan açılır hayali de olamaz…

Bu misyon, kendisi dışındaki dinamiklere gözünü kapatarak yol almak da olamaz..

Sosyalist hareket, kriz koşullarında ve taraflaşmalarla keskinliklerle büyür… Bugün Türkiye sosyalist hareketi “öznel ölçek” gerçekliğini bilmeli, siyasi hareket alanını bu ölçeklere göre belirlemelidir. Kapitalizmin sıkıştığı, gericiliğin kutuplaştırdığı, istikrarsızlığın beklendiği bir dönemeçte halkın cumhuriyetçi değer ve özgürlükçü taleplerini sosyalizm mücadelesine bağlamayan bir hat bu dönemi es geçer.

Burada temel parametre “devrimin çıkarıdır”. Örneğin özgürlükçülük alanında hangi siyasal güçlerin varlığı değil, bu siyasal güçlerin bu alanı nereye bağlayacakları sorununda net bir tutum alınması gerekliliğidir. Türkiye sosyalist hareketi, örneğin CHP ve HDP’nin bu alanda temsiliyet üstlenebilir olması ile bu temsiliyeti nereye bağlayacakları konusunda netleşmek durumundadır.

Kapitalizm, önündeki olası krizi ya büyük bir şiddetle yaşar ya da aşabilir. Krizi aşmasında, toplumsal tepkiyi düzene bağlamak anlaşılmalı ve burada bu tepkinin taşıyıcılarının rolleri büyük önem taşır. İşte buradaki en önemli halka liberalizm olduğunu bir kez daha yazmak gerekiyor. Şiddetli bir kriz koşulunda ise bu tepkinin temsiliyeti düzen karşıtı bir konuma yönlendirilmelidir.

Bu açıdan, toplumsal dinamikler ile bu dinamiklerin bugün siyasi temsiliyetini üstlenmiş gözüken CHP ve HDP’yi tanımlamak, sınırlarını ortaya koymak, büyük bir ideolojik mücadele gerektirir.

Bu tür siyasi dinamikleri, devrimin bir dinamiği olarak görmek mümkün mü peki? İşçi sınıfının siyasi öncülüğü olmadan mı?

Türkiye’deki siyasi dinamikler ile bu siyasi dinamiklerin beslendiği toplumsal dinamikleri karıştırmak, teorik tartışmalarda yapılan en büyük yanlıştır. Önce buradan işe başlamak lazım…

Buradaki sorun, düzenin yerleşip yerleşmemesi sorunudur ve “düzen içi CHP” ile “düzene teğet” HDP’nin rolleri de bu kaygan zeminde hareketli olacaktır. Ne kadar düzene ne kadar “düzen dışına”na kayıp kaymayacakları nesnel ve dinamik bir süreçtir. Bir düzen partisi olarak CHP’nin yeri bellidir, seslendiği taban ise başka… HDP ise başka bir yazının konusu…

Sosyalist hareket ise, düzen karşıtıdır!