Kopernik Devrimi: Prangalar parçalanırken…
Neredeyse her gün bilim alanında işittiğimiz yenilikler, gelişmeler heyecanlandırsa da, gericiliğin kollarından kurtulamadığımız müddetçe “gerçek hayatta ne işimize yarayacak?” Kopernik Devrimi: Prangalar parçalanırken…
Derin Demir
Neredeyse her gün bilim alanında işittiğimiz yenilikler, gelişmeler heyecanlandırsa da, gericiliğin kollarından kurtulamadığımız müddetçe “gerçek hayatta ne işimize yarayacak?”
Sorunun cevabı için 16. yy’a gidiyoruz…
Kopernik Devrimi…
Kopernik’in çocukluk, gençlik yıllarını bu sayfada anlatmayacağız, merak eden okurlarımız internetten ya da ilgili kitaplardan araştırabilir. Kopernik’in merakının, onu Bilimsel Devrim’in öncüsü yaptığını da bir kenara not edelim.
Kopernik öncesi Dünya, yıldız ve gezegenlerin hareketlerinin hesaplandığı bir merkez olarak kabul ediliyordu.
De Revolutionibus yayınlanmadan birkaç sene öncesinde Kopernik düşüncelerini dile getirmeye başlar. Buna gelen tepkilerden biri de (günümüzde maalesef ki “Büyük Reformcu” olarak ilerici bir kimlik olduğu düşünülen, inanılan) Martin Luther’den gelmiştir. Luther Kopernik için “İnsanlar Yer’in döndüğünü göstermeye çalışan bir astroloğa inanıyorlar. Bu aptal tüm gökbilim öğretisini tersine çevirmeye çalışıyor, ancak kutsal İncil bize Yer’in sabit olduğunu, Güneş’in Yer çevresinde döndüğünü söylemektedir” der.
1543 yılında ilk basımı yapılan De Revolutionibus Orbium Caelestium (Göksel Kürelerin Dönüşleri Hakkında)adlı yapıtı Kopernik’in eline ölüm döşeğindeyken geçer. Bu kitap astronomi de, felsefe de, din de ve daha birçok alanda bir dönüşümün başlangıcı olmuştur.
Kitap, asıl olarak gezegen sorununu çözmek için yazılmıştır. Yüz yıl boyunca inanılan “dünyanın merkez olduğu” savını tersyüz ederek merkeze Güneş’i yerleştirir. Dünya’nın kendi ekseni çevresinde ve Güneş’in çevresinde döndüğünü savunarak İncil’i kökten reddeder.
Kopernik, III. Paul’e yazdığı mektubunu De Revolutionibus’a önsöz yapar ve şöyle yazar:
“Çağdaş gökbilim dürüst olmak zorundaysa, gezegen sorununa Yer özerkli yaklaşım hiçbir işe yaramaz.”
Kopernik, kitabın basımından kısa bir süre sonra hayata gözlerini yumsa da, İncil’e karşı çıkıldığı gerekçesiyle tartışmalar, yasaklamalar gün geçtikçe şiddetlenir, hatta lanetlenir… Oysa, Kopernik bu saldırılara karşı koyacak çok önemli bir yöntem izlemiştir. Kitabı sadece yazılanları ileriye taşıyabileceğini düşündüğü birkaç kişinin anlayabileceği bir şekilde teknik ve matematiksel bir dil kullanarak yazmıştır.
Tahmin etmesi güç değil, Kopernik savunucuları “inançsız” olarak damgalanmaya başlamıştır. 1616’da ise De Revolutionibus ve Dünya’nın döndüğünü savunan tüm kitaplar yasaklanmıştır.
Yukarıda De Revolutionibus’un birçok alanda dönüşümün başlangıcı olduğunu belirtmiştik. Kopernik gökbilimiyle diğer bilimler arasındaki bu etkileşim genel anlamda düşünsel bir yeniliğe de kapı açtı: Bilimsel Devrim…
Sol bilimsiz, bilim solsuz olmaz…
Bilim alanında her gün yeni gelişmelerin yaşandığı dünyamızda bu gelişmelerin kime hizmet ettiğini, ilerleme aşamasında gericiliğin önümüze koyduğu engeller nelerdir?
Kısaca bakmak gerekirse…
Dinci gericiliğin insan aklına yönelik saldırısı, yukarıdaki örnekten de yola çıkarsak, yüzyıllara dayanıyor. Günümüzde ise müfredatın her geçen gün gericileştiği, imam hatip okullarının sayısının arttığı, eğitim niteliğindeki gerilemeler vs. Türkiye’de bilim yapılmasının önüne geçiyor. Öyle ki bilim insanlarının yaptığı uyarılara rağmen önlem alınmayan birçok doğal afet olayında binlerce insanımızı kaybedebiliyoruz ve bu devlet yöneticileri tarafından “takdir-i ilahi” denilerek “kader”imize boyun eğmemiz isteniyor. Yani, Martin Luther’in söyleminden ne kadar farklı? Bu tablo bile gericiliğin aydınlanmanın önünde tehlikeli bir engel olduğunun göstergesi. Dolayısıyla, gerici ideolojilerin bilimsel alana müdahalesi ve sermayenin bilim üzerindeki egemenliği ile hesaplaşılması bugün hayati bir öneme sahip.
Gerici ideoloji ile beslenen ülkemizde kapitalizm giderek akıl dışı bir düzen haline geldi. Neredeyse bilim alanındaki her gelişmenin arkasında sponsor olduğu bir gerçek. Böylesi bir durum ise paralelinde bilimsel üretimlerin doğrultusunu da çiziyor. Dolayısıyla ilerlemenin de sınırları çizilmiş oluyor. Bu da aslında “ilerleyen” bilimin burjuva sınıfına hitap ettiği gerçeğini ortaya çıkarıyor. Mars’a seyahat düzenlenebilecek kadar ilerleyen ancak kapitalizm hegemonyasında “ilerleyen” bilim ve teknoloji, bu deneyime karşılık uçuk rakamlar talep edebiliyor (her bilimsel ilerleme heyecanımızı arttırdığı kadar gerçekleri de önümüze seriyor).
Unutulmasın, Bilimsel Devrim’in başlaması ve sürekliliği, gericiliğe ve kapitalizme karşı verilen mücadeleler ile sağlanmıştır.
Bu konuda sözü Marx’a bırakmak yerinde olacaktır sanırım:
Fransa ve İngiltere’de burjuvazi siyasal iktidarı ele geçirmişti. Bundan sonra, sınıf savaşımı, pratik olduğu kadar teorik olarak da gitgide daha açık ve tehdit edici biçimler aldı. Bilimsel burjuva ekonomisinin ölüm çanı çalıyordu. Artık bundan sonra şu ya da bu teoremin doğru olup olmaması değil, ama sermaye için yararlı mı yoksa zararlı mı, gerekli mi yoksa gereksiz mi, siyasi bakımdan tehlikeli mi tehlikesiz mi olduğu söz konusuydu. Tarafsız incelemelerin yerini ücretli yarışmalar, gerçek bilimsel araştırmaların yerini kara vicdanlı ve şeytanca mazur gösterme eğilimleri almıştı. (Kapital, Sol Yayınları, 1. Cilt, s.23)
Bilimsel Devrim macerasında görüşmek üzere…