Kürt sorununda Nereye?
Kurtuluş Kılçer Siyaset bugün büyük bir sıkışma yaşıyor. Kürt sorunu bağlamında geldiğimiz çatışma ortamı belirsizliklerle malul olmakla birlikte, yeni yönelimlere kapı açması bakımından eğik bir düzlemde durmaktadır. Hem bu belirsizliklere hem de eğik düzlemin nereyi işaret ettiğine dair bir kaç saptamayı paylaşmak isteriz. Her sorun belli bir yöntemle ele alınmak durumunda. Bu açıdan Kürt sorununu... View Article
Kurtuluş Kılçer
Siyaset bugün büyük bir sıkışma yaşıyor. Kürt sorunu bağlamında geldiğimiz çatışma ortamı belirsizliklerle malul olmakla birlikte, yeni yönelimlere kapı açması bakımından eğik bir düzlemde durmaktadır. Hem bu belirsizliklere hem de eğik düzlemin nereyi işaret ettiğine dair bir kaç saptamayı paylaşmak isteriz.
Her sorun belli bir yöntemle ele alınmak durumunda. Bu açıdan Kürt sorununu ele alırken ve belli bir değerlendirmeye tabi tutarken, genel yaklaşımlardan öte belirli bir çerçeve içinde ele almak zorundayız. Bu genel yaklaşım, en başta sermaye düzeni aktörleri ve ideolojisi ekseninde belirlenmekte ve toplumsal algıda belirli bir yere oturmaktadır. Bu algıyı değiştirecek bakış açısı ve söylem gerektiğini belirttikten sonra, Kürt sorununu ve bugün yaşanan gelişmeleri değerlendirirken, bizler açısından yöntemin ya da bakış açısının temel ölçütü ortaya konulmalıdır. Bu ölçüt, yaşanan bütün süreçlere bakarken bir nirengi noktası olarak “sosyalist devrimin çıkarına olup olmadığı” ifadesiyle özetlenebilir. Bu açıdan bu yazıda, genel olarak Kürt sorunu tartışılırken, yukarıdaki nirengi noktası veri alınacak ve sosyalist mücadele ile ilişkileri bağlamında konuya yaklaşılacaktır.
Kürt sorunu ve Kürt siyasi hareketine yaklaşımda önemli saptamaları ortaya koymadan, genel bir devrimcilik ve solculuk yürütmenin ciddi zorlukları bulunuyor. Bu açıdan örneğin, seçim döneminde “HDP ile ittifak” ya da “Barış Bloğunun bir parçası olma” gibi politikalar, temel saptamalar sonrası değerlendirilmeli ve bu saptamaların üzerine inşa edilmelidir. Öncelikle siyasette yapılması gereken, bir tutum belirlemektir. Koordinat noktalarını belirlemeden, siyasal gelişmelere “balıklama atlama” olarak ifade edilebilecek bir siyasal çizginin tutarlı yanı yoktur. Koordinat noktaları belirlendikten sonra devrimci bir siyasal hat örülmesi daha sağlıklı, doğru ve kolay olacaktır.
Bugün çatışma ortamı belirsizliklerle malul bir görüntü vermektedir. Bu belirsizliğin bir nedeni de “tekrar” edecek genel seçimlerin sonucunun belli olmamasıyla ilgilidir. Genel olarak yaşadığımız süreci teorize etmeye çalışan bir yaklaşımdan en kısa zamanda uzaklaşmamız gerekiyor. Örneğin, “restorasyon ya da yeniden yapılanmanın kesinliği” ile” kaotik bir ortamda düzenin kesinlikle çöküşe geçeceği” gibi kestirimlerde bulunmadan önce, seçim sonuçları bir kez daha gözden geçirilmelidir.
Belirsizliğin bir başka noktası ise bölgesel gelişmelerle ilgili. ABD’nin İran ile yapmış olduğu antlaşmanın sonuçlarının, başta Irak ve Suriye olmak üzere, nasıl bir etkide bulunacağına dair bugünden kesinlik atfedecek bir değerlendirme yapmak doğru olmayacaktır.
Ancak, olası yönelimleri ve eğilimleri ele almak gereklidir.
Kürt sorununda eğik düzlem
Bütün bu belirsizliklerle beraber, Kürt sorununun eğik bir düzlemde bulunduğuna dair saptamayı ve bir kaç noktayı belirtmek gerekiyor.
Öncelikle emperyalizmin bölgeye müdahalesi, Kürt sorununu bir Türkiye sorunu olmaktan çıkarmış, bölgesel gelişmelerin ve bölgeye dair olası sonuçların bir parçası haline getirmiştir. Kürt sorununun bu açıdan bağlanacağı bir zemin tarif edilecekse, bu zeminin, bir tarafına ağırlık koymuş olan emperyalizmin varlığı ile eğik bir düzlemde olduğu açıkça saptanmalıdır. Söz konusu verili durumun bazı parametrelerine daha ayrıntılı bakalım.
Ortadoğu’da bugünkü siyasal tablo büyük güçlerin, bölgesel güçlerin ve yerel güçlerin etkide bulunmaya çalıştığı karışık bir görüntü olarak karşımızda durmaktadır. Bu karışıklığın, belli açılardan var olan iki kutbun ağırlık merkezlerince yönlendirilen alan çizgileriyle kabaca tarif edilmesinde sakınca yoktur. Bu ağırlık merkezleri, bir yandan ABD’nin başını çektiği, İsrail, Suudi Arabistan ile AB’nin oluşturduğu çıkar ve şer ekseni, diğer taraftan ise emperyalizmin bölgeye dönük politikalarına karşı direnç oluşturan Rusya’nın başını çektiği İran, Suriye, Hizbullah ekseni şeklinde tarif edilebilir. Vesayet savaşının sürdüğü böylesi bir tabloda, Şii nüfus ile Sünni nüfusun yerel siyasi renklerle bezenen bir egemenlik savaşında olduğu bilinmektedir. Böylesi bir tabloda, Kürt sorunu merkeze konduğunda, Kürt siyasi hareketlerinin iki bileşeni Barzani ve PKK hareketlerinin bu denklemde tuttukları yer net olarak tarif edilmelidir. Barzani’nin ABD başta olmak üzere, emperyalizm ile doğrudan ilişkisi ve aldığı destek, yeri konusunda bir tartışmayı sanırız gündemden düşürmeyi de beraberinde getiriyor.
Her ne kadar bugün Kuzey Irak’ta ya da Bölgesel Kürt Yönetimi olarak tarif edilen “müstakbel Kürt Devleti” içinde başka siyasi güçler ve örneğin, İran yanlısı eğilimlere işaret eden siyasi gelişmeler bulunsa da, bugünkü büyük fotoğrafta aktörlerin verdikleri poza bakıldığında, ABD emperyalizminin yanında duran bir Kürt yönetimi görmek zor değildir.
Aynı şekilde, bugün Kürt siyasi hareketinin önemli isimlerinin yaptıkları açıklamalara bakıldığında, emperyalizmin ağırlık koyduğu ve eğdiği düzlemin aşağı kaydırıcı etkisini görmemek mümkün değildir. Kürt siyasi hareketinin Avrupa, Türkiye, Kandil ayaklarının önemli temsilcilerinin ABD ve NATO’ya dönük çağrı açıklamalarının altı kalınca çizilmelidir. Bugünkü çatışma ortamının sonlandırılması için ABD’nin gözlemci olarak sürece katılması çağrısı başta olmak üzere, dolaylı-gizli görüşmelerin yapıldığı açıklamasını, Kuzey Suriye’de ortaya çıkan işbirliğinin tek başına savaş koşullarıyla açıklanamayacağını, emperyalizmle doğrudan ilişkiye dönüştüğünü açıkça yazmak durumundayız. Bölgesel gelişmeler Kürt siyasi hareketinin alanını daraltmış, emperyalizmin ağırlık koyduğu tabloda eğik düzlem, Kürt siyasi hareketinin de bastığı zemin olmuştur. Bu eğiminin etkisini gösterdiği bir sürece girdiğimizin ipuçları ortadadır.
Aynı şekilde, Irak ve Suriye’de önümüzdeki dönem ortaya çıkacak siyasal gelişmeler yakından takip edilmelidir. Irak’ın resmi olarak bölünmesi ve Kuzey Irak’ta “bağımsız bir Kürt devletinin” kurulması, neredeyse fiili olarak hayata geçmiş bulunmaktadır. Bugün, “bağımsız Kürt Devleti” başlığında Türkiye sosyalist hareketi genel bir politika geliştirmek durumundadır. Tek başına “sınırların değişmezliği” bakış açısıyla bugün fiilen ortaya çıkan tabloya dönük bir politika geliştirmenin zorlukları olduğu bilinmelidir. Aynı şekilde, Irak gibi olmasa da, Suriye’nin bölünmesi, ‘âdemi merkeziyetçi’ bir yapıyla tedrici dönüşüm olarak, gündemdedir. İran ile yapılan anlaşma sonrası bölgeye yönelik yeni bir konsensüs sağlanacağına dair önemli ipuçları da ortada. Rusya ve ABD arasında yapılan mutabakatın ve İran ile yapılan anlaşmanın çerçevesi, genel olarak bölgenin geleceğinde yeni bir şekillendirmenin söz konusu olduğunu gösteriyor. Bu tabloda, Kuzey Suriye’de özerk bir Kürt bölgesinin oluşacağının da…
Bütün bu sürecin büyük fotoğrafına baktığımızda, İŞİD başta olmak üzere, İslamcı terör örgütlerinin emperyalizmin bölgeye müdahalesi için zemin oluşturdukları gerçeği karşımızda durmaktadır. Bu açıdan, emperyalizm ile gericilik arasında karşılıklı bir bütünlük bulunduğu hiçbir zaman gözden kaçırılmamalıdır. ABD’nin Kuzey Suriye’de “İŞİD’in geriletilmesi” üzerine inşa ettiği savaş stratejisi ayrıca not edilmelidir.
Böylesi bir tabloda, emperyalizmin stratejik müttefiki Türkiye ile Ortadoğu’da oluşan eksenlerin etkisinde bulunan Kürt bölgesi ele alındığında, Türkiye ile emperyalizm arasında belli bir açının ortaya çıktığı da akılda tutulmalıdır. Türkiye, İslamcı terör örgütlerine oynayarak, bölgede Kürt sorunu bağlamında elinin güçlü olacağını düşünürken, emperyalizmin genel olarak bölgesel politikaları ve çıkarlarıyla arasında bir gerilim ya da çıkar farklılaşması oluşmuştur. Türkiye, emperyalizmle yeni bir anlaşmaya gitmiş, “koalisyona” katılarak elini bir kez daha güçlendirmek ve bu güçle Kürt sorununda yeni bir hamle yapmak istemiştir. Yaşanan çatışmaların arkasında yatan budur.
Bu tabloda Kürt siyasi hareketi ise, kendini emperyalizmin ağırlık koyduğu eğik düzlemde bulmuş, ister pragmatik bir yaklaşımla, isterse zorunluluktan, böylesi bir nesnelliğin sıkışmış alanında siyaset yapmaktadır.
Söz konusu sıkışma tek başına Kürt siyasi hareketi açısından değil, Türkiye açısından da daha büyük gerilimlere kapı açmıştır. Bölgedeki gelişmeler ile Türkiye dış politikasının geldiği yer “evdeki hesabı çarşıya uymayan”, bir başarısızlık örneği olarak bugün çatışmayı zorlayan ve son kozlarını oynadığı bir süreci gündeme getirmiştir.
Çatışma mı çözüm mü?
Kürt sorunu bağlamında eğik düzlemin ikinci boyutu ise “çatışma-çözüm denkleminde” yatmaktadır. Bugün yaşanan çatışma ortamının nereye evrileceğine dair belirsizlikle siyasi sürecin devam etmesi mümkün değildir. Hem Kürt siyasi hareketi açısından, hem de Türkiye sermaye devleti açısından çatışma ortamının sonuçları konusundaki öngörüler çok belirsiz değildir.
Bu öngörüler bizler tarafından da yapılmalıdır. Ortadaki çatışma ortamı Kürt siyasi hareketi açısından “bölünme ve özerklik ilanı” gibi bir amaç taşımıyorsa sonsuza kadar sürdürülemez. Burada elde edilen yenilgi, yengi ya da denge halinin bağlanacağı bir durum söz konusu olacaktır.
AKP iktidarı açısından ise bugünkü çatışma ortamı eğer, “Kürt sorununu şiddetle çözmek dışında başka bir seçenek kalmadı” anlamına geliyorsa, baştan başarısız bir politika olarak saptanmalıdır. Böyle değilse, sermaye iktidarı açısından da bu sürecin bağlanacağı bir yerin tarif edilmesinin gerekli olduğu görülmelidir.
Bugün, “çatışma” ile “masada çözüm” arasında doğrudan bir bağın ortadan kalktığını söylemek çok doğru değildir. Bu nedenle, bugünkü çatışma ortamının da, Dolmabahçe mutabakatında örneği görülen bir çözüm sürecine evrilmesi olası seçenekler arasındadır. Kürt sorununda yaşanan gelişmelerdeki bir başka eğik düzlem de budur.
Bir yandan çatışma ortamı ile ortaya çıkan ölüm siyasetine dönük toplumsal tepki, diğer yandan bunun bir çözüm süreci ile bağlanmasına dönük talep birlikte ele alınmalıdır. Sosyalistler açısından bu ikili durumun tutar bir yanı yoktur. Ne çatışmanın sürmesi ne de AKP ile masada çözüm ve bir anayasal uzlaşma, bugün sosyalizm mücadelesini ileriye taşıyabilir. Emekçilerin eşitlik ve özgürlük mücadelesi ile Kürt sorununda bugünkü siyasal gelişmeler arasındaki açının varlığı kabul edilmelidir.
“Çatışma mı, çözüm mü?” gibi iki seçeneğin dayatılacağı bir tabloda, sosyalistlerin “çatışmadan” ya da “çözümden” yana bir tavır göstermesi söz konusu olamaz. Çatışmanın da, bir burjuva çözümün de bölgesel politikalar, emperyalizmin çıkarları, Türkiye sermaye devletinin ihtiyaçları-zorunlulukları açısından belirleniyor olması sosyalistler için başka bir yolun döşenmesini zorunlu kılmaktadır.
Sosyalist Cumhuriyette birlik
Bugüne kadar, sermaye düzeni içinde ortaya çıkan Kürt dinamiği , sosyalistler açısından “devrimin” bir ittifak unsuru olarak değerlendirilmiştir. Bugün ise bu dinamik, var olan siyasal parametreler göz önünde bulundurularak, devrimin ittifak unsuru olmak ile emperyalizmin çıkarları bağlamında, Türkiye’nin dönüşümüyle birlikte siyasi pozisyonu ile de değerlendirilmek zorundadır. Bu durum, ülkemizdeki İkinci Cumhuriyet rejiminin kuruluşuna da kaynaklık etmesi ya da İkinci Cumhuriyet’in çözmek durumunda kalacağı bir soruna dönüştüğü gerçeği ile birlikte ele alınmalıdır.
Türkiye sosyalist hareketi, bugün, bu dinamiği devrime bağlayacak siyasal ve örgütsel bir zemine, pratik olarak, ne yazık ki sahip değildir. Bugün Kürt sorunundaki gelişmeler bu açıdan da değerlendirilmeli, yaşanan çatışma ile çözüm süreci arasındaki olası bağlar gözetilerek siyaset yapılmalıdır. Eğer buradan, burjuva düzeninin çözülmesi ve yıkılması öngörüsü yapmıyorsak…
AKP iktidarının sınırları söz konusu olduğunda, bugün sermaye düzeninde bir yeniden yapılanma talebi olduğu da unutulmamalıdır. Önümüzdeki seçimler bu açıdan bir dizi yeni gelişmeyi ortaya çıkarabilir. Sosyalist hareket, kendi bağımsız hattını kuracağı yeni bir döneme girmektedir. Kendi yolunu açacağı yeni bir Cumhuriyet projesini ve Sosyalist Cumhuriyet talebini gündeme getirmekten asla vazgeçmemelidir.
“Çatışma-çözüm” sıkışmasının dışında devrimci bir siyaset, tek başına barış talebini öne sürmek olamaz. Aynı zamanda, barışın yeni bir cumhuriyetle tesis edileceği seslendirilmeli, bu cumhuriyetin eşitlik, özgürlük, adalet ve emek temelinde kurulması gerektiği propaganda edilmelidir. Bugün “barış”, mutlaka sosyalizmle bağı kurulacak bir içerikle birlikte, net bir emperyalizm karşıtlığı ile tanımlanmalı ve ele alınmalıdır. Aksi takdirde, “önce barış, sonra sosyalizm” gibi bir politikanın yedekleneceği oldubitti ile nefessiz kalınacağı görülmelidir.
Barış adına, “yeni bir anayasada çözüm” değil, barış için “emekçilerin laik ve bağımsız cumhuriyeti” talebi öne çıkarılmalıdır.
Bizler açısından bu, mutlaka Sosyalist Cumhuriyet’tir. Kürt sorununda gerçek çözüm tam da bu yüzden, Sosyalist bir Cumhuriyet’te “Birlik”tir.