Ortadoğu ısınıyor, savaş ideologları çalışıyor!
Bölgeden hiç eksik olmayan savaş bir kez daha kapıları çalarken, savaş ideologları yine sahnede.
Savaşa gitmemiz buyruldu
“Toprak için aslanlar gibi dövüşün” diyerek
Toprak için! Ama kimin toprağı? Söylenmedi bu
– Dere beyinin toprağı olsa gerek!
Savaşa gitmemiz buyruldu
“Özgürlük adına” diyerek
Özgürlük adına! Ama kimin özgürlüğü? Söylenmedi bu
Halkın özgürlüğü olmasa gerek!
Savaşa gitmemiz buyruldu
“Bizden” dendi “yardım bekliyor müttefik uluslar”
Ama en önemli şey unutuldu:
Kimin cebine girecek banknotlar?
Savaş kimisi için hayatla ödenen bir fatura
Milyonluk kazançtır kimisine
Çocuklar, daha ne kadar –
Katlanacağız bu ağır işkenceye?
Demyan Bedny
Seçimlerin üzerinden bir aydan, Rusya’ya ait uçağın düşürülmesinin üzerinden iki haftadan fazla bir zaman geçti. Ülkemizde ve bölgemizde hayat artık çok daha hızlı akıyor. Akdeniz’in doğusu çeşit çeşit ülkenin savaş gemileriyle, gökler savaş uçaklarıyla, karalar yüzlerce kilometre ötesini vurabilen füzelerle doluyor. Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinin kesin göründüğü bu dönemin başlangıcında masada yer bulmak ya da pastadan pay almak isteyen tüm ülkeler sahaya iniyor. Bölgeden hiç eksik olmayan savaş bir kez daha kapıları çalıyor.
Savaşın çaldığı kapıların açılması ve anaların oğullarını, genç kızların sevgililerini, kadınların kocalarını, ablaların kardeşlerini, çocukların babalarını cepheye, ölmeye ve öldürmeye göndermesi içinse başka şeyler de yapılması gerekiyor. Emperyalizm çağında savaşlar, arkalarında yatan basit özü saklayan, büyük propaganda çalışmaları istiyor. Sömürü düzeninin ideologları sömürü düzeninin çarkları arasında ezilenleri sömürü düzeninin devamı için ölmeye ikna ediyor.
İdeoloji üretim fabrikaları işliyor, savaş ideologları çalışıyor!
AKP iktidarının, dolayısıyla ikinci cumhuriyet rejiminin, güçlü ideolojik salgılar üretmede ve toplumun yarısını bu salgılarla kuşatmada ve yönlendirmede, artık, bir beceriye sahip olduğu biliniyor. AKP’nin bu konudaki en büyük şansı 1923 cumhuriyetinin kuruluşunda atılan radikal adımların yere aynı sağlamlıkla basmaması ve sergilenen korkak ve ihanetçi pratiğin ilericiliğe sırtını dönerken, gericiliğe de yaranamamasıydı. Bugün ikinci cumhuriyet rejimi hem birinci cumhuriyetin korkularının yarattığı ideolojik şekillenişi hem de birinci cumhuriyet öncesinin egemen ideolojisinin unsurlarını kendi yolunu açmak için rahatlıkla kullanıyor. Osmanlıcılık, İslamcılık-ümmetçilik, milliyetçilik, ülke sınırlarını koruma, geçmişten gelen hakimiyet hakları iddiası ve daha da ötesi bağımsızçılık ve hatta emperyalizm karşıtlığı…
AKP’nin iyice semirttiği ideoloji üretim merkezleri, özel olarak yandaş medya teşkilatı, tüm bu kavramları kullanarak bir bulamaç oluşturuyor ve her yere bu bulamacı bulaştırıyor. AKP’nin dışta sıkıştığı şu günlerde içte sıkıntı yaşamaması ve masaya oturduğunda en büyük pazarlık kozu olan insan malzemesini tamamen kontrol ediyor olması gerekiyor.
İkinci cumhuriyetin muhalefeti bu başlıkta konu dışıdır. AKP’yi ve ideologlarını savaş koşullarının politizasyonu ve bu politizasyonun büyüteceği düzen dışı bir sol seçenek korkutuyor. Yaratılan ve uygulanan ideolojik bombardıman hem bu seçeneği gündem dışı hale getirmeyi hem de yeni rejimin hiçbir şekilde meşruiyet sağlayamadığı yüzde ellide gedikler açmayı hedefliyor.
Hasılı, Türkiye solunu ideolojik alanda, siyaset arenasına etkisi çok daha doğrudan ve etkili olacak, ciddi bir kavga bekliyor.
Kavga başlıkları çoktan ilan edilmeye başlandı bile; yukarıda bazılarını sıraladık. Aşağıda da, biraz uzun olsa da, örnekleri sunalım.
1) Bölge lideri ülke olarak Türkiye
Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül İran’ın asıl hedefinin Suudi Arabistan olduğunu ve bunun için Rusya’yla birlikte Türkiye’yi etkisizleştirmeye çalıştığını, Suriye’de başarılı olurlarsa hedeflerinin Basra Körfezi olduğunu, hükümetin Rus uçağını düşürerek çok büyük bir risk alarak tüm Ortadoğu coğrafyasını korumaya aday hale geldiğini iddia ediyor.
“Sadece Suriye’de değil, Doğu Akdeniz’den Basra Körfezi’ne uzanan bir savaş haritası şekilleniyor!
Sadece Kuzey Suriye Koridoru’nda değil, Basra Körfezi ülkelerinin tamamını içine alan ve sonu Mekke Savaşı’na kadar uzanacak bir cephe oluşuyor.
Mezhep üzerinden şekillendirilen ve tarihe “kimlik savaşları” olarak geçecek büyük cephe, daha altta yerel çatışma alanları olarak devam ediyor. Bu, bir süre sonra hiçbir ülkenin uzak duramayacağı bir bölgesel savaş halini alacaktır!”
2) Osmanlı’ya referans, Yeni Osmanlıcılık
Yine İbrahim Karagül, AKP’nin ilk yıllarının önemli konsepti olan, ama son yıllardaki dış politika
başarısızlıklarıyla geriye düşen Osmanlı’ya dönüşü yavaş yavaş tekrar ısıtıyor, hatta daha da gerilere, Selçuklu’ya götürüyor.
“Biz biliyoruz ki, Anadolu’nun savunması Saraybosna’dan, Bakü’den, Şam’dan, Bağdat’tan başlar. Dahası Kızıldeniz’den, Hazar’dan, Süveyş’ten başlar. Bizim jeopolitik hafızamız bize bunu söyler. PKK üzerinden güney ilçelerimizin Suriyeleştirilmesi, o savunma hattının ülkemizin kalbine kadar geriletildiğinin işaretidir. Çok acıdır ama bu böyledir.”
“Bu aşamadan sonra Türkiye bir Selçukludur. Bu aşamadan sonra Türkiye bir Osmanlı’dır. Fatih’i de olması gereken, Yavuz’u da olması gereken, coğrafyayı zihnen birleştirme amacı güden bir ortak akıl, ortak iradedir. Böyle olmak zorundadır.
Türkiye dahil, bölgede hiçbir ülke tek başına ayakta kalma şansı bulamayacaktır.”
3) Anti-ABD’cilik
Abdülkadir Selvi, 1960 yılında İncirlik Üssü’nden kalkıp Sovyetler Birliği üzerinde düşürülen U-2 casus uçağını anlatarak başladığı yazısına, Rus uçağının düşürülmesi üzerine sorduğu sorularla devam ediyor. “Neden şimdi?”, “Neden Rus uçağı?”, “Bu işi başımıza kim açtı?” sorularını soran Selvi çizdiği çerçeveyle ABD’yi bu işin müsebbibi olarak işaret ediyor. Selvi, bir gün sonra yazdığı yazısındaysa “Rus uçağının düşürülmesinde asıl hedef, Erdoğan ile Putin’di” diyor.
Selvi’nin yazısıyla aynı gün yayınlanan yazısında Tamer Korkmaz da ABD’yi hedef tahtasına oturtuyor.
“ABD ve Rusya’nın Suriye politikası, farklı kıyafetler giyseler de “neticede” örtüşüyor…
Ruslar, açıktan; Amerika ise ‘kamuflaj’ kıyafetiyle oynuyor; aynı kapıya çıkıyorlar.
-İşbu menfaat ortaklığındaki hasımları da, Türkiye!”
Salih Tuna ABD karşıtlığı İran üzerine yazdığı yazısında araya sıkıştırıyor.
“ABD’li kimi diplomatların Türkiye’yi pohpohlamasından, ‘Helal olsun, Putin’in karizmasını çizdiniz’ yollu coşku vermesinden doğrusu hiç hazzetmedim.
‘Koalisyon aktivitelerinin bir parçası değil’ diyerek, Türk askerinin Musul’a girmesini adeta ofsayta düşürmek isteyenin de ABD olması manidar değil mi?
Hamaney’in başdanışmanı, Rusya ile Türkiye’nin geriliminden yalnızca ABD ve İsrail’in memnun olduğunu söylüyor ki, haksız sayılmaz.
Lakin bir eksiği var…
ABD ve İsrail, Esad’lı Suriye’den de pek rahatsız değil.”
4) İçte düşman yaratma ve düşmanla işbirliği/vatan hainliği vurgusu
Tamer Korkmaz bahsettiğimiz yazısının ana eksenine Cumhuriyet gazetesini oturtuyor ve bunun üzerinden her tarafa vuruyor.
“Paraleller ile onların stratejik ortağı Amerikan Turunçgili Cumhuriyet, Türkiye’ye ve Bayırbucak
Türkmenleri’ne ihanet ettiler; Putin’in Rusya’sı da sürekli Türkmenleri bombalıyor!
Bu üçlünün, bir başka ortak özelliği daha var…
Hepsi de PKK terör örgütünü canla başla destekliyorlar!”
“CIA ve MOSSAD’ın yandaşı Paralel “Gazete” ile Cumhuriyet, Rus gemisinden yapılan tahriki ilk sayfalarından görmediler…
Her ikisi de, Ankara’ya karşı Moskova’nın safındadır!”
5) İslamcılık-ümmetçilik
Salih Tuna İslam birliği kurgusu yapıyor ve İran’ı bu kurguyu bozan ülke olarak resmediyor.
“Kaç kez söyledim unuttum: Tahran İstanbul’un, İstanbul Kahire’nin elinden tutmadıkça bu hayasız işgal akınları bitmez.
Yazık ki yazık, kavuşacak ellerden birini, Kahire’yi, darbe marifetiyle kesip aldılar.
İki el kaldı geriye…
Bunlardan biri (devrim yıllarında, Amerika ve Rusya’ya ölüm diyeni) ‘stratejik, askeri işbirliği’ diyerek Rusya’nın elini tutuyor. Tutmakla da kalmayıp, Rusya’nın Suriye’ye inmesini, “direniş eksenine katılmak” şeklinde telakki ediyor.
Diğer el ne yapsın?”
İbrahim Karagül islamcılığı olabilecek en uç noktaya, Allah’la işbirliğine kadar götürmekte tereddüt etmiyor.
“Bu aşamadan sonra sadece Suriye’yi değil, Mekke Savaşı’nı düşünerek bölgeye bakın. Şimdi bize rahatsız edici, bazılarına uçuk gelse de, kısa bir süre sonra bu meseleyi herkesin tartışmak zorunda kalacağını görebiliyorum.
Artık açık konuşma zamanı. Zor da gelse, rahatsız edici de olsa, gerçek cümlelerle tartışma zamanı.
Türkiye’nin bugün, bütün riskleri göğüsleyerek, durduğu nokta, Kabe’yi savunma noktasıdır. Kabe’nin koruyucusu Allah’tır. Kim bilir, belki bu Türkiye’nin eliyle olacaktır!”
6) Sola ve savaş karşıtlığına gözdağı
Görev Leyla İpekçi’nin olmuş. İpekçi abanın altından sopayı göstermekten hiç çekinmemiş.
“Peki ateş dört bir yanımızı sardı, bize sıçrarsa ne olacak, kim gidecek savaşmaya? Olması gerekenleri nakarat halinde tekrarlayanlar arasından yiğit bir kahraman, adaletli bir direnişçi, mert bir başkumandan çıkar mı?
Hamasete, provokatif hassasiyetlere prim vermeden, adalet için direnişe katılacak olanlar kimlerdir? Müzmin muhaliflerden bir ‘münevverler tugayı’ çıkar mı? Çok istedikleri barışı Ortadoğu’da hangi eylemlerle getirecekler? Sokak isyanlarını, hendek ve çukurları mertçe bir direniş olarak algılayarak/algılatarak mı?”
7) Emperyal yayılmacılık
Ahmet Kekeç Musul meselesi üzerinden yayılmacı hedefleri net olarak ifade ediyor.
“Lozan anlaşmasının hangi maddesinde ‘kimsenin toprağında gözümüz yok’ hususunun karara ve açık hükme bağlandığını ben bilmiyorum. Lozan’ı her vetiresiyle okumaya ve anlaşmaya çalışan bir amatör tarihçi olarak böyle bir maddeye (açık bir hükme) rastlayamadım… ‘Haddimizi hududumuzu bileceğiz’ anlamına gelen sözler verilmiş olabilir ama Taha Akyol’un da yerinde hatırlatmasıyla en fazla ‘Ege adaları konusunda savaş vermeyeceğimiz’ bildirilmiş olabilir. Ki, doğrusu budur.
Musul, sadece ‘Irak toprağı’ yahut Irak’ın bir parçası değildir. Milli Misak çerçevesinde ‘yurt toprağı’ sayılan bir yerdir… Ki, Misak-ı Milli hâlâ geçerliliği olan bir karardır…
… ‘yurtta sulh, cihanda sulh’, konjonktür icabı söylenmiş bir sözdür. Kutsiyeti olmadığı gibi, vahiy değeri de yoktur. Hoş ama aynı oranda boş bir sözdür… Ayrıca, ‘kimsenin toprağında gözümüz yok’ anlamına da gelmemektedir. Bir taahhüdü (bir sözü) içerseydi, bizzat Mustafa Kemal Paşa ‘Gerekirse Hatay’a gider, çete reisi olarak savaşırım’ demezdi, Hatay’ı yurt topraklarına katmazdı…”
Örnekler daha da çoğaltılabilir, ama sanırım maksat hasıl olmuştur. Önümüzde savaş yanlısı, emperyalizm işbirlikçisi, insanlık düşmanı, gerici bir aygıtın ideolojik saldırıları durmaktadır.
Saldırılarla başa çıkmak için yapılması gereken aygıtın kendisini dağıtmaktır. Emperyalizme ve gericiliğe karşı kavgayı gerçek alanlarda büyütmektir…
İlgili yazılar:
http://haber.star.com.tr/yazar/ne-isiniz-var-musulda/yazi-1074726
http://www.yenisafak.com/yazarlar/ibrahimkaragul/kiyamet-savasinda-kabeyi-savunmak-2023375
http://www.yenisafak.com/yazarlar/salihtuna/tuzak-2023466
http://www.yenisafak.com/yazarlar/abdulkadirselvi/hedef-erdogan-ve-putindi-2023482
http://www.yenisafak.com/yazarlar/abdulkadirselvi/rus-ucagi-tuzak-miydi-2023471
http://www.yenisafak.com/yazarlar/tamerkorkmaz/pravda-2023470