RÖPORTAJ | Birleşik Haziran Hareketi konuşuyor - I

Birleşik Haziran Hareketi Türkiye Yürütmesi üyeleri, 1 Kasım seçimlerinin sonuçlarını ve önümüzdeki dönemde mücadeleyi konuşuyor.

RÖPORTAJ | Birleşik Haziran Hareketi konuşuyor - I

Röportaj: Merve Bahtiyar

Seçimlerin üzerinden bir kaç haftalık bir zaman geçti ve hükümetin kurulmasına doğru gidiyoruz. Seçimlerin sıcaklığı geçtikten sonra daha soğukkanlı ve önümüzdeki dönem neler yapılacağına ilişkin daha somut konuşma imkanımız var diyerek Birleşik Haziran Haraketi (BHH) Türkiye Yürütmesi üyeleriyle konuştuk.

Üç gün sürecek röportaj dizimizde, BHH Türkiye Yürütmesi’nden Hakan Gülseven, Serpil Güvenç, Burak Yücel, Onur Balcı, Güler Ümüt, Merdan Yanardağ, Alper Taş, Aysel Tekerek ve Gamze Yücesan Özdemir’e seçim sonuçlarını nasıl değerlendirdiklerini ve bu sonuçların toplumsal mücadeleleri nasıl etkileyeceğini sorduk.

Röportaj dizimizin, bugünkü ilk bölümünde Hakan Gülseven, Serpil Güvenç ve Burak Yücel sorularımızı yanıtlıyor.

Hakan Gülseven: Zor günler yaşayacaksak, kendimizi ona göre hazırlamalıyız

hakan gülseven 2

-1 Kasım seçim sonuçlarını kısaca değerlendirdiğinizde ilk tespitleriniz nelerdir?

Hakan Gülseven: 1 Kasım genel seçimi, seçimlerin Türkiye’de artık bir müsamereye dönüştüğünü kanıtladı. Kendi adıma, Meclis’teki muhalefet partilerinin azıcık basiretli davranıp ortaya çıkarması gereken ciddi bir seçim hilesi yapıldığı kanısındayım.

Ama işin diğer kısmı, kamu kuruluşu olan TRT de dahil olmak üzere tüm medyayı gasp etmiş, devletin tüm imkanlarını zimmetine geçirmiş iktidarın seçimleri gayet kolay manipüle edebildiği gerçeğidir.

“Bu yanılsamayı değiştirmek zorundayız”

Türkiye 1 senelik bir seçim atmosferi yaşadı ve seçimlerle bir şeylerin değişeceğine inanan halk büyük hayal kırıklığına uğradı. Bu yanılsamayı değiştirmek zorundayız.

Öte yandan, ortaya çıkan sonuç itibarıyla değerlendirdiğimizde, 1 Kasım seçimi Türkiye’de yeni bir gericilik dönemi başlatmıştır. İktidarın IŞİD’i pekala bir silah olarak kullandığı görülmüştür. İktidarın başındaki unsur, kendi açısından herhangi bir tehdit hissettiğinde, iç savaş enstrümanlarını kullanabileceğini açıkça ortaya koymuştur. Tüm bunlar, hiç de kolay günler yaşamayacağımızı gösteriyor.

hakan gulseven 1-Sizce parlementonun bu hali toplumsal mücadeleleri tetikler mi yoksa önünü mü alır?

Gülseven: Zor günler yaşayacaksak, kendimizi ona göre hazırlamalıyız.

Bir kere şunu bilelim. Parlamentoda hiçbir şey çözülmeyecek. Parlamento, her türlü gericiliği kılıfına uydurmak için kullanılan bir madrabazlık aleti haline getirildi. Bu iktidardan kurtulacaksak, Haziran 2013 benzeri büyük kitle eylemlerine ihtiyacımız var.

Öte yandan, toplumsal mücadelelerin, demokratik gösteri ve hak arama eylemlerinin önünde büyük engeller olacaktır. Devletin baskıcı yüzünü daha fazla hissetmeye başladık. Artık göstermelik AB uyum yasalarını da umursamayan bir iktidarla muhatap olduğumuzu unutmamalıyız.

“Sosyalistler işçi sınıfı içinde bir kuvvet olmalı”

Kestirme yol yok. Sosyalistler işçi sınıfı içinde bir kuvvet olmalı, toplumun kimliklere bölünmüş halini emekçiler arasında kırarak ilerlemeli, işçi sınıfının eylemini yükseltebilmelidir.

Kent merkezlerinde göstermelik protesto eylemleri dönemi kapanmıştır. Eylemler emekçi mahallelerine, işliklere, yaşam alanlarına yayılmalıdır. Kolay değil, biliyorum. Ama başka yol yok. Ya işçi sınıfı toplumun geleceğini kurma görevini üstlenecek, ya da uzun bir gericilik çağı yaşanacaktır.

Serpil Güvenç: Enseyi karartmadan gözümüzü karartarak yola devam etmeli

serpil guvenc 1

-1 Kasım seçim sonuçlarını kısaca değerlendirdiğinizde ilk tespitleriniz nelerdir?

Serpil Güvenç: 1 Kasım sonuçlarına dair bir çok değerlendirme yapıldı, yapılıyor. Bazı saptamaları biraz daha açarak ve farklı bir açıdan ele alarak tartışmaya çalışalım.

İlki, Rus devriminin önderi “Ne denli demokratik olursa olsun, hiçbir burjuva cumhuriyeti, çalışan halkın sermaye tarafından baskı altına alınmasının bir aracı, burjuvazinin diktatörlüğünün, sermayenin siyasal yönetiminin bir aracı olma işlevini yapan bir makineden başka bir şey olmamıştır” der.

“Mücadelenin, sandığın ötesinde olduğu gerçeği doğrulandı”

Bu genel doğru, “çeşitli sınıfların, kendi sorunlarını kavramada ulaştıkları düzeyin bir göstergesi” olan genel oyun önemini yadsımak anlamına elbette gelmez. Ama unutulmaması gereken, sınıf savaşımını parlamenter savaşım ile sınırlamamak ya da onu “bütün diğer savaşım biçimlerinin bağlı olduğu en yüksek ve en kesin biçim olarak görme” hatasına düşmemektir.

Sol, özellikle Gezi sonrası dönemde, siyaset yapmanın parlamentoya hapsedilmeye çalışıldığı koşullarda, kendi güçsüzlüğü, AKP faşizminin giderek güçlenmesi ve sol üzerindeki etkinliği gittikçe artan Kürt ulusal hareketinin meşruiyet arayışlarının parlamenterizme verdiği öncelikler çerçevesinde, faşizme karşı mücadelede düzen içi çözümlere gereğinden fazla rağbet eder duruma gelmiştir. Bugün gelinen nokta ise, mücadelenin, sandığın ötesinde olduğu gerçeğini doğrulamaktadır.

“İnatla örgütlenme ve geniş bir cepheleşmenin koşulları zorlanmalı”

İkinci olarak, ülkemizde, burjuva cumhuriyetinin temsili demokrasisi, sermaye sınıflarının doymak bilmeyen boğazlarını ve iştahlarını yeterince tatmin etmediğinde, emeğin mücadelesinin yükselmesiyle birlikte, 12 Mart ve 12 Eylül darbe süreçleri yaşandı.

Özellikle darbe dönemlerinde, sol, sosyalist, ilerici kesim ve örgütler üzerindeki, emekçiler üzerindeki o büyük kıyımın gerisinde yatan budur. O dönemlerde de, sol, geniş bir cepheleşmenin arayışı içinde olmuştur.

Bugün yaşanan faşizme karşı da, yapılması gereken, hep olduğu gibi, düzen değişikliği hedefini hiçbir zaman ihmal etmeden, inatla örgütlenme ve faşizme karşı geniş bir cepheleşmenin koşullarını zorlamaktır. Gökkubbenin altında henüz daha geçerli bir yöntem keşfedilememiştir.

“AKP dine dayalı bir devlet kurmak peşindedir”

Üçüncüsü, gelmiş geçmiş tüm siyasal iktidarların dini siyasete alet ettikleri bir sır değildir ama AKP iktidarının diğer egemen sınıf iktidarlarından farklı bir siyasal yönelimi vardır. AKP dini siyasete alet etmek değil, dine dayalı bir devlet kurmak peşindedir.

Daha açıkçası, bu yerli Müslüman Kardeş’in derdi, bölge – mümkünse dünya çapında – sünni islam devletlerini yaygınlaştırmak ve başına geçmektir. Dünya ve bölgedeki koşullar, böylesi yeni bir kurumlaşmaya izin vermese de, AKP, Türkiye özelinde bu amacından vazgeçmemektedir. Düzenin kurumlarını da bu amaçla yeni baştan şekillendirmektedir. Başkanlık sadece kişisel bir hırsın sonucu değil, gerçekleştirmek istenen yapının da gereğidir. Bu durum, sosyalist solun ve Haziran’ın, aydınlanma ve laiklik ilkelerinin ne denli yaşamsal olduğunun da göstergesidir.

Seçimlerde AKP, oylarının azalacağı düşünülen yerlerde, örneğin, Reyhanlı, Suruç ve Ankara gibi şeriatçı örgütlerin, AKP’nin kontgerillasının katliam yaptığı yerlerde, Karadeniz bölgesindeki HES ve Nükleer santral üzerine yerel mücadelenin yükseldiği kentlerde, Soma ve benzeri işçi katliamlarının yoğun olduğu işçi kentlerinde oylarını arttırmıştır.

Bu sonuç, geçen 10 yılı aşkın süreçte, AKP’nin kitleler üzerinde yarattığı teslimiyet ve kadercilik kültürünün hızla etkin olmaya başladığını göstermektedir. İnsanlar, zaten hiçbir zaman tam olarak sahip olamadıkları özgür düşünme, sistem dışı kavrayış yetisinden iyice uzaklaşmış, tevekkülle egemenlere tapma, geleceklerini ona bağlama noktasına ulaşmışlardır.

“Solun düzen içi oynaması söz konusu olamaz”

Dördüncü ve son olarak, dünyanın en yüksek seçim barajı ülkemizdedir. Hedefi düzen değişikliği yani sınıfsız, sömürüsüz, eşit ve özgür bir toplum olanların yani sosyalist/komünist partilerin, ilkelerinden fedakârlık yaparak, örneğin bir gericiyi, bir toprak ağasını, etnik kimliği nedeniyle bir bölgede etkin olan bir kişiyi ya da bir sermaye sahibini aday göstermeleri ya da bu kesimlere hitap eden argümanlarla seçim çalışmaları yapmaları, özetle düzen içi oynamaları söz konusu olmadığından bu barajın – ya da daha düşük bir barajın – aşılması olanaksızdır.

Özetle, barajı aşma söylemi, ancak ve ancak düzen kuralları içinde oynamayı seçmiş olan düzen partilerinin sloganı olabilir. Sosyalist/Komünist partiler düzen partileri değildirler ve eleştirdikleri düzenin kitlelerin uyutulmasına ve kandırılmasına dayanan kurallarıyla oyuna giremezler.

TİP örneğini anımsayalım. 1965 seçimlerinde, barajsız sistem yani milli bakiyenin uygulandığı bir dört yıllık seçim döneminde parlamentoya 15 sosyalist girmiş ve parlamento içinde de sosyalizmin sesini duyurmayı başarabilmiştir. Özetle, düzen, barajı, sosyalistlerin tek düzen muhalifi olmasından dolayı, diğer bir deyişle sonuna dek haklılığımızdan dolayı yükseltilmektedir ve barajın temel hedefi enseyi karartmadan gözümüzü karartarak yola devam etmek gerekiyorsosyalist/komünistlerdir.

Önümüzdeki dönemde, barajın düşürülmesi değil, kaldırılması için bir kampanya da faşizme karşi verilecek mücadelenin bir parçası olmak durumundadır.

“Seçimlerle oluşan koşullar, herkesi bir beraberliğe itmektedir.”

serpil guvenc 2-Haziran Direnişi AKP’nin tek başına iktidar olduğu bir siyasi atmosferde gerçekleşti. Sizce önümüzdeki dönem, umudun parlamento dışında aranmasının önünü açacak gelişmelere sahne olur mu?

Güvenç: Gezi, 68, Paris Komünü gibi tarihsel kalkışmalar birbirini kopyalamaz, tam olarak hangi zaman diliminde yer alacakları da önceden bilinemez. AKP’nin tek başına iktidar olmasıyla da Gezi mekanik olarak tekrarlanmaz.

Ne var ki, önceki bölümde de vurgulamaya çalıştığım gibi, yapmamız gereken şeyler değişmiyor. Bu da, kitlelerin faşizme karşı tavır almalarını sağlamaktır. Sol, faşizme karşı tüm güçlerle, kendi ilkeleriyle, anti emperyalist, düzen karşıtı, son erimde sınıfsız, sömürüsüz bir toplumu hedefleyen, laik, aydınlanmacı bir çizgide bir cepheleşmeye gidebilir, gitmelidir. Birleşik Haziran Hareketi böyle bir çabanın ürünüydü. Bu yönelim, geçerliliğini bugün de fazlasıyla korumaktadır.

Seçimlerde ve seçim sonrasında oluşan koşullar, Haziran’ın dışında kalmış örgütleri de yavaş yavaş böyle bir beraberliğe itmektedir. Bu, daha daha geniş bir cepheleşmenin sağlanabilmesi açısından umut verici bir durumdur. Haziran’ın, 7 Haziran seçimleri bağlamındaki tavrının, umudun parlamento dışında aranmasının önünü açtığını düşünüyorum. Çok eleştiri almakla birlikte doğruluğu bugün daha iyi anlaşılmaktadır. DİSK başkanının deyişiyle, enseyi karartmadan gözümüzü karartarak yola devam etmek gerekiyor.

Burak Yücel: Sokaktan doğru örgütlenecek bir mücadele hattının önemi öne çıkacak

Burak Yücel kopya

-1 Kasım seçim sonuçlarını kısaca değerlendirdiğinizde ilk tespitleriniz nelerdir?

Burak Yücel: Mümkün olduğunca kısaca ifade etmeye çalışacağım ama olgunun kendisi bir iki cümle ile ifade edilemeyecek kadar kapsamlı.

Birincisi; kendi siyasal duruşum gereği sandığa ve seçime hiçbir zaman büyük bir anlam atfetmedim ya da siyasal bir değşimin sandıktan doğru yaşanacağına hiçbir zaman inanmadım. Bu bağlamda, sandıktan çıkan sonucun çok şaşırtıcı ya da asla beklemediğimiz bir sonuç olduğunu söylemek yersiz olur. Kimi kesimlerin seçim çalışmaları bağlamında destekçi/yedekçi konumda olmayı tercih etmeleri ve de seçim sonuçlarından kaynaklı büyük bir moral bozukluğu yaşamaları, stratejik hedefin daralması ile ilgili bir durumdur.

“AKP, sandıktan bir kez daha faşizmin ve devlet terörünün tüm avantajlarını kullanarak çıktı”

Bu bağlamda, 13 yıldır emperyalizmin ve tekelci sermayenin tüm ihtiyaçlarına cevap veren, onlar için dikensiz bir gül bahçesi yaratan AKP, sandıktan bir kez daha faşizmin ve devlet terörünün tüm avantajlarını kullanarak çıktı. “ABD ve sermaye AKP’yi sildi” vb tespitlerin ne kadar yersiz ve temelsiz olduğunu bir kez daha gördük. Sermaye, AKP’nin oluşturmuş olduğu “rejim”den gayet memnundur ve yoluna yine onunla sorunsuz biçimde devam edecektir. AKP’nin yer yer işbirlikçilik sınırlarını aşan bir duruş içinde olması onlar için bir teferruattır. Önemli olan bugüne dek tesis edilmiş olan rejimdir.

Emperyalistlerin dünya çapında krizlerini aşmak, hegemonyalarını yeniden tesis etmek için ‘sopa’yı daha çok öne çıkardıkları bu dönemde Türkiye egemenleri de kendilerini buna göre yeniden dizayn edeceklerdir. Bu bağlamda önümüzdeki dönem Türkiye halkları açısından (Ortadoğu’daki emperyalist denklemlerin de etkisiyle) ciddi saldırılarla karşı karşıya kalınacak bir dönem olacaktır. Saflar yeniden oluşacak, sınıf savaşının gerekleri ve bize yüklediği sorumluluklar ‘yapar gibi görünmeyi’ değil, gerçekten yapmayı dayatacaktır. Bu, iyi değerlendirilebildiğinde, devrimci imkanların çoğaltılabileceği bir süreç de olabilir.

-Sizce parlementonun yeri toplumsal mücadeleler açısından daha mı önemli hale gelmiştir?

Yücel: Parlamentoyu bütünüyle yadsımayan ama aynı zamanda anlamını da abartmayan bir bakış açısının sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Yapısal anlamda sistemin/rejimin hiçbir sorununa parlamentoda çözüm üretilebileceğini düşünmüyorum. Orası bir kürsü, bir teşhir alanı ya da işçi ve emekçilere sesimizi daha doğrudan söyleyebileceğimiz bir ‘mikrofon’ işlevi görebilir. Ama bundan ötesi değil.

“Herhangi bir seçim ‘başarısı’ ancak derinlikli bir devrimci çalışmanın ardından gelebilir”

Fatsa’yı ve Terzi Fikri örneğini yaratan bir geleneğin insanı olarak, herhangi bir sandık/seçim ‘başarısının’ ancak derinlikli bir devrimci çalışmanın ardından gelebileceğini söylemek isterim. Dolayısıyla devrimciler sokakta, fabrikada, okulda, mahallede örgütlü oldukları oranda bu örgütlülüğü parlamento gibi alanlara yansıtmayı tercih edebilirler. Bugün yaşamın hemen hiçbir alanında örgütlü olmayan solun seçime ve parlamanetoya bu denli önem atfetmesi ve yedeklenmesi bir özgüven bunalımının sonucudur.

AKP’ye ve faşizme karşı mücadeledenin büyük oranda buraya sıkıştırılması da bununla ilgilidir.

Kısacası, parlamentonun değil; sokaktan doğru örgütlenecek bir mücadele hattının öneminin daha öne çıkacağını söyleyebilirim.

 

Yarın: Birleşik Haziran Hareketi Konuşuyor II – Onur Balcı, Güler Ümüt, Merdan Yanardağ

Slide10