Saray mı, devlet mi?
Kurtuluş Kılçer, yazısında Ortadoğu'nun genelinde ve Türkiye'de yaşanan gelişmeleri değerlendirdi
Bugün Ortadoğu’da ve ülkemizde yaşanan gelişmeleri, süren savaş ve çatışmaları belli bir doğrultuda ele almak gerekir. Meseleyi, güncelliğe hapsolarak anlamlandırmaya çalışmak çok eksikli olacaktır.
Başlıkta sorulan sorunun bir kısmına yanıtımız açık olmalı: Bugün Kürt illerinde yaşanan çatışmayı ve devlet şiddetini Saray’da oturan bir adamın başkanlık takıntısı üzerinden açıklamak sığ kaçacaktır. Bunu, bugün yeni bir rejimi oturtmaya çalışan sermaye devletinin, bölgesel gelişmeler veri alındığında, temelden bir politikası olarak görmemiz gerekiyor. Ne kadar bütünlüklü ve stratejik meselesi ise ayrı bir konu… Kaldı ki başkanlığı ve yeni anayasayı bugünkü sermaye devletinin bütün güçlerinin tartışmaya hazır oldukları bilinmelidir.
O yüzden bugün yaşanan çatışma ve devlet şiddetinin nedenlerini görmek açısından daha büyük bir pencereye ihtiyaç bulunuyor.
Emperyalizm, yeni bir hegemonya peşindedir. Türkiye ise, 1923 paradigmalarıyla değil yeni paradigmalarla okunmalıdır. Bölge yani Ortadoğu, eski statükosunu çoktan yitirmiştir yeni bir oluşum içindedir. Rusya ne SSCB ne de 1991 yılından kalma pozisyondadır. Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kuruluşu gündemdedir, bunun bir ayağı Suriye’nin kuzeyidir. Suriye ve Irak’ta ortaya çıkacak sonuç bu açıdan Türkiye’yi esastan ilgilendirmektedir. Daha önce defaetle yazdığımız gibi (bakınız TKH basın açıklaması) ülkemizde bazı ilçelerde yaşanan “sokak savaşlarına”, “Kürt’lere savaş açtılar” şeklindeki basit bir yaklaşımla ele alınamayacak kadar geniş bir çerçeveden bakılması gerekir. Bugün devletin Kürt sorununda şiddeti, faşizmi ve baskıyı tercih ettiği ise buz gibi ortadadır. Yarın çözüm süreci gibi başka politikalar gündeme geldiğinde ise bu şaşırtıcı olmamalıdır.
Yapılmak istenenleri kabaca baktığımızda bazı noktaların altı çizilmeli: Emperyalizm, soğuk savaşın dengesini bozmuştur. Bu dengede yeni bir hegemonya kurma adımları atmış, özellikle Çin-Rusya-İran gibi güçlü devletlerin alanlarını daraltacak girişimlerle yolunu çizmeye çalışmıştır. Yugoslavya bir örnek, Gürcistan bir örnek, Ukrayna bir örnek. Irak yakın tarihte ve bugün Suriye’de yaşananlar, “verili statükonun” baştan aşağıya değiştiğinin somut olgularıdır. Rusya’nın nasırına basıldıkça, sinen değil, bir aktör olarak devreye girdiği başka bir politikaya sahip olduğunu ise ayrıca yazmak gerek. Rusya’nın emperyalist olup olmadığı tartışmalarına ise tam da buradan bakmalı. Genel olarak İsrail’in çıkarlarının belirleyici olduğu bir yaklaşımı da eklemeliyiz bu tabloya. Suudi Arabistan ve Türkiye, emperyalist ittifakın parçasıdır ancak yaşanan değişimde daha fazla nasıra sahiptir ve aktif bir yerde pozisyon almaktadırlar. Büyük devletlerin direksiyon kırmaları ile politika değişimleri bu ülkeleri daha fazla dinamik hale getirmektedir.
Türkiye açısından durum çok karmaşık değil. Kuzey Irak’ta kurulacak bir Kürt devleti, Birinci Cumhuriyet’in kırmızı çizgisi idi. Artık bu nokta çoktan aşıldı ve Kuzey Irak’ta kurulması gündemde olan Kürt devleti, bugün, Türkiye Cumhuriyeti açısından hamiliğinin üstlenilip üstlenilmeyeceği gibi bir noktaya gelmiştir. Yeni bir sorun ise bu sefer kuzey Suriye’de ortaya çıkan “kantonlar” olmuş, bugün bu sorun Türkiye açısından yeni bir kırmızı çizgi haline getirilmiştir. Rusya’nın müdahalesi bu sorunu daha çetrefilli hale getirmiş, aynı zamanda ABD ile PYD arasındaki işbirliği, kurulan güncel ittifaklar da Türkiye devleti açısından sıkıntılı bir durum yaratmıştır.
Bu açıdan Türkiye’nin alanı dardır. Büyük devletlerin hamlelerine bağımlı bir dış politika dışında bir almaşık AKP iktidarı için mevcut değildir. Kuzey Irak’ta asker bulundurup Irak’tan pat diye askerleri geri çekip, Katar’da üs açma, İsrail ile yeniden anlaşma ve Suudi Arabistan’ın öncülüğünde kurulan ittifaka girme arasında bu açıdan genel olarak bir çelişki bulunmamaktadır. AKP dış politikasının, bir sınırı olduğu ve son 3-4 yıldır kendince zorladığı noktaların tıkandığı bilinmelidir.
Kürt siyaseti açısından da alanın çok geniş olduğunu söylemek mümkün değil. Bölgesel güçlerin dengelerine ya da boşluklarına oynayacak bir politika, bölgesel güçlerin hamlelerine bağımlı bir çerçevenin içinde ele alınmalıdır. Burayı bozacak bir “oyunbozanlık” bugün için pek görülmemektedir.
Bugün yaşanan çatışma ortamının ve devlet baskısının iç savaş görüntüleri ortaya çıkarttığı tablo bu genel fotoğrafın bir parçası olarak okunmak zorundadır.
Devlet, AKP ve yandaşları, Türkiye üzerinde oyun oynanıyor, bunu görelim demektedirler, bunu propaganda etmektedirler.
Kürt siyaseti, Kürtlere faşist bir baskı var, Kürdistan faşizme mezar olacak söylemi üzerinden bir siyasal söylem tutturmuş bulunuyor.
Bu söylem ve karşıtlıklar içinde bugün yaşananlara bakarken daha geniş bir ufka sahip olmak gerekiyor.
Sermaye düzeninin bir “saray” sorunu vardı. Bugün artık buranın belli açılardan “aşıldığı” başka bir düzleme geçtiğimiz görülmeli. O yüzden Saray’a takılmış kalmış bir politika değil, topyekün emperyalizm, sermaye ve bölge savaşları sorunu ile karşı karşıya olduğumuz bilinmeli… Geziciler nerede diye sorulan soruların bu açıdan bir karşılığı bulunmuyor; yeni bir düzlem oluştu ve yeni bir politik eksen çizilmeli…
Bu politik eksenin baş paradigmaları ise anti-emperyalizm ve ikinci cumhuriyet rejimi karşıtlığı olmalıdır.
Suriye’de Esad’ın direnmesine yönelik tutum başkadır, Barzani’nin kuracağı Kürt devletine dönük tutum başkadır. Türkiye’de Kürt sorununa farklı bir politik eksenin paradigmaları üzerinden bakılmadıkça, güncelliğin geçici rüzgarına göre konum almak sosyalistleri yaprak gibi oradan oraya savuracaktır.
Bugün gerek emperyalizme gerekse AKP iktidarına karşı verilecek mücadelenin temel gücü olan işçi sınıfının siyasal hareketi hangi eksenden ve biçimle yükselecek? Soru budur.
Bu köşe yazısında şimdilik bu kadar…