Solun 1 Kasım imtihanı: Çöken tezler
Son iki yıllık dönemde solun belli bölmelerinden ortaya konan ve çöken tezler
Erken tespitler her zaman hata yaptırır. Bu açıdan bu yazıda ele alınacak başlıklar geleceğe dair bir öngörü penceresinden bakmak için değil, geçmişte yapılan “kadim tespitlerin” bugün nereye evrildiğini göstermek içindir. Yani geleceğe dair erken tespitler yapmıyoruz, bu yazı da geçmiş tartışmaları referans almaktadır.
“Erken tespitler hata yaptırır” sözü bugün kaçınmamız gereken bir yönteme işaret ettiği kadar, aynı şekilde geçmişte yapılan tespitlerin uğradığı akıbeti göstermesi açısından da değerlidir. Türkiye sol hareketinin bir dizi bölmesi, tarihsel bir çerçeve içinden bakmamış, güncel reflekslerle davranmış, bir kısmı ise bu tespitleri bir tarihsel çerçeve içine yerleştirerek bu sürece müdahale yolunu aramıştır.
“Müdahalecilik, statükoyu kırmak, arayış, yeni bir sol, yeni bir mantalite” gibi kavram setleri ile “siyaset yapmak” gibi tanım ve ifadelerle kendini var eden siyasal tarz kendince bir tarihsel çerçeve çizmiş, bu çerçeve üzerinden son iki yıllık mücadele hattını örmeye çalışmıştır. Aslında söz konusu olan yanlış Türkiye ve dünya okumasının getirmiş olduğu erken tespitlerin kurbanı olmak durumudur.
Bu yanlış okumanın bir tarafında ise telaş vardır. Bu telaşın temel nedeni ise sağlam bir ideolojik çerçevenin bulunmayışıdır. Bu durum, Türkiye tarihinin en önemli halk ayaklanması olan Haziran Direnişi’nin yanlış değerlendirilmesine zemin hazırlamıştır. Ortada büyük bir olanak vardır ancak bu olanak ne yazık ki içine girilen psikolojinin ve telaşın, “hemen müdahalecilik” şeklinde tanımlanabilecek bir çocukluk hastalığının nüksetmesine neden olmuştur. Bu nüksetme hali örneğin Türkiye sosyalist hareketi düşünüldüğünde en fazla devrimci demokrat kesimlerde görülmesi beklenirken bu sefer Türkiye solunun başka bölmelerine de sirayet etmiştir. Nedeni, biraz önce söylediğimiz gibi, sağlam bir ideolojik çerçevenin bulunmayışıyla ilgilidir.
Öznelliğin bu şekilde karakterize olması, nesnelliğin yanlış okunmasının temel nedenidir. Girilen yolun çıktığı kapı reformizm ve çöken tezler olmuştur. Şimdi 1 Kasım seçimlerinde solun bir dizi bölmesinin aldığı tutumun temel dayanağı olan tezlere tek tek bakma zamanı geldi.
Dediğimiz gibi erken tespitler hata yaptırır. Ancak sanırız buradaki sorun erken tespitlerden daha ziyade basbayağı çöken tezler olmasıdır. Seçimlerden önce kongre belgelerine bile “emperyalizm sarsıcı krizler içinde, AKP rejimi ise çöküşte” başlığı atan görüş ve siyasetlerden bahsediyoruz. O yüzden burada ele alınan görüşler, kelime kelime ifade edilmese de son kertede bir yaklaşımı göstermesi açısından ele almamız sanırız haksızlık sayılmayacaktır.
Çöken Tez 1: AKP rejimi çöküşte
Bu tezin iki sorunu bulunuyor. Birincisi yaşadığımız düzeni AKP rejimi olarak adlandırmak. AKP gitse ya da gerilese bile AKP’nin kurucu olduğu ‘yeni rejimin’, devrimci koşullar olgunlaşıp, sosyalist devrim gerçekleşmediği sürece devam edeceğini bugünkü siyasal gerçeklik yeterince gösteriyor. AKP’ye muhalif olanların bile AKP tarafından getirilen düzeni karşılarına almadıkları bilinmeli. Sermaye sınıfı ve emperyalizm kurulan yeni rejimin en büyük destekçileri.
Bu tezin ikinci sorunlu noktası ise AKP iktidarının çökmekte olduğuna dair temelden ve esastan bir yanlış içermesi. 1 Kasım seçimleri bu konudaki tartışmayı bitirmiştir. AKP’nin kuruluş misyonunun tükenmiş olması bittiği anlamına gelmiyordu. 13 yıllık iktidarında karşılaştığı sorunlar neticesinde yeni misyon edinmesi mümkündü. Bu açıdan İkinci Cumhuriyet ister AKP’li ister AKP’siz yeni bir yapılanmaya girecekti. Görülemeyen budur. Seçimler, sermaye düzeninde bunun nasıl olacağına karar vermiştir.
Aynı zamanda AKP rejiminin çökmekte olduğu tezinin başka destek noktaları da yanlış oluşturulmuştur. Ekonomik kriz, ideolojik kriz ve siyasal kriz tespitleri yapılmıştır. Ekonomik kriz olduğu açık, ancak bu krizin etkileri ve açığa çıkması beklenildiği gibi İkinci Cumhuriyet’in çökeceği anlamına gelmiyordu. Siyasi kriz tespiti ise çok önemlidir ve bu tespiti yapabilmenin belli şartları vardır. 7 Haziran seçimlerinden sonra koalisyon kurulamamasına rağmen, yönetim boşluğu örneğin oluşmamıştır. Bu tespite bazı kesimleri taşıyan sorun ise devlet, sınıf ve hükümet bağlamında görece farklı düzeylerin teorik olarak karıştırılmasıyla ilgilidir.
Çöken Tez 2: Emperyalizm büyük ve sarsıcı krizlerle yenilmekte
Dünya çapında emperyalizmin kriz içinde olduğu açık. Özellikle 2008 yılında görülen mali kriz önemli. Ama emperyalizmin kriz dinamikleri ile krizi erteleyebilecek “karşı dinamikler”in görmezden gelinmesi ciddi bir zaaftır. Örneğin Syriza deneyimi, bir umut değil, tersine emperyalizmin krizinde hafifletici bir ögedir. Aynı şekilde Ortadoğu’daki gelişmeler, emperyalizmin tel tel dökülmesi değil, müdahalesinin sonuçlarının toparlanması süreci idi. Emperyalizm her istediğini yapamadı, ancak Irak ve Suriye bugün parçalanma ve iç savaş içindeyse bunun emperyalizmin müdahalesiyle ortaya çıktığı nedense görülemedi. Emperyalizm bu açıdan kağıttan kaplan değildi. “Üst akıl yoktur” önermesiyle emperyalizm karikatürize edildi.
Çöken Tez 3: Halk faktörü devrede
Tipik bir devrimci demokrat görüştür. 2013 Haziran direnişinde ortaya çıkan büyük halk ayaklanmasına öncülük değil, bu direnişi ortaya çıkaran kitlelerin durumu statik olarak ele alınmıştır. Bunun yanında Haziran Direnişi’nin eksik yanları ise görmezden gelinmiştir. Öncülük, program, örgütlülük ve işçi sınıfının yokluğu Haziran Direnişi’nin eksik yanları olarak tespit edilmeliydi.
İkincisi halk faktörü sokak ile ilgilidir. Sokağı sandığa mahkum ederek bu dinamiğin ehlileştirilmesi halk faktörünü ortadan kaldırmak demektir. Birleşik Haziran Hareketi, bu açıdan önemli bir çıkış iken, bu hareketin bağımsız siyasal hattı yerine HDP ve CHP çatısı altında yer edinmeye çalışan siyasal önermelerin ampirik sonucu bu olmuştur.
Çöken Tez 4: Haziran Direnişi bitmedi sürüyor
Haziran Direnişi, Türkiye’nin gen haritasını değiştirmiştir. Haziran Direnişi geleceğe büyük bir enerji de devretmiştir. Ancak “bu enerjinin nereye akacağı” temel sorusu yanlış sorulmuştur. Bu enerji düzen kanallarına akıtılmış, bunun somutlandığı yer ise İkinci Cumhuriyetçi partileri destelemek olarak ortaya çıkmıştır.
İkincisi ise Haziran Direnişi’ni bir başlangıç olarak görmektir. Hatta bundan böyle ‘sol Haziran eylemlerinin altına düşemez’ gibi laflar bile edilmiştir. Haziran Direnişi’ni bir başlangıç noktası olarak değerlendirilmiştir. Örneğin Birleşik Haziran Hareketi’nin sürekli etkisiz sokak eylemlerine zorlamak tam da nesnelliği göremeden öznelliğin müdahalesi olarak gündeme gelen iradeci bir yaklaşımın ürünüdür. Bu da karakteristik devrimci demokrat bir tarzın kendisinden başka bir şey değildir.
Halbuki, Haziran Direnişi, biriken büyük bir tepkinin pik noktalarından biri idi ve bunu alt sınır şeklinde kabul ederek bir yanılsama üzerinden hareket etmek yerine, ortaya çıkan enerjinin siyasal olarak nereye kanalize edileceğinin yolları üzerine kafa yorulmalıydı.
Kitlelerin hareketlenmesi ve geriye çekilmesi, sosyalist hareketin yüzyıllık pratiğinin ışığında üzerinde çok durulan konuların başında gelir. Kitlelerin her zaman hareket içinde olacağı beklentisi üzerinden “hareket etmek” hata yaptırmıştır. Bu konunun, nesnelliğin geriye çekiliş ileriye çıkış salınımları ile ele alınması her zaman daha doğrudur.
Çöken Tez 5: AKP gidiyor, bu sürecin parçası olmayan solun geleceği olamaz
Bu konuda keskin ve birbirinden farklı gibi görünen ancak aslında aynı kapıya çıkan iki tez vardır. AKP’nin ipi çekildi, üst akıl düğmeye bastı, burjuva restorasyonu olacak, AKP gidecek, solcular bu işin parçası olmamalı. İkinci görüş ise, AKP rejimi krizde ve çöküş içinde, nedenleri ne olursa olsun gidiyor, başka güçlerin de aynı şeyi söylemesi bizi hareketsiz bırakır, bu sürece müdahil olunmalı, AKP giderken bir tekmede biz vurmalıyız. Her iki görüşün de ortak noktası AKP’nin “kesin” gittiğidir. Bu görüş çökmüştür.
Kesin ve keskin saptamalar yerine sürecin yönelimlerini görmek, o açıdan, siyasi müneccimlik, siyasi ‘totoculuk’ ya da siyaset mühendisliğinden uzak durmak gerekirdi.
Analiz yapmanın küçümsendiği, analiz yapanların masa başında ahkam kestikleri, içe kapanacakları, siyasetin dışına düştükleri şeklinde suçlamaların yapıldığı bir söylemle birlikte temel olarak ifade edilen şuydu: AKP gidiyor, kim götürürse götürsün, sonu nereye çıkacaksa çıksın, bu sürecin parçası olmayan solun geleceği yoktur.
Aslında AKP’nin nasıl gideceğine dönük farklı ve doğru görüşlerin karşısına çıkan reformist görüş, reformizmini “müdahele ediyoruz-devrimcilik yapıyoruz” retoriğinin arkasına saklamıştır.
AKP gitmemiştir, ikinci olarak AKP zaten bu şekilde geriletilemezdi. AKP’nin geriletilmesi sandık siyaseti ile değil halk faktörünü canlı tutacak ve AKP’ye meşruiyet katacak bütün adımlardan uzak durmak ile ilgiliydi. AKP gidebilirdi, bugünkü siyasal tablo yerine İkinci Cumhuriyet’in başka bir versiyonu da ortaya çıkabilirdi. Mesele bunun parçası olmak ile olmamaktı. Saray karşıtlığı üzerine tekleştirilen siyasetin geldiği yer bu açıdan reformizm olmuştur.
Reformizm, “ben HDP ve CHP ile yan yana duracağım, çünkü siyaset yapıyorum” diyordu. Yani HDP ve CHP ile birlikte AKP’nin gidişine ortak olmak istiyordu. Biz ise tam da buna reformizm diyorduk. Siyaset yapmak ile devrimci siyaset arasındaki temel fark da buydu.
Düzen karşıtlığı, siyasetin dışına düşmek asla değildir. Düzen içi siyaseti, siyaset yapmak olarak öne sürmek ise büyük bir sihirbazlıktır.
Çöken Tez 6: Toplumsal dinamikler ayakta, bu dinamikler içinde devinmek gerek
Bugün ortada bir toplumsal dinamik olup olmadığı tartışmalıdır. Potansiyel olarak ise ciddi bir birikim vardır. Toplumsal dinamik dendiğinde ise arkasında devrimci bir öncünün bulunması gerekir ki, bu konuyu başka bir yazıya bırakarak değinip geçmek gerek.
Siyasal örgütlenmenin ve öncülüğün geri çekildiği, toplumsal dinamiklerin kutsandığı bir siyaset tarzı toplumsal dinamiklerden menkul bir çerçeve ile hareket etmeye yol açmıştır. Hata da tam burada yapılmıştır. Bu siyaset tarzı, örgütlü siyaseti devre dışı bırakmaya çalışmış, siyaseti toplumsal dinamikler içinde devinimden ibaret saymıştır.
Toplumsal dinamikler elbette önemlidir ama bu dinamikler ile öncülük misyonunun nerede nasıl şekilleneceği birbirine karıştırılmamalıdır. Toplumsal dinamikler içerisinden öncülerin çıkması başka bir şeydir, toplumsal dinamiklerin varlığının öncülüğü ikame etmesi ise Leninizm ile ilgisi olmayan sivil toplumcu yaklaşımları çağrıştırmaktadır.
Çöken Tez 7: Yaşadığımız dönem 1848 ve 1968 dönemine benziyor
Yukarıda sıralamaya çalıştığımız yaklaşımları bir tarihsel çerçeveye oturtmak için içinden geçtiğimiz dönemi 1848 ve 1968 dönemine benzetme çabaları olmuştu.
Haziran Direnişi sonrası ülkemizdeki gelişmeleri, 1848 burjuva devrim süreci ile 1968 Avrupa’daki gençlik hareketlerini karşılaştıran bir değerlendirmenin aslında başka bir doğrultusu vardı. Çünkü bu tarihsel olgular sosyalizmi değil, demokratik dönüşümleri işaret ediyordu.
Bu yaklaşım Türkiye sosyalist hareketinin, burjuva demokratik dönüşümlerin bir parçası olmasının neden gerekli olduğuna ikna etmenin bir tarihsel arka planı olarak sunulmuştu. Sosyalizmden ricat ve demokratik dönüşümleri öne çıkarmak. Açıkçası Türkiye sosyalist hareketinin kadim tartışmasının yeniden ısıtılıp önümüze getirilmesinin yarattığı sorunu tarihsel örneklerle açıklama girişimiydi yapılan.
Ancak bugün içinden geçtiğimiz dönem İkinci Cumhuriyet’in yerleşme dönemiydi. CHP ve HDP’de bu açıdan İkinci Cumhuriyet rejimi dışında bir zemine yaslanmıyordu.
Çöken Tez 8: 1960’larda Yön çizgisi ile sosyalizmin arasını açtık, şimdi HDP söz konusu olunca aynı hatayı yapmayalım
1960’lı yıllar bir yandan TİP’li yıllardı, bir yandan da Doğan Avcıoğlu önderliğinde YÖN Dergisi’nin ideolojik ve siyasal ağırlığının bulunduğu bir dönem. Örneğin Türkiye’de sosyalist devrimci hattın karşısında “milli demokratik devrim” tezinin belli açılardan referans noktası YÖN Dergisi olmuştu. Avcıoğlu çizgisi, asker-genç zinde güçlerin öncülüğünde bir demokratik devrim ve bağımsız Türkiye talebiyle ulusal sol bir hattı temsil ediyordu. Dönemin sosyalist hareketi, özelde TİP, bu görüşle arasına mesafe koymuş, sosyalist devrim hattını sahiplenmişti. Sosyalist hareketin, YÖN çizgisi ile arasına mesafe koymak yerine farklı bir tutum almasının dün açısından sonuçlarının farklı olacağını ifade eden bu tez, bugün de HDP ile mesafe kapatmanın neden gerekli olduğunun arka planını tarihsel bir örnek üzerinden tarif etmeye kalkışıyor. Ancak küçük bir sorun bulunuyor: Bugün Sovyetler Birliği yok! Dün Sovyetler Birliği’nin varlığı koşullarında YÖN çizgisinin arkasında durmak gerektiğinin tartışılır bir yanı varken bugün laiklik ve anti-emperyalizm konularında bile sağda duran bir parti ile aranın açılmamasını savunmanın kabul edilebilir bir yanı bulunmuyor.
İkincisi, geçmişe dair olarak, benzer tarihsel süreçlerin yaşandığı ülkelerde benzer siyasi akımların sosyalizmi nasıl ertelediği ve yasakladığı da biliniyor.
Üçüncü olarak zayıf halka ülkelerde devrimin güncelliğine inanmıyorsak bu tez bizi Leninist bir örgütlenmenin de gereksiz olduğuna -mantıki bir sonuç olarak götürür.
Bu tezin gündeme getirdiği “taş devri Leninizm’i” olarak ifade edilen şey bu olsa gerek!
Çöken Tez 9: HDP’yi desteklemek AKP’yi geriletmektir
AKP’nin geriletilmesinin yolu seçimlere bağlanmıştır. HDP’nin barajı geçmesi AKP’nin geriletilmesinin tek yolu olarak görülmüştür. 7 Haziran seçimleri öncesi yapılan tartışmalarda iki anahtar partinin olduğu, bunlardan birisinin de MHP olduğu açıktı. HDP-MHP karşılıklı kutuplaşmasının başka sonuçlar doğuracağı bilinmeli ve bu AKP’nin geriletilmesi konusunda mutlaka değerlendirilmeliydi. HDP’nin yükselişi milliyetçi tepkileri büyütebilir, tersinden MHP’nin güç kaybetmesi AKP’yi güçlendirirdi. 1 Kasım seçimlerinde ikincisi olmuştur.
Bu durum Türkiye’deki siyasi dinamiklerin yeterince kavranamamasının ve genel olarak liberal etkinin altında kalınmasının sonucudur. Kaldı ki liberaller HDP’nin barajı geçmesini, AKP’nin ise yalnızca törpülenmesini istemişlerdi. Kürt sorununda çözüm Kemalist bir CHP ya da faşist bir MHP ile mümkün değildi.
Çatışma ortamı bütün bu niyetleri-beklentileri bozmuştu. Ancak 1 Kasım seçimleri, liberaller açısından, tam da böylesi bir sonucu bugün ortaya çıkarabilirdi.
Liberal virüs, Türkiye solunun bir bölmesine sirayet etmişti.
Çöken Tez 10: İkinci Cumhuriyet yerine ‘faşizm geliyor’u görmek
Türkiye solunda basmakalıp genel geçer söylemler vardır. Bunlardan biri de faşizmdir. Faşizm, kapitalizmle ve sermaye sınıfı ile bağları görülmeden ele alınamaz.İçeride baskıcı ve milliyetçi dışarıda yayılmacı ve savaşçı bir yönetim olarak faşizm Türkiye kapitalizmin gelişkin düzeyi ve yönelimi ile ilgilidir.Sermaye sınıfının yeni bir yönelim içinde olmadığı ve yeni bir sermaye birikim süreci yaşamadığı açık. Aynı zamanda emperyalizme bağımlı bir ülke olarak Türkiye’nin bugün “faşist diktatörlük”e doğru gittiğini söylemek Türkiye kapitalizmi için başka saptamalar yapmayı da beraberinde getirmesi gerekir.
Sermaye düzeni bir süreklilik taşımaktadır. Sermaye sınıfının iktidarı ve çıkarları bugün bakidir. Mesele bu sınıf diktatörlüğünün, AKP ile birlikte yeni bir rejimi gündeme getirmiş olmasıdır. Bu rejim adlı adınca 1923 yılında kurulan Cumhuriyet’in yıkıldığı İkinci Cumhuriyet rejimidir. Bu rejimin sahipleri sermaye sınıfı ve emperyalizmdir, siyasal kurucu partisi ise AKP olmuştur.
1 Kasım seçimleri sonrası, İkinci Cumhuriyet’in yerleşme sancılarını aşacak önemli bir kavşak dönülmüştür. Bu rejim baskıcı bir rejim olacaktır.
Çöken Tez 11: Komünist Manifesto, Engels’in mektubu ve Sol komünizm kitapları da aynı şeyi söylüyor
Sosyalist siyasette benzer tartışmalar olduğunda, literatür taramasına girişilir, klasiklerden alıntılar sıralanır ve referans olarak dayanak yapılmaya çalışılır. Yukarıda saydığımız kaynaklar bugüne kadar devrimci siyaset kulvarına çıkıldığında benzer şekilde hep gündeme getirilmiştir.
Yani Komünist Manifesto’da işçi sınıfı partilerinin yaklaşmakta olan burjuva devimlerini desteklemesi gerektiği tezi gündeme getirilir. Engels’in Fransa’da Sınıf Savaşı kitabına yazdığı önsözdeki “seçimlerin işçi sınıfı için önemli bir silah olduğu” görüşü seçimlerin önemli olduğunu gündeme getirmek için öne çıkarılır. En gerici kurumlarda bile çalışmak gerektiğini yazan Sol Komünizm kitabı sosyalist olmayan partileri desteklemek gerektiğini savunanlar tarafından meze yapılır. Bugün de 1 Kasım seçimlerinde HDP’yi desteklemek için benzer yöntem yine gündeme gelmiş, bu kaynaklar üzerinden tezler üretilmiştir.
Oysa ki klasikleri kendine dayanak yapmaya çalışan bu tezler çökmüştür
Komünist Parti Manifestosu, işçi sınıfının siyaset sahnesinde ilk kez yer aldığı ve burjuva devrimler döneminin bir metnidir. Sonrasında Marx’ın yazdığı eserlerde sınıfın bağımsız örgütlenmesi tezi gündeme getirilmiştir. Manifesto’da yazanlar bu açıdan bizzat Marx tarafından daha ileriye taşınmıştır.
Engels’in yazdığı önsözde Alman Sosyal-Demokrat Partisi’nin seçimlerdeki etkisi bağlamında “barikat-seçim” karşılaştırması üzerinden seçimlerin de etkili bir silah olarak kullanılması gerektiği ele alınmıştır. Ancak bu ünlü paragraftan hemen sonra “barikatların yine önemine” dair vurgu ise bizzat sansürlenmiştir. Sansürlenen kısım nedense hep atlanmaktadır.
Sol Komünizm ise başka bir gerçeğe işaret etmektedir. Hazır olmayan sınıf partilerinin devrim kalkışmasına ve Avrupa’daki komünist partilerin bu bağlamda ne yapması gerektiğine dair görüşler ifade edilir bu kitapta. Leninizm ve zayıf halka ilişkisini belirterek bu konuyu burada kesmek sanırız yeterli bir yanıt olacaktır.
***
1 Kasım seçim sonuçları üzerine başka değerlendirmeler de yapılabilir. AKP iktidarının provokasyonlarının ve maniplasyonlarının şekillendirdiği bir siyasal atmosferin sonuçları mutlaka analiz edilmeye değer. Bunun yanında Kürt siyasi hareketinin “hendek” siyasetinin İkinci Cumhuriyet rejimine karşı mücadelede nereye oturduğu konusunda sosyalist hareketin söyleyeceği sözler olmalıdır.
Ancak bütün bunlardan öte söylenmesi gereken iki olgu vardır. Birincisi düzen muhalefeti yenilmiştir. İkincisi ise Haziran Direnişi’ni düzen muhalefetinin kuyruğuna takan ve AKP’yi meşrulaştıran siyasal çizgi başarısız olmuştur. 7 Haziran seçimlerinde sosyalist hareketin bağımsız siyasal hattının toplumsal karşılıkları yaratılabilirdi ve 1 Kasım seçimleri yekten karşıya alınabilirdi.
Lenin, 1905 yılında, “işçilerin ve köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü” politikasını gündeme getirmişti. Bir arayış idi ancak başarılı olamamıştı. Fakat devrimci bir hatttan ve bağımsız siyasal çizgiden asla taviz vermemişti.
“Haziran Direnişi sonrası “öncülük anlamında” yeni bir strateji geliştirdik, Haziran’da ortaya çıkan halk faktörünü devreye sokup, HDP ile ittifak yapıp, çökmekte olan AKP’nin devrilmesinin içinde yer alacaktık, ancak olmadı, bizim arayışımızın arkasında bu vardı” gibi yanlışlanmış ve başarısız tezlerin arkasına kimse sığınmasın. Hele hele çöken tezlerin hesabı verilmeden, çuvaldız batırılacak kimse aranmasın!
Türkiye solu korktu, bu stratejiyi uygulayamadı, eğer herkes uygulasaydı, statüko kırılabilseydi, cesaret gösterilseydi sonuç başka olurdu gibi ayakları havada ve Türkiye’nin siyasal, toplumsal ve sınıfsal dinamiklerini görmeden ortaya atılan tezler abesle iştigaldir. Yukarıda ifade edilen tezlerin sahipleri kulaklarının üzerine yatmayı mı planlamaktadır?
Uzun lafın kısası: “Hayaller Paris, gerçekler Eminönü!”. Türkiye devrimi Eminönü’nden başlayacak!