Solun Statükosu
Adı konulmamış bir statüko vardır Türkiye sosyalist hareketinde. Bu statükonun adı çemberi kıramamaktır. Herkes çemberi kırmak istediğini söyler, bulunduğu durumdan çıkmak gerektiğini iddia eder, solun makus talihini yenecek bir çıkış arar, solun güçsüzlüğünden yakınır. Çember kırılmalıdır. Çemberi kırmak için arayışlar gündeme gelir. Şimdi moda oldu. Analizcilik ile siyasetçilik arasındaki farklar yazılıp çiziliyor. Sadece ülkeyi, dünyayı,... View Article
Adı konulmamış bir statüko vardır Türkiye sosyalist hareketinde. Bu statükonun adı çemberi kıramamaktır.
Herkes çemberi kırmak istediğini söyler, bulunduğu durumdan çıkmak gerektiğini iddia eder, solun makus talihini yenecek bir çıkış arar, solun güçsüzlüğünden yakınır.
Çember kırılmalıdır. Çemberi kırmak için arayışlar gündeme gelir.
Şimdi moda oldu. Analizcilik ile siyasetçilik arasındaki farklar yazılıp çiziliyor. Sadece ülkeyi, dünyayı, siyaseti analiz etmek yetmez, bununla birlikte müdahale etmek gerek denir. Bu söze ne söylenebilir ki?
Basit bir önermeyi, büyük bir buluşmuş gibi tekrar etmenin bir manası var mıdır? Düşünmek ve değiştirmek fiilleri arasındaki o büyük farkı kimse yeni fark etmedi. Birileri dünyayı yorumlarlar, aslolan dünyayı değiştirmektir diyeni de; teori gridir, hayat yeşil sözünü söyleyeni de gayet iyi biliriz. Bütün devrimcilerin bildiği bir şeyi tekrar etmenin faydası yok.
“Analiz yetmez, siyaset yapmak gerek” doğru sözünün arkasından ise şunu söylemek icab eder: Hangi siyaset?
Bu sorunun arkasını yine her devrimcinin bildiği özlü bir sözle tamamlamak gerek: Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmuyor!
Buradaki anahtar kelime, teori ve pratiğin sıfatı olan devrimci kavramıdır.
Türkiye sosyalist hareketinin statükosu tam da burada başlıyor. Devrimci bir çıkışı, eylemi, söylemi, hareketi yaratmak yerine güncelliğin dayatmaları altında kalınıp “çemberi kırmak” adına güncele takılmaktır söz konusu olan. Buradan öncülük çıkmaz, olsa olsa artçılık gündeme gelir.
Elini verip kolunu kaptırma korkusu değildir bu, başlı başına başka bir davranış biçimidir. Atları arabanın önüne değil, arkasına koymadır!
Türkiye sosyalist hareketi, bugün içinde bulunduğu durumdan kurtulmak, yaşadığı sıkışmayı aşmak, kendisini çevreleyen çemberi kırmak adına siyaset yapmak gerektiğini vaaz edip, “hangi siyaset” tartışmasına girmezse, yaptığı şey siyaset değil ancak ve ancak “siyaset yapmaya güzelleme” olur!
Ancak “analizciliği eleştirip siyaset yapmak gerek” doğru sözünü tekrar etmenin anlamı aslında bambaşkadır: Yanlış siyasetin üzerini örtme kılıfıdır “bakın biz analiz değil müdahale ediyoruz” demek… Siyasetin ve müdahalenin içeriği, doğrultusu, hedefi ve etkisi tartışma konusu edilmeden dillendirilen bu söylemin skolastik yanı açıktır.
Türkiye sosyalist hareketi, dünden bugüne “siyaset” adına, “güncele müdahale adına”, “çemberi kırmak” adına hep bir çemberin içinde dönüp durdu. Statüko bu çemberin içinde kalmaktır ve Türkiye sosyalist hareketinin bir dizi bölmesi bu statükonun parçası olmaktan hiç kurtulamadı.
Bu statüko özünde şudur: Düzenin siyasi güçleriyle adlı adınca “ilişkilenmektir.” Çemberin kırılması hep buralardan arandı, çemberi kıracak bir siyasal güç oluşturma yerine, bu çemberin içinde dönüp duran ve ara ara bu çemberi zorlayan siyasal güçlerden medet umarak büyük umutlar beslendi.
1977 seçimlerinde CHP’den umut beslendi. Faşizm geliyordu, düzenin sosyal-demokrat partisi desteklenmeliydi. Cepheler önerildi, sandıklarda oy istendi, solun önünün açılması değil tersine kapatılmasıyla sonuçlandı. Sosyal-demokrasi düzen karşıtı tepkiyi düzen içine akıtma rolünü bir kez daha oynamıştı.
12 Eylül sonrası, askeri cuntadan kurtulmak için Özal’dan umut besleyenler oldu Türkiye sosyalist hareketinde. Özal’ı 12 Eylül cuntasına karşı bir olanak olarak görenler, ülkemizi tam boy piyasaya açan Özal karşı-devrimciliğini görememişti.
Askeri vesayet rejiminden kurtulmak için “yetmez ama evetçilik” ne çabuk unutuldu. Bugün herkesin AKP karşıtı kesilmesi tam bir komedidir.
Türkiye sosyalist hareketinin bir dizi bölmesinin, Kürt siyasi hareketinin gölgesinde uzun süredir siyaset yaptığı biliniyor. Ancak statüko ne yazık ki bu şekilde de kırılmıyor. 1980 öncesinde CHP’ye biçilen rol bugün HDP’ye biçiliyor. Tek fark budur.
Elbette her konumun ve tutumun altında bir siyasal analiz ve değerlendirme yatıyor. Örneğin nasıl ki 1977 yılında faşizm tespiti ya da ileri demokrasi talebi doğrultusunda CHP desteklenebilecek bir güç idiyse bugün de Recep Tayyip Erdoğan şahsında faşizme ve otoriterleşmeye giden bir süreç saptamasıyla CHP ve HDP’ye tutunmak gündeme geliyor. Siyaset yapmak ve çemberi kırmak adına…
Ama bu iki partinin niteliği ortaya konmuyor. Gericilik, piyasacılık ve emperyalizm söz konusu olduğunda bu iki siyasal hareketin kimliğinin üzeri örtülmeye ya da mazur gösterilmeye çalışılıyor. NATO’yu gündeme getiren bir hareketi desteklemenin devrimcilikle bir alakası olamaz!
Analiz değil siyaset yapalım vaazı işte bu hangi siyaset sorusunun üzerine örtmekten başka bir şey değildir.
Türkiye sosyalist hareketi, yıllardır içinde bulunduğu statükonun başka bir versiyonunu yeniden gündeme getirmiş bulunuyor. Biz bu filmi görmüştük.
Gördüğümüz başka bir şey daha vardı. 1960 sonrası Türkiye İşçi Partisi’nin başarısı. İşte buradan tutulmalıdır; bugünün siyasal koşullarıyla dönemin siyasal koşulları düşünüldüğünde farklar olduğu açık, ancak sosyalizm çemberi kıracak bir çıkış yapmıştı Türkiye İşçi Partisi ile.
Türkiye sosyalist hareketi ışık olmalı, başkalarının ışığında pervane değil.
Türkiye solunun statükosu, düzen solundan medet ummaktır. Bugün de statükoyu kırıyoruz sözleri altında yılların statükosunun bir parçası olmak yenilik değildir. Başka bir şeydir…
Çemberi kırmak için önce bu statükoyu kırmak gerekir. Sosyalizmin bağımsız hattı, bugünün Türkiye’sinde, toplumsal bir güç haline gelecek nesnel olanaklara sahip. İkinci Cumhuriyet rejiminin kriz içinde olduğu bir tabloda yapacak çok şey var.
Ama yapılabileceklerin arasında 1 Kasım seçimlerinde destekçilik ya da oyunun parçası olmak yoktur!