Yontma Taş Devri'nden Cumhuriyet'e

Türkiye’nin Ankara’yla birlikte en önemli iki kentinden biri, kuşkusuz İstanbul. İstanbul’un ise simgeleşmiş mekânlarından biri de Taksim Meydanı’nı “meydan” yapan Cumhuriyet Anıtı.

Yontma Taş Devri'nden Cumhuriyet'e

Mete Hisarlıoğlu

“Prehistorya” olarak bildiğimiz tarih öncesi çağlardan günümüze uzanan süreci ele aldığımızda, ilkel insanın avcı-toplayıcı toplumdan tarım toplumuna ve yerleşik yaşama geçiş sürecinde oldukça önemli bir yere sahiptir “Taş Devri.” [1]

Taş Devri’ni; insanlığın alet yapıp kullandığı, sorun çözmeyi öğrendiği, vahşi hayvanlardan korunmak ve barınmak amacıyla mağaralarda yaşadığı ve mağara duvarlarına yapılan resimlerle birlikte “ilk sanat ürünleri”nin de ortaya çıktığı dönem olarak kabul ederek başlayabiliriz. Bu dönem, yazımızda incelemeye çalışacağımız “heykel (yontu)” alanında büyük bir yere de sahip. Araç yapımı ve kullanımıyla gelişen “yontu”culuk, doğal malzemeler olan taş ve ahşap üzerinde ilk örneklerini vermiş; tarım toplumunda bereket tanrıları ve diğer doğa tanrıları, yontularla betimlenmiştir. Keskin uçlu gereçlerin taş gibi sert yüzeylere oyulması/yontulması sonucu da bilinen ilk yazı olan “çivi yazısı” ortaya çıkmıştır. Tarih öncesi toplumlardan günümüze süregelen yontuculuk sanatının taşıdığı anlam ise doğrultu olarak pek de değişmemiştir. Kimi zaman bir tanrı, kimi zaman da bir toplum veya düşünce önderi olarak karşımıza çıkan önemli kişileri ve/veya olayları betimleyen yontular ve yontuculuk sanatı, resim ve mimarlıkla eş-güdümlü bir gelişme göstermiş ve daha önce de belirttiğimiz gibi, birlikte anılagelmişlerdir.

Laschaux’daki mağara resimleri [2] üzerinden örneklersek; oldukça yalın bir açıklama, bu ilişkiyi anlamamıza yetecektir. Barınma gereksinimini karşılayabilmek için insanlar öncelikle, dış etkilere karşı korunaklı mekânlar olan mağaralara yerleşmişler, başta taş olmak üzere, taş ve ahşap gibi doğal, sert ve dayanıklı materyalleri yontuculukla işleyerek mekânlarını biçimlendirmiş ve yaşantılarını da mağara duvarlarına resmetmişlerdir. İlkel olmasına karşın, söz konusu mağara resimlerinin ve bir diğer simge olan Stonehenge’in, kendilerinden çok daha yeni uygarlıkların yok olmalarına karşın, bugün bile sapasağlam kaldığını da bir ayrıntı olarak belirtelim.

Lascaux Mağarası; yaklaşık M.Ö. 15000

Lascaux Mağarası; yaklaşık M.Ö. 15000

Tarih-öncesi çağlardan günümüze uzanan çok-bileşenli yapı üretim süreçleri, uzun-erimli üretim ve kullanım sürelerinden kaynaklı olarak, teknolojik gelişmeleri geriden takip etmiş olsa da, uzmanlıklar arasındaki ilişki değişmemiş ve birbirlerine paralel gelişme göstermişlerdir. Mimarlık, resim ve heykel; evrimlerinin uzun süren kesitlerine karşın devrimlerin simgeleri olmaları bakımından biraradalıklarını sürdürmüşlerdir.

Bütün bu yazdıklarımızın bir çağrışım yapmış olabileceğini düşünüyorum: Evet, bir kez daha Gropius ve Bauhaus.

Bauhaus Manifestosu’nun son paragrafını hatırlayalım: “(…) zanaatkârlar ile sanatçılar arasında kibirli bir sınır oluşturan sınıfsal ayrımlar olmaksızın yeni bir zanaatkârlar birliği yaratalım! Geleceğin yeniden inşasını birlikte arzulayalım, tasarlayalım ve yaratalım: Mimarlık, resim ve heykel; bir gün tek bir biçimde birleşecek ve yeni inancın kristal simgesi olarak milyonlarca işçinin ellerinden cennete yükselecek.”[3]

İdealizasyon ve Yontu

Sanat ve mimarlık tarihinde yontuların önemi büyüktür. Antik Dönem olarak bilinen, Roma ve Yunan mimarlıkları, yontuculuk sanatında büyük gelişme göstermiş, modern işçi sınıfının ve mesleki uzmanlıkların oluşumundan önce kent planlaması da mimar-mühendisler tarafından yapılmıştı. Roma Mimarlığı’nın ayırt edici özelliği olan gridal (ızgara) planlamaya göre, kentte büyük önem taşıyan kamu yapıları kent merkezinde, kendisini tanımlayan büyük meydanlarla birlikte planlanır, bu meydanlar da, kendi ölçekleriyle uyumlu yontularla birer kentsel odak durumuna getirilirdi. Bir zamanlar Avrupa’nın neredeyse tamamına egemen olan Roma İmparatorluğu’nun, kendi mimarlık ve kent kültürüyle bütün bir Avrupa’yı biçimlendirdiğini ve Avrupa’nın büyük kentlerinin de etkileşimleri sonucunda bu yönden birbirlerine benzediğini söyleyebiliriz. Taş başta olmak üzere büyük ölçüde doğal gereçlerin kullanıldığı, mimarlık düşüncesinin de tanımlı bir üretime dönüştüğü ve uluslar-arası mimarlık biçeminin ilk örneklerinin verildiği bu dönemin teorik ve pratik bilgisini ise Romalı Mimar-Mühendis Marcus Vitruvius oluşturuyor. [4]

Leonardo Da Vinci’nin “Vitruvius Adamı”na konu olan Vitruvius’un önemi azımsanmayacak kadar büyük. Da Vinci’nin “Vitruvius” adamına esin kaynağı olan mimarın tanımına göre başarılı bir mimarlık; kullanışlılık, sağlamlık ve güzellik (utilitas, firmitas, venustas) ilkelerinin bütünlüğünden geçiyordu. Tam da bu noktada, adını sıklıkla dile getirdiğimiz Le Corbusier’nin de  “ideal insan”ı yaratma yönündeki girişiminde Vitruvius’dan etkilenmiş olabileceği yorumunu yapabilir ve üretimini akılcılık ve işlevselcilik kavramlarıyla ilkeselleştirmeye çalıştığını söyleyebiliriz.

Vitruvius Adamı, Leonardo Da Vinci, 1492(?)

Vitruvius Adamı, Leonardo Da Vinci, 1492(?)

Yunan mitolojisindeki tanrıların betimlenmesi sonucu Yunan yontu sanatı, Antik dönemde Minos ve Miken uygarlıklarıyla gelişme göstermiştir. Önceleri kaba ve orantısız yontuların üretildiği, daha sonra ise “idealizasyon” düşüncesinin gelişip de “oran” dizilerinin türetildiğini ve yontulara ifade katılması çabalarının gerçekçilik etkisini öne çıkardığını dile getirebiliriz. Bu gelişmenin de Roma kent planlamasını etkilediğinden hareketle, sözünü ettiğimiz yontuların; “mekânın kapsanıp kavranması ve onunla ilişki kurmayı amaçlaması” sonucunda Avrupa kent merkezlerinde yontuların tanımladığı meydanların kurgulandığından yola çıkarak; yontuların, “meydanları tanımlı hale getirerek onlarla ilişki kuran” öğeler olduğunu söyleyebiliriz.

Söz fazla uzatmadan çağımız üretimlerine biraz değinerek, öncesi ve sonrası olan her şey gibi, yontuların da toplumsal mekânlarla olan ilişkisine bakalım.

Fizik-Mekân ve Toplumsal Bellek

Türkiye’nin Ankara’yla birlikte en önemli iki kentinden biri, kuşkusuz İstanbul. İstanbul’un ise simgeleşmiş mekânlarından biri de Taksim Meydanı’nı “meydan” yapan Cumhuriyet Anıtı.

Taksim Cumhuriyet Anıtı, 1930’lu yıllar

Taksim Cumhuriyet Anıtı, 1930’lu yıllar

Kent merkezindeki yüksek konumu nedeniyle su-yollarının dağıtıldığı / taksim edildiği ve adını da buradan alan Taksim, yalnız İstanbulluların değil, yurt-içi ve yurt-dışından gelen çok sayıda insanın da uğrak noktası. Taksim’i bir kent meydanı olarak tanımlayan anıt; 1 Mayıs’ların, ulusal bayramların, toplumsal olayların gerçekleşmesinin sonucunda belleklerimizde büyük çaplı bir yer tutuyor. 1 Mayıs 1977 katliamı ve 2013 Haziran Direnişi gibi kolay unutulamayacak günlere tanıklık eden Anıt’ı, sıradan bir kent simgesi gibi görmenin ötesine geçip, önemli ayrıntılara vurgu yapmanın da zamanı geldi.

Taksim Meydanı, 1 Mayıs 1977

Taksim Meydanı, 1 Mayıs 1977

Taksim Meydanı, Haziran 2013

Taksim Meydanı, Haziran 2013

1925’te dönemin İstanbul milletvekili Hakkı Şinasi Paşa başkanlığında oluşturulan bir komisyonca halktan bağış toplanarak yapılması kararlaştırılan anıt iki buçuk yılda tamamlanır. 8 Ağustos 1928’de açılan anıtın, kaide ve çevre düzeni mimar Giulio Mongeri tarafından, yontu ve kabartmaları ise İtalyan yontucu Pietro Canonica’ya yaptırılmıştır. [5] İki genç Türk yontucu Sabiha (Bengütaş) Hanım ve Hadi (Bara) Bey’in yardımlarıyla Canonica’nın Roma’daki işliğinde üretilen yontunun, gemiyle İtalya’dan Türkiye’ye getirildiğini de söylemeden geçmeyelim.

1’inci Ulusal Mimarlık Dönemi’ni konu alan bir yazımızda, [6] İtalyan kökenli mimar Giulio Mongeri’den söz etmiştik. Yaşamı hakkındaki bilgilerimiz sınırlı da olsa, Dünya Savaşı öncesinde Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi)’nde ders verdiğini bildiğimiz Mongeri’nin en önemlisi olduğunu söyleyebileceğimiz yapıtı da Taksim Cumhuriyet Anıtı ve çevre düzenlemesi.

Mongeri’nin tasarladığı anıt, 1’inci Ulusal Mimarlık Dönemi’nin simge yapılarından biridir aynı zamanda. İtalyan meydan çeşmelerinde olduğu gibi çevresinde havuz olacağı düşünülerek tasarlanan ve taş bir kaide üzerinde yer alan anıt, geleneksel mimarlığın da bir yorumu olma niteliğine sahip. İtalya’nın Trentino ve Suza bölgesine ait olan pembe ve yeşil renkli mermerlerin kullanıldığı kaidenin yüksekliği 11 metreyi buluyor.

Yanıbaşımızda iki Sovyet Generali

Kurtuluş Savaşı’ndan Cumhuriyet Türkiyesi’ne geçişi simgeleyen anıtın yontuları, oldukça önemli ayrıntılar barındırıyor.

Kurtuluş Savaşı yıllarını simgeleyen Kuzey yüzde Mustafa Kemal; askerlerin önünde, cephede giydiği kalpağıyla yer alıyor. Anıt yapısını Doğu-Batı doğrultusunda ikiye ayırdığını söyleyebileceğimiz taş kemer ise, “eşik” niteliğinde. Savaştan barışa, imparatorluktan cumhuriyete, askerî yaşamdan sivil yaşama, gericilikten ilericiliğe, saltanattan hürriyete geçiş gibi çokça “eşiğin aşılması”nı simgeliyor.

Cumhuriyet Türkiyesi’ni simgeleyen Güney yüzde ise sivil giysileri ile Mustafa Kemal, sağında İsmet İnönü, solunda Fevzi Çakmak, arka bölümde de askerler ve halk yer alıyor.

Peki bu kadar mı, değil.

Asıl çarpıcı ayrıntı şimdi geliyor!

Anıtın Sıraselviler-İstiklâl Caddesi’ne bakan Güney yüzünde; Mustafa Kemal’in arkasında; hem Kurtuluş Savaşı sırasında büyük katkı sağlayan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’ne duyulan minneti simgelemek üzere, Sovyet Generaller Mihail Frunze [7] ve Kliment Voroshilov [8] yer alıyor.

Mihail Frunze; En üst sırada, soldan 3’üncü

Mihail Frunze; En üst sırada, soldan 3’üncü

Çarlık döneminde sürgüne gönderilen, sürgünden kaçarak Minsk’teki Bolşevikleri örgütleyen Mihail Frunze’nin, 13 Aralık 1921’de Sovyet Rus Delegasyonu Temsilcisi sıfatıyla Ankara’ya gelerek Mustafa Kemal Paşa ile görüşmesi sonucunda Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında işbirliği antlaşması imzalanır. Lenin’in 1924’te ölümü üzerine Stalin’le karşıt konum alan Lev Troçki’nin görevinin sonlanmasıyla General Frunze, 15 Ocak – 31 Ekim 1925 tarihleri arasında SSCB Askerî ve Deniz İşleri Halk Komiseri olarak görev yapar.

Kliment Voroshilov; Sağ başta, Fevzi Çakmak’ın arkasında, elinde kılıç tutuyor.

Kliment Voroshilov; Sağ başta, Fevzi Çakmak’ın arkasında, elinde kılıç tutuyor.

1917 Ekim Devrimi sonrasında Petrograd Savunma Komitesi Başkanı olan Kliment Voroshilov ise, 1918’de Ukrayna 5’inci Kızıl Ordusu’nu kurar. Çariçin Savunması’nda 10’uncu Ordu Komutanı olarak görev yapan, Kurtuluş Savaşı yıllarında da askerî strateji bilgisiyle Kuvâ-yi Milliye’ye katkıda bulunmak üzere Ankara’ya gönderilen Voroshilov, 1925-1940 yılları arasında Halk Savunma Komiserliği görevinde bulunur, 2’nci Dünya Savaşı sırasında Leningrad Savunması’nda Cephe Komutanlığı yapar, savaş sonrasında da Mareşalliğe yükselir.

Mustafa Kemal ve Kliment Voroshilov, 29 Ekim 1933

Mustafa Kemal ve Kliment Voroshilov, 29 Ekim 1933

Yontma Taş ve Leninizm

Lenin önderliğindeki Bolşevikler’in, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına yaptıkları katkıyı somut olarak betimleyen Taksim Cumhuriyet Anıtı, Cumhuriyet’in kuruluşunun en önemli anlatımlarından biri.

Emperyalizmin kriz içerisinde olduğu, ABD başta olmak üzere, emperyalizmin tahakküm kurmaya çalıştığı, dünya emekçilerinin daha fazla sömürüldüğü, Ortadoğu’nun işgal edilmesi için her yolun denendiği konjonktür, abartısız bir biçimde 1’inci Dünya Savaşı öncesini andırıyor.

Kuruldukları dönemde, kısa zaman içerisinde çağın en ileri ülkeleri durumuna gelen iki ülke: Türkiye Cumhuriyeti ve Sovyet Rusya: Tasfiye edilen bir Cumhuriyet ve sömürüyü yok etmesine karşın dağılan Sosyalizm.

Emeğin egemenliğinden söz edip de sınıftan kaçanlar Taksim Cumhuriyet Anıtı’na iyi bakmalıdır. Baktıklarında, Leninizmin “Yontma Taş” biçimini, anti-emperyalist dayanışmayı, anti-kapitalizmi, yurtseverliği, enternasyonalizmi ve ilericiliği göreceklerdir.

***

[1]: “Stone Age” https://en.wikipedia.org/wiki/Stone_Age

[2]: “Prehistoric Sites and Decorated Caves of the Vézère Valley”, http://whc.unesco.org/en/list/85/

[3]: “Devrim ve Yeni Mimarlik Politikasi-II”

http://gazetemanifesto.com/2015/10/15/devrim-ve-yeni-mimarlik-politikasi-ii/

[4]: “Mimarlık Üzerine On Kitap”, Vitruvius, Editör: Bülent Artamlı, Çeviren: Suna Güven, Özgün adı: De Architectura Libri Decem, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yayınları, İstanbul, 2005

[5] “Devrim ve Yeni Mimarlik Politikasi-III”

http://gazetemanifesto.com/2015/10/27/devrim-yeni-mimarlik-politikasi-iii/

[6]: “Pietro Canonica”, https://tr.wikipedia.org/wiki/Pietro_Canonica

[7] “Mikhail Frunze”, https://en.wikipedia.org/wiki/Mikhail_Frunze

[8] “Kliment Voroshilov”, https://en.wikipedia.org/wiki/Kliment_Voroshilov