10 Ekim 2016: 106 yaşında kendini asan adamın ve intiharını canlı yayınlayan gencin ülkesinde bir gün
Kamil Tekerek 10 Ekim katliamının yıldönümünde ülkenin durumunu ve çıkış yolunu yazdı.
Beşir Fuad’ı bilenler bilir. Osmanlı döneminde materyalist felsefeyi benimseyen ve bunu ifade eden bir kişidir.
Fuad, romantizme karşı natüralizmi ve realizmi savundu, gazetecilik yaptı, eleştiriler yazdı, Avrupa’da gelişen pozitivist ve materyalist düşünceyi Osmanlı topraklarına taşıdı. Kabaca söylemek gerekirse “ilk Türk materyalisti” ünvanını hak etti.
Beşir Fuad 35 yıllık yaşamına intihar ederek son verdi. Sebeplerini bilmemiz zor ancak Beşir Fuad, ölüm sırasında hissedilenleri bilimsel bir gözlem olarak kaydetmeyi de amaçladı ve arkasında birkaç satırlık bir tasvir bıraktı.
Cesedini kadavra olarak Tıbbiye’ye bağışlasa da bu isteği yerine getirilmedi. Ahmet Mithat Efendi “Beşir Fuad” adlı kitabında bu arzusuyla ilgili kendisine yazdıklarını şöyle aktardı:
“Hayatımda fenne hizmet eylediğim gibi, cenazemin de öyle hâdim olmasını arzu eylediğimden, cenazemi teşrih olunmak üzere teberruan Mekteb-i Tıbbiye’ye terk eyledim ki veresem şu arzuma mâni olmazlar. İntiharımı da fenne tatbik edeceğim; şiryanlardan birinin geçtiği mahalde cildin altına ‘klorit kokain’ şırınga edip buranın hissini ibtal ettikten sonra orasını yarıp şiryanı keserek seyelan-ı dem tevlidiyle terk-i hayat edeceğim…”
Fuad’ın intiharı esnasında kanı ile yazdığı satırlar ise yine Ahmet Mithat Efendi’nin kitabında yer aldı.
“Ameliyatımı icra ettim, hiçbir ağrı duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. Yazı yazıyorum kapıyı kapadım diyerek geriye savdım. Bereket versin içeri girmedi. Bundan tatlı bir ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı.”
Trajedi mi, ironi mi? Bu ayrı bir tartışma konusu…
* * *
Uzun bir giriş olduğu söylenebilir. Bu satırları yazmamıza vesile olan şeyse trajik boyutundan emin olduğumuz ülkemizin durumu ve yaşadıklarımız.
10 Ekim 2016 tarihinde ülkemizde yaşanan iki intihar bu yaşadıklarımızın kısa bir özeti olsa gerek.
Dünya görüşlerini bilemediğimiz, siyasal sebeplerle olmadığını düşündüğümüz ama tüm toplumun gündemine giren iki intihar vakası.
10 Ekim 2016 tarihinde İzmir’in Kınık ilçesinde, oğlunun yanında yaşayan 106 yaşındaki Halil Yula evin bahçesinde kendisini asarak intihar etti.
Basında Yula’nın “bunalıma girdiği teşhisi” konuldu ve arkasında bir not bırakmadığı belirtildi.
Haberi okuduk ve hayatımıza devam ettik.
10 Ekim 2016 tarihinde, Osmaniye’nin Düziçi ilçesinde 22 yaşındaki Erdoğan Ceren, sosyal paylaşım sitesi Facebook hesabından canlı yayın yaparken av tüfeği ile karnına ateş ederek yaşamına son verdi.
Ceren, “Aşkımız destan yazacaktı, Hani gözler ağlamayacaktı, şimdi söyle gidiyor musun yar, ellerim sensiz yanacak mı? Hiç kimse inanmadı onun için öleceğime. Alın, alın da izleyin” dedikten sonra tetiği ateşledi.
Bir sürü insanın Facebook’ta Ceren’in hesabına girdiğinden, videoyu izlediğinden, bunalıma girdiğini düşündüğünden ve hayatına devam ettiğinden emin olabiliriz.
10 Ekim 2016 tarihinde ülkemiz tarihindeki en büyük katliamı yıldönümünde AKP iktidarı halka karşı suç işlemeye devam etti. Kaybettiklerini anmak isteyenlere polis saldırdı, onlarca gözaltı yapıldı.
10 Ekim 2016 tarihinde gerici AKP iktidarının temsilcileri geçmişteki suçları yokmuş gibi pişkin pişkin ekranlarda sırıtmaya devam ettiler. Sanki cihatçıları bugüne kadar beslememişler gibi, sanki emperyalizmle birlikte iş çevirmemişler gibi ve sanki 10 Ekim katliamında hiç sorumlulukları yokmuş gibi.
10 Ekim 2016 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 10 Ekim’de katledilenleri anmak yerine partisinin düzenlediği “İslâm Konferansı”nda konuşma yaptı. Konuşmasında “Ahlâki temellerimizde ciddi sarsılma var” dedi.
10 Ekim 2016 tarihinde ülkemizi her türlü gericiliğin, rezaletin pençesine düşürenler ve emekçileri “bunalım” ile terbiye etmeye çalışanların zihniyeti Zonguldak’da öğrenci yurdundan kadın bir öğrencinin beş kişi tarafından kaçırılması ile bir kere daha kendini gösterdi, yurt müdürü “Kız acaba ne yaptı da kaçırıldı? Kuyruk sallamıştır…” dedi.
Bir günün bilançosu için yeterli herhalde…
* * *
10 Ekim 2015 tarihinde ülkemiz emekçilerine karşı büyük suçlar işleyen AKP iktidarı ve emperyalist işbirlikçileri, bombalarla şekillendirilen Türkiye’nin Diyarbakır ve Suruç patlamaları ile araladığı kapısını sonuna kadar açtı.
Açılan kapıyla birlikte bir ironi dünyasına girmediğimiz açıktır.
Girilen yerin Türkiye’nin trajedisi olduğu ise çok daha açıktır.
O zaman “Ülkemizin trajedisini yenebilir miyiz?” sorusuna hiç tereddütsüz evet yanıtını vermeli, gericiliğin, emperyalizmin ve alçak sömürü düzeninin emekçilere karşı yaptıklarının hepsini yenecek büyük, örgütlü bir mücadeleyi bu topraklarda ilmek ilmek örgütleme görevimizi yerine getirmeliyiz.
Ve açık konuşmalıyız: Bu görevimizi yerine getirmek için sosyalizm mücadelesinden başka çıkış yolu yoktur.
Demokrasi beklentileri ile, düzen güçleriyle arayış içerisinde, solun değerlerini iğdiş ederek, Yenikapı ruhuyla ve işçi sınıfından umudu keserek devrim falan yapamazsınız.
O yüzden bugün bir kere daha Türkiye devriminin zafere ulaşması için söz verilmesi ve ilerye doğru atılım yapılması gereken bir dönemde olduğumuzu ifade etmek gerekiyor.
Bunun ne için olduğuysa açık olsa gerek…
10 Ekim 2015’te kaybettiğimiz yoldaşlarımız için, emekçilerin kurtuluş mücadelesini iktidara taşımak için, “bunalım” yüzünden intihar eden yaşlıların ve gençlerin olmadığı bir ülke için…
Kısacası Sosyalist Türkiye için…