AKP iktidarı “millici” değil NATO’cudur!
Yazarımız Kurtuluş Kılçer AKP iktidarının emperyalizm işbirlikçisi yüzünü kaleme aldı.
Irak ve Suriye’deki gelişmeler doğrultusunda yapılan açıklamalara baktığınızda AKP iktidarının mangalda kül bırakmadığını düşünürsünüz. Hatta çoğu zaman bu sıralar, yandaş medyanın sayfalarında yazılıp çizilenleri okuduğunuzda “Amerikan karşıtı” bir söylem ya da büyük güçlere karşı AKP iktidarının kafa tuttuğu gibi bir izlenim görürsünüz.
Büyük bir yanılsamadır bu. Bu yanılsamayı görmeden bugün AKP iktidarının emperyalist-kapitalist sistemin çatlaklarına oynayan “bağımsız bir aktör” olarak görülmesi işten bile olamaz.
Böyle görenler var mı? Hem solun bir kısmının hem de Türkiye sağının büyük bir bölümünün böylesi bir bakış açısına sahip olduğunu belirterek başlamalı.
Dış politikada ya da diplomaside basit bir kural var. Açıktan söylenenlere değil, söylenmeyenlere bakmak gerekir. Bu açıdan kürsüden, basın toplantılarında ya da kamuoyuna hitaben verilen demeçlerde sarf edilen hamasi sözlere değil, kapalı kapılar ardında gerçekleşen gizli görüşmelere dikkat edilmelidir.
Örneğin, ABD, Fransa ve Türkiye savunma bakanlarının Musul ve Rakka konusunda yaptığı üçlü görüşmenin “saklanan” içeriği asıl belirleyici olandır. Yoksa Erdoğan’ın muhtarlar toplantısında yaptığı konuşmada ahkam kesen ve tehdit eden sözlerin ya da üst perdeden yaptığı açıklamaların iç siyasete yönelik bir propaganda dışında “mutlak anlamı” bulunmuyor.
Yapılan tam da budur. Diplomasinin kuralı işletilmektedir. İçeride mangalda kül bırakılmıyor, Misak-ı Milli’den başlayıp, Musul, Halep ve Rakka konusunda milliyetçilik yapılıyor, ancak masa başında başka pazarlıkların yürütüldüğü ortaya çıkıyor.
Sanki Türkiye, büyük güçlere kafa tutuyormuş zannına kapılırsınız. Sanki Türkiye ile ABD arasında büyük bir açı varmış gibi bir izlenim yaratılır. Sanki Türkiye Musul ve Halep konusunda büyük güçlerin oyunlarını bozacak girişimler içindeymiş gibi algı oluşturulur.
AKP iktidarının dış politikası, Kürt sorununda ortaya çıkan arızi durum dışında, tamamiyle ABD emperyalizmin genel yönelimiyle paralellik içindedir. Musul’da, ABD ve İran arasındaki dengede Türkiye, bir güç olarak devrededir ve ABD’nin yanında yedek bir güç olarak durmaktadır. Barzani yönetiminin korunup kollanmasında ABD emperyalizmi kanat germiştir ve Türkiye, emperyalist cephenin koruyuculuğunu askeri olarak üstlenen bir ülke olarak görülmelidir. Irak yönetiminin İran ve batı eksenlerinde kurmaya çalıştığı dengede her ülke kendi kozlarını oynarken, batı emperyalizmi bu dengeyi gözeterek adım atmakta, Türkiye bu dengenin bozulması durumunda devreye girecek güç olarak bekletilmektedir.
Rakka konusunda da benzer bir durum bulunuyor. Rakka operasyonunda İran ve Rusya devre dışı kalıyor, ABD emperyalizmi buraya müdahale için NATO savunma bakanları toplantısıyla yeni planları devreye sokuyor. Burada da Türkiye’ye önemsiz sayılmayacak görevler düşüyor. Tek başına Türk askerinin operasyona katılıp katılmaması ekseninde yürütülecek tartışmalardan ziyade yapılan işbirliğinin bir çok boyutu düşünülerek emperyalist eksenin işbirliği, görev dağılımı, rolleri ama bütün bunlardan daha önemlisi aynı safta oldukları net bir biçimde ortaya konmalıdır. AKP iktidarının, ABD’ye Rakka operasyonunu birlikte yapalım önerisi, emperyalizme mahkumiyetinin ya da işbirliği isteğinin somut göstergesidir.
15 Temmuz darbe girişimi sonrası, ortaya çıkan tablo şudur; AKP iktidarı daha Amerikancı bir çizgiye aynı zamanda ABD de daha “AKP’ci” bir çizgiye- dengeye çekilecekti. Bugün yaşanan gelişmeler bunu daha fazla göstermektedir. AKP ile emperyalizm arasında “mutlak çelişki” arayanlar yine yanıldılar ve AKP’nin iktidardan “hemen” götürüleceği tezlerinin en zayıf yeri işte bu noktanın görülememesi olmuştur. Ortada bir açı olduğu açık. Ancak bu açının mutlak kopuşa denk gelmediği de somut olarak ortadadır.
Türkiye kapitalizmi AKP’den büyüktür. Başka şekilde ifade edersek, Türkiye kapitalizminin emperyalizmle kurduğu ilişki-bağ-bütünlük, AKP iktidarını da belirleyen temel olgudur.
Ortadoğu’daki gelişmeler şunu göstermektedir; Musul, Rakka, Halep gibi savaşların sonlanması sonrası ortaya çıkacak yeni siyasal durum, emperyalizm tarafından planlanmaktadır ve yeni siyasal tablonun rolleri dağıtılmaktadır. AKP iktidarı aslında bu rollere hazırlanmakta, Misak-ı Milli edebiyatı ile “işgalci politikayı” meşrulaştırma yoluna gitmektedir.
Bugün Türkiye’nin ABD emperyalizmi tarafından kuşatılıp, bölüneceği üzerine bir durumun olasılığı kadar emperyalizmin bölgesel politikalarında Türkiye’ye yeni roller dağıtan bir sürecin varlığı hesap edilmelidir.
Bütün bu gelişmelerin Türkiye’yi özellikle Kürt sorununda etkilediği açık. Türkiye sermaye devletinin böylesi bir kesitte, kendi sınırlarını koruyarak çıkması kırmızı çizgisidir ve bunun için Kürt sorununda yükseltilen bir savaş konsepti devreye girmiştir. Yaşanan çatışma ortamında AKP iktidarını toptan karşısına alan “büyük güçler” bulunmuyor; naif ve ayar verici açıklamalar dışında fazla tepki üretilmemesinin nedeni böylesi bir cephenin varlığı olduğu bilinmelidir.
Emperyalizmin Irak’taki en büyük ittifakı Barzani yönetimidir. Kuzey Suriye’de ise Kürt siyasi hareketi ile kurulan işbirliği emperyalizmin çıkarları doğrultusunda belirlenecektir. Musul ve Rakka’nın ABD’ye, Halep’in ise Rusya tarafına bırakıldığı gözükmektedir. En son Erdoğan’ın Halep konusunda yaptığı açıklama – Putin ile konuşup Halep konusunu artık çözelim demesi – diplomasinin gizli görüşmelerinin ipuçlarını vermektedir.
Kürt sorununda bu bağlamda nasıl bir gelişme olacağı, Irak ve Suriye’de yaşanan savaşların neticesiyle doğrudan bağlantılı bir sürecin sonucu olarak ortaya çıkacaktır. Kürt sorununu bir tehdit olarak gösteren AKP iktidarı, Ortadoğu’da Amerikan çıkarlarıyla paralel bir müdahalenin meşruiyet zeminini iç siyasette buradan yaratmaktadır.
Türkiye solunda “emperyalizm kriz içinde, Ortadoğu’da bazı güçlerle ittifak kurulabilir-destek olunabilir” tezi yaşadığımız bütün gelişmelerle bir kez daha çökmüştür. Emperyalizm bölgedeki bütün dirençlere rağmen varlığını ve gücünü hissettirmekte, Musul, Rakka başta olmak üzere bölgenin dizaynında başat rol oynamakta, hatta bölgesel güçleri de istediği gibi kullanmaktadır.
AKP iktidarının dış politikası ABD emperyalizminin genel stratejisine uygun olarak yol alacaktır. Türkiye, bu açıdan 3. sınıf bir devlet değil, bölgesel bir güç olarak görülmeli, bu gücün yaratmış olduğu ağırlıkla emperyalist güçlerin yanında rolünü oynamaya çalışmaktadır. Bugün Türkiye sağının sabah akşam AKP iktidarına atfettikleri “millici” sıfatı, emperyalizme karşı değil, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda rolünü oynayan AKP’nin milliyetçi söyleminden başka bir şey değildir.
Ortadoğu’daki gelişmelerin yol açtığı ve Kürt sorunu bağlamında ortaya çıkan açının gerilimleri ile birlikte emperyalizm ile AKP iktidarı arasında mutlak kopuş bulunmuyor. AKP, emperyalist kampın oyunlarını bozan bir aktör değil, tersine emperyalist blokun bölgesel bir gücü ve işbirlikçi unsuru olarak davranmaktadır.