ANALİZ | Milli fetişimiz savunma sanayisi: Nasıl kandırılıyoruz?
Nasıl kandırılıyoruz? Milli tank, uçak, roket, top, İHA, uçak gemisi, uydu...Milli savunma sanayisi ve yalanlar.
Sağ iktidarların hepsinin milli savunma projesi söylemlerini adeta fetiş haline getirmeleri, alışkın olduğumuz söylemler. Milli görüş ekolünden gelen AKP de bu geleneği bozmadı, çılgınlar çılgını projelere tank, top, füze hatta uçağı ekledi.
Peki, bu projeler gerçekten “milli” projeler mi, daha da önemlisi, teknolojik ve ekonomik açılardan Türkiye’ye katkı sağlayacaklar mı?
Milli mesele!
Türkiye 50’li yıllarda, 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan iki kutuplu dünyada, tarafını Amerika’nın başını çektiği cepheden yana kullandı. NATO’ya girebilmek için kendi evlatlarını Kore’de kurban etti ve o günden sonra da, bu gelenek hiç bozulmadı. NATO’nun “tehlikeli” bölgelerdeki sınır karakolu görevini hep layıkıyla yerine getirdi ve karşılığında da ikinci sınıf ya da teknolojik olarak geri savunma teknolojilerinin en büyük alıcısı olarak emeklerinin karşılığını aldı.
İşte böylesi bir facit döngünün içinde, nedense bitmek bilmez bir milli savunma sanayisi özlemi ve söylemi de her yeni iktidar tarafından dile getirilir. Kimi güya kendi icatları olan Leopar tanklarının motor patentlerini bavullarına koyar getirir, kimileri ise 4 metrekarelik temel atma alanlarında büyük törenler düzenler, ilk küreği atar ve orada projeyi öldürür. Kimisi teknolojik olarak geri düşmüş uçakların kaporta montajlarını ucuz işgücü ile yapıyor olmaktan gurur duyar ve Savaşan Şahin’leri sanki biz icat etmişiz, ya da üzerlerinde herhangi bir tasarruf hakkımız varmış gibi böbürlenir.
Ya da artık yalan-dolanın kamusal bir gelenek haline geldiği AKP hükümetleri döneminde olduğu gibi, tüm parçaları ile fason yapılan çamaşır makinesi kadar iletişim uydularını Çin’den gökyüzüne yollar, kendi uydumuzu ürettik deriz. Ya da Türkiye havacılık tarihine verdiği emekleri hunharca ezerek, adını verdiğimiz Hürkuş eğitim uçağını, Kore “milli” üretimi 20 senelik KAİ KT-1 modelinden “esinlenerek” üretir, üzerinde Tom Cruise edasıyla poz veririz.
Hele bir de milli İHA projeleri var ki, evlere şenlik! Büyük umutlarla dev sunum toplantılarıyla halka tanıtılan, güya dünyanın en büyük İHA üreticisi olarak kendi hava araçlarını üretme kapasitesine sahip olacağımız rüyalarıyla 1989 yılından beri kandırılmaya devam ediyoruz. Bu projelerin de teknoloji ortakları hep İsrail’li firmalar bu arada, o da işin takiye tarafı.
Tablo: Türkiye’nin İHA Macerası
Proje yılı | Sistem adı | Üretici firma | Kullanım durumu |
1989
1990 1995 1995 2002 2003 2003 2004 2004 2004 2004 2005 2005 2005 2006 2006 2006 2007 2007 2008 2008 2008 2009 2010 2011 2012 |
Banshee
UAV-X1 Keklik Turna Harpy-1 Baykuş Pelikan Martı Güventürk Turna/G ANKA Arı Efe Heron Bayraktar Öncü Globiha RİHA-1 Gözcü Aerostar Malazgirt TAKTİK İHA RİHA-2 Karayel Çaldıran ANKA (Blok A) |
Meggitt
TUSAŞ TUSAŞ TUSAŞ IAI (İsrail) TUSAŞ TUSAŞ TUSAŞ ODTÜ TUSAŞ TUSAŞ Vestel Savunma Vestel Savunma IUP (İsrail) Kalekalıp/Baykar TUSAŞ Global Teknik (?) İTÜ-ROTAM TUSAŞ Aeronautics (İsrail) Baykar Makine ODTÜ İTÜ-ROTAM Vestel Savunma Kalekalıp/Baykar TUSAŞ |
Envanterde
AR-GE projesi ürünü Envanterde AR-GE projesi ürünü Envanterde AR-GE projesi ürünü AR-GE projesi ürünü AR-GE projesi ürünü Prototip üretimi Envanterde Geliştirme aşamasında Prototip üretimi Prototip üretimi Envanterde Envanterde TİHA projesi, geliştirme p. Sivil kullanım Geliştirme aşamasında AR-GE projesi ürünü Envanterde Envanterde Geliştirme aşamasında Geliştirme aşamasında Geliştirme aşamasında Geliştirme aşamasında Sözleşme aşamasında |
Son dönemde, milyon dolarlar harcanarak ürettirilen ALTAY tank prototipi için ise, yine Kore’den lisans haklarını satın alarak, güya 3. nesil tank teknolojisi ile Leopar ve Abrams tanklarıyla yarıştırma hülyaları görürüz. Koreli Hyundai Rotem, projenin teknoloji geliştiricisi ve aslında Türkiye’ye yabancı değil. Yüksek Hızlı Tren’den, Marmaray geçişi vagonlarına, Ankara metrosundan, İstanbul hafif raylı sistemlerine hepsinin tedarikçisi.
Kore’nin K2 modeli tankının adeta replikası olan Altay, şimdiye kadarki tüm ağır sanayi hamlelerinde gördüğümüz gibi, teknoloji transferi sistemiyle hayata geçirilecek. Yani buradaki Otokar fabrikalarına ek üretim tesisleri kurulacak, sistem ve teknoloji Kore firması tarafından hayata geçirilecek, Türkiye emekçileri ise her zamanki sömürü koşullarında üretimini sağlayacak.
İşin ilginç tarafı, uzun yıllardır montaj sanayisi alanında yatırımları bulunan Koç Grubu dışında, bu çaptaki projelerin altından kalkma yetisine sahip başka bir grubun olmaması. Askerlerle arası her daim iyi olmuş Koç Grubu’nun AKP ile yıldızı pek barışmadı; birçok ihalede yandaş gruplarla karşı karşıya kaldıklarında, ihaleleri kaybettiler. Bazılarını ise kazansalar da, sonradan sözleşmeleri feshedildi.
Dolayısıyla, milli hevesindeki AKP’nin, kendilerince gayri milli kategorisinde yer alan (malumunuz, kendileri ve saadet zincirleri dışındaki herkes gayri milli statüsünde!) Koç Grubu’na, en azından üretim kapasitesi ve teknoloji transferi bilgi birikimi anlamında muhtaç olması, bu garip zincirdeki en zayıf halka olsa gerek. O yüzdendir ki, Sancak Grubu gibi yandaşlara bu alanda daha fazla yer açılmaya çalışılıyor. Tıpkı bir zamanlar Kombassan gibi gruplara, bu kapıların açılmaya çalışılması gibi.
Sözün özü, millilik hadisesi, her dönemin en fazla su kaldıran çorbası. Hep garip gurip ihalelerin ve birilerine akıtılan milyonların havada uçuştuğu, ama sonucunda oradan-buradan aparılan eski teknolojilerin kopya ya da birebir alıntılarının ambalajlanmasının ötesine geçilemediği bir kötü çorba bu. %100 yerli üretim olamadığı için de uluslararası satışının gündemde olmadığı bu prototip sanayisi, ulusal ordunun bile envanterine girecek çapta ve sayıda üretime geçmedi, geçemeyecek.
Peki, hakikaten bu projeler ekonomik kalkınma ya da teknolojik atılım alanları mı?
Tabii ki değil!
Eski Bilim-Teknik dergilerini takip edenler hatırlar, geleceğin teknolojileri diye hayranlıkla okuduğumuz buluşlar, hepimizin fantazi dünyalarını süslerdi. Uzaya dolmuşla gittiğimiz, otomobillerin uçtuğu, bir tuşa basarak istediğimiz yemeği hazırlatabildiğimiz akıllı evlerde yaşayacağımız zamanların hayallerini kurduk hep. Ancak gerçek ne yazık ki hiç de böyle olmadı, en azından henüz.
Teknolojik üretim işte tam da bu hayallerin gerçeğe dönüşebilme yetisiyle ilişkili. Çok kabaca, üreteceğiniz mal ya da hizmetin, rakiplerinin karşılayamadığı bir üstünlük vaad etmesi, pazarlanabilen bir hedef kitlesinin var olması ve sürdürülebilir ekonomik ya da teknolojik bir altyapısı olması gerekir.
Milli savunma alanında üretim yapmayı planladığınızda, öncelikle iç tüketime yönelik olarak planlama yaparsanız, her zaman ekonomik olarak çok yüksek maliyetle karşı karşıya olmaya hazırlıklı olmalısınız. Zira yukarıda anılan, sadece lisans alımına dayalı projelerden de görüldüğü üzere, prototip üretme maliyetleri bile milyarlarca lira tutacaktır. AR-GE süreçleri, yani sıfırdan bir ürün-teknoloji geliştirme amaçlı projeler ise bunun onlarca katı maliyet getirir. Yani attığınız taş, en azından ekonomik olarak, ürküttüğünüz kurbağaya değmez. Ha, eğer derdiniz kimseye bağlı kalmamak ise, o treni çok uzun zaman önce, kendimizi emperyalizmin kucağına attığımızda kaçırdık.
Peki, kendi uçağımızı üretip, Fransızlara, Almanlara, hadi onları geçtik, Irak ordusuna, Afganistan’a falan satabilir miyiz?
Çok net olarak yanıtı: Hayır!
Kendinizi düşünün. Haydi uçağı geçtim, otomobil alacaksınız, ciddi de bir harcama yapacaksınız haliyle. Tercihinizi adı-sanı duyulmamış, geçmişi ve kullanım deneyimi bulunmayan, gelecekte var olup olmayacağı belli olmayan, üstelik de daha önce hiç bu alanda üretim yapmamış bir üreticiden yana mı kullanırsınız?
Bakınız, varolan bir teknolojiyi üretip, tüketicisi için cazip hale getirmenizin yolu, rakiplerinizin sunduklarının çok ötesinde bir avantaj sunmanız ve bunu da düşük fiyatlı olarak satabilmenizdir.
Şu ana dek, bizim geliştirdiğimizi iddia ettiğimiz hiçbir savunma projesi, bu anlamda hiçbir zaman avantaj sunamadı. En iyi ihtimalle, hali hazırda satışta olanlara yakın bir performans sağlayabildi, çoklu üretimleri hiç yapılamadığından piyasa fiyatlarını hiç bilemesek de, planlanan fiyatları da büyük fark yaratamadı.
Toparlarsak, savunma sanayisinde gerçekten ilerici hamleler atmayı hedefliyorsak, bugünden 50 yıl sonrasının teknolojisine yatırım yapmak zorundayız. Bunlar ne kestirme yollarla onun-bunun eski teknolojisini lisanslamakla, ne de popülist hayaller ve ekonomik olmayan hesaplamalarla yürütülebilir.
Teknolojinin ön koşulu özgür düşünce ortamı, yüksek kaliteli eğitim kurumları ve üniversite / bilimsel araştırma merkezlerinin finansal olarak desteklenmesidir.
Yoksa, elveda ay, elveda feza!