ANALİZ | Suriye’de “ateşkes”: Sonuçlar ve olasılıklar

Suriye'de ateşkesin olası sonuçları ve gelişmelerin ele alınması üzerine değerlendirme...

ANALİZ | Suriye’de “ateşkes”: Sonuçlar ve olasılıklar

Suriye’de 2 haftalık geçici ateşkes dün gece 00:00 itibariyle başlamasına rağmen ABD tarafından son günlerde yapılan açıklamalar ateşkesin gerçekleşmesi konusunda soru işaretlerini de beraberinde getiriyor.

Ateşkesin Rusya’nın desteklediği Suriye ile cihatçı örgütler arasında geçerli olduğu belirtilirken 97 cihatçı grubun ateşkese uyacağını açıkladığı belirtiliyor. Öte yandan IŞİD ve El Nusra ile birlikte onların müttefiki grupların ateşkese dâhil olmadığı bildiriliyor. ABD ve Rusya arasında varılan 15 günlük ateşkes anlaşmasına göre bu süre zarfında savaş bölgelerine insani yardım ulaştırılacak.

Ateşkesin ABD ve müttefikleri tarafından ABD Dışişleri Bakanı öncülüğünde çeşitli yetkili ağızlarca dillendirilen “B planı” için bir zemin olacağını da değerlendirmek gerekiyor.

Geçici ateşkesin, tarafların kontrolündeki bölgeler düşünüldüğünde ve Suriye’nin bütünü ile karşılaştırıldığında oldukça dar bölgeleri kapsadığı Rusya tarafından sunulan haritayla birlikte ortaya çıkıyor. Haritaya göre altı küçük bölgede geçerli olacak ateşkes sadece Suriye’nin kuzeyinde İdlib’in güneyinde ve Lazkiye’nin batısındaki bölgelerle birlikte Humus’un kuzeyinde, Şam’ın güneyinde ve ülkenin güney sınırında Dara yakınındaki iki yerleşimi kapsıyor.

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, geçici ateşkesin işe yaramaması halinde devreye girecek “B planının” ülkenin bölünmesi olduğunu söylemiş, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise bu açıklamaya tepki göstererek, Suriye için gelecekte bir “B planı” olmadığını belirtmişti.

5 yıldır süren savaşta onlarca cihatçı terör örgütünün Suriye halkına dönük saldırıları ve katliamları ortadayken barış görüşmelerinin önemli tıkanma noktalarından birinin “kim terörist, kim değil” sorusu etrafında olması bu açıklamaların arkasında yatan ve “B planı” çerçevesinde Suriye’ye müdahaleyi meşrulaştıracak gerekçe olarak gündeme getirilmesi güçlü bir olasılık.

“Esad gitsin” ısrarı

Bu olasılığı güçlendiren bir diğer gelişme ise Washington’un Cenevre görüşmeleri öncesine dönüp, ağız değiştirerek Suudi Arabistan, Katar, Türkiye gibi ülkelerin iktidarları tarafından ısrarla dillendirilmeye devam eden “Beşar Esad gitsin” söylemine geri dönmesi.

Geçici ateşkesin kapsadığı alanın küçüklüğü ile birlikte tarafların kendilerine mevzi açmak için yaptıkları taktiksel bir anlaşma olduğuna ilişkin değerlendirmeler de bu göstermelik ateşkesin ömrünün oldukça kısa olacağına işaret ediyor.

Suriye’de cihatçı terör temizlenmedikçe bir barış gündeminin olamayacağı, bunun için ABD, Suudi Arabistan, Katar, Türkiye gibi ülkelerin cihatçı örgütleri desteklemekten vazgeçmesi gerektiği ise açık. Ancak, görünen o ki, Riyad-Washington-Ankara hattı bu destekten vazgeçmek niyetinde değil.

Daha önce bu sayfalarda IŞİD’in emperyalizm için bir mayın eşeği olduğunu yazmıştık. Ateşkese dâhil olmayan bu terör örgütü ile birlikte El Nusra’nın da adı geçmesine ve 97 örgütün ateşkesi kabul ettiğine dair bilgiler olmasına rağmen, Suriye’yi savaş bölgesi haline getiren onlarca örgütün El Nusra bağlantılı ve onun merkezinde yer aldığı Fetih Ordusu’nun bileşenleri olduğu biliniyor. Dolayısıyla üzerinde bir türlü uzlaşılamayan “terör örgütleri” listesinin alamet-i farikası da burada ortaya çıkıyor.

Hedef Suriye’nin bölünmesi

ABD ve müttefiki ülke ve kuruluşular Rusya’nın IŞİD dışındaki cihatçı örgütlere dönük operasyonlarından rahatsızlıklarını sürdürürken, bu operasyonların devam etmesinin ateşkesi sonlandırarak “B planına” geçiş için gerekçe sunmasını bekliyorlar adeta. Fetih Cephesi’nin onlarca bileşeni de göz önüne alındığında bunun gerçekleşme olasılığının ne kadar yüksek olduğunu görmek mümkün.

ABD’nin geçici ateşkes başta olmak üzere Suriye’de siyasi geçişi öngören sürecin başarısızlıkla sonuçlanması halinde, Suriye’nin parçalara bölünmesini de içeren daha “agresif” bir tutum takınabileceğini ifade etmesi, İsrail’in yetkili ağızlarınca da birkaç yıldır dillendirilen “Suriye’nin bölünmesi” hedefi ile bir arada düşünüldüğünde belirli bir hazırlığın göstergesi olarak okunabilir.

Suriye’nin bölünmesinin Irak’ın bölünmesiyle birlikte yürüyecek kanlı bir süreç olacağı, bunun belki eş zamanlı, belki de müteakiben bölgede bir Sünni – Şii savaşına kapı açacağı da olasılıklar arasında.

“Muhalefet” ve Ankara’dan da aynı tehdit

Suudi Arabistan merkezli Körfez Araştırma Merkezi müdür yardımcısı ve ÖSO’nun bileşeni olduğu Suriye Ulusal Koalisyonu (SNC)  sözcüsü olan Salem Al Meslet BM tarafından belirlenen Suriye Yüksek Mutabakat Komitesi’nin de sözcüsü. Meslet de ateşkes konusunda Rusya’nın anlaşmayı kendi lehine çevirebileceği konusunda Washington’un “kaygılarına” sahip olduğunu belirtirken, Tayyip Erdoğan da geçici ateşkes anlaşmasının Esad’ı güçlendireceğine dair uyarıda bulunarak, bunun yeni trajedilere yol açabileceğini söyledi.

AKP iktidarının Suriye’de IŞİD ile birlikte son dönemde de El Nusra’ya olan desteği ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone de dâhil olmak üzere birçok kaynak tarafından doğrulanırken, geçtiğimiz haftalarda en az 2000 cihatçının Türkiye sınırını geçerek Suriye’nin Halep vilayetinin kuzeyinde bulunan Azez kentine yığınak yaptığı belirtilmişti.

Bölgede etnik ve mezhepsel çatışamaya doğru mu?

Öte yandan geçici ateşkesin başlamasına saatler kala El Nusra lideri Ebu Muhammed Colani ses kaydı aracılığıyla yaptığı açıklamada Aleviler ve Şiilerin Suriye’de kazanması durumunda savaşın bütün bölgeye yayılacağını ve kendilerini korumadıkları takdirde destekçilerine saldıracaklarını ilan etti.

Colani, açıklamasında cihatçılara Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve müttefiklerine yönelik saldırılarını arttırma çağrısı yapmayı da ihmal etmedi.

Suriye’de ABD emperyalizminin Kerry’nin ağzından “B planı” olarak açıkça ifade ettiği bir bölünme ise etnik ve mezhepsel bir çatışma tablosunu da beraberinde getirecektir. Suriye’nin hemen hemen bütün bölgelerinde farklı mezhep ve etnik kimliklere sahip halk bir arada yaşıyor. Suriye hükümetini destekleyen ve devlet güçlerinin kontrolünde olan bölgelerde ise çok sayıda Sünni Suriyelinin yaşadığı biliniyor.  Yüz yıllardır bir arada “Suriyeli” olarak yaşayan halkla birlikte, bugün karşılaştığı yıkımın çok daha ötesinde bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu, Türkiye ve diğer bölge halklarının da bundan nasibini alacağını söylemek ise bütün bu tablo göz önünde bulundurulduğunda abartılı olmayacaktır.