ANALİZ | Yeni AKP: Bir kez daha "Erdoğan'ın üstü çizildi" mi?
Türkiye bir kez daha 7 Haziran seçimlerine giden süreçte olduğu gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a kilitleniyor.
Türkiye bir kez daha 7 Haziran seçimlerine giden süreçte olduğu gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a kilitleniyor.
İç politikada Kürtlere karşı savaş stratejisi ile milliyetçi oylar uğruna bir geriye gidiş, dış politikada sürekli provokasyonların içerisinde yer alan ve kirli pazarlıklarla yürütülen mezhepçilik ve şantaj yöntemleri, çalışmayan bir meclis, son olarak da başkanlık inadıyla bir kez daha dağılan yeni anayasa çalışmaları. Tüm bunlar Türkiye’de sermaye sınıfının acil ihtiyaçlarını görmekte zorlanan ve giderek “burjuva demokrasisi”nin geçerliliğini dahi sorgulatabilecek bir yolu açabilecek “tehlikelere” işaret ediyor.
Büyük sermayenin örgütü TÜSİAD’ın 46’ncı Genel Kurul toplantısında, sorunların çözümü için, çoğu maddeleri TÜSİAD’ın önerileriyle örtüşen, hükümetin mali eylem planı adres gösterilirken TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran Symes’in konuşmasındaki “ifade ve düşünce özgürlüğü” vurgusu, “özgürlükçü laiklik” tanımlaması, “yolsuzluk” iması, “sıkıntılı hukuk” göndermesi de esasında bu çerçevede dostane uyarılar olarak görülebilir.
Yine ve yeniden “Yeni AKP” dedikoduları
Ancak bu noktada, bir önceki hafta Bülent Arınç, Hüseyin Çelik gibi isimlerin eleştirileri ile başlayan ve geçtiğimiz hafta Abdullah Gül ile Recep Tayyip Erdoğan arasındaki görüşmeyle noktalanan “Yeni AKP” dedikoduları başka ve gerçek bir tehlikeye işaret ediyor. Türkiye bir kez daha liberal “AKP’ye evet, Erdoğan’a hayır” çıkmazına sürüklenebilir.
Dahası bu kez, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, dış politikadan ekonomiye, atamalardan, anayasaya kadar her konuda müdahil olmasından Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun da rahatsız olduğu, ancak müdahaleyi engelleyemediği belirtiliyor. Erdoğan’a karşı hükümetin “güçlü” durması gerektiğini savunan muhaliflerin Davutoğlu ile de uzlaşma arayacağı dile getiriliyor.
Bu bağlamda Erdoğan’ın ne emperyalizm ne de Türkiye sermaye sınıfı açısından “uzun vadeli” bir ortak olmadığı veya olamayacağı tespitinin çok önemli bir tespit sayılmaması gerekiyor. Unutmayalım, daha 2006’da o dönemki danışmanlarından Cüneyd Zapsu ABD’de Erdoğan için “deliğe süpürmeyin” diyecek kadar yalvar yakar olmuştu. Bu bize bilinmeyen ya da böyle değerlendirmelerin yapılmadığı bazı başka dönemlerde de benzer gerilimlerin ortaya çıkmış olabileceğinin de esasında ipuçlarını veriyor. Ancak nihayetinde geriye dönük böyle bir okumanın da bir yararı olmadığı açık.
“Muhalif” basında pişirilen yemek
Cumhuriyet, Sözcü ve Zaman gibi “muhalif” yayın organlarının aynı günlerde ve ısrarla “Yeni AKP hareketi doğuyor” ve “Gül-Erdoğan görüşmesinde, iplerin tamamen koptuğu” temalı haberleri bize eskiyi hatırlatmalı ve buradan ders çıkartılmalı.
AKP’nin kuruluşundaki çekirdek kadroda yer alan aralarında Bülent Arınç, Hüseyin Çelik’in de bulunduğu isimler, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün geçen hafta davet üzerine görüştüğü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kendisine iletilen rahatsızlık konularında hiçbir geri adım atmaması üzerine, “parti içinde etkin muhalefet” kararı aldı. “Biz, bu partide kiracı değil, evsahibiyiz, eleştirilerimizi dinlenene, dikkate alınana kadar sürdüreceğiz” diyen muhalifler, öncelikli hedeflerini “yeni parti değil, Gül öncülüğünde, AKP’nin kuruluş felsefesine döndürülmesi” olarak ifade ediyorlar.
AKP’nin “restorasyonu”: Erdoğan’ın alternatifi olur mu?
Yani Türkiye’nin olmasa AKP’nin kelimenin her anlamıyla “restorasyonu”.
AKP’nin içerisinde de, Türkiye’de de, dünya başkentlerinde de AKP’nin “büyük uzlaşı” fırsatlarının, büyük ölçüde de Erdoğan’ın kişisel bekası nedeniyle kaçırılmasının ya da sürekli olarak ertelenmesinin alternatif arattığı bir uyarı kabul edilmeli.
Bu noktada da Recep Tayyip Erdoğan siyasi ve toplumsal olarak kapladığı ve kontrol edebildiği alanı düşünmek gerekiyor. Bu alternatiflerin kolay çıkamayacağını biliyoruz. Zira, bu büyük alanın tam olarak doldurulmadığı durumlarda “siyasetin boşluk tanımayacağı kuralı”nın nasıl işleyeceğini kimse kestiremiyor.
Bir kez daha “yetmez ama evet”
Ancak daha önemlisi, AKP’nin ve gericiliğin bu “yetmez ama evetçilik”ten çıkardığı tek şeyin sermaye iktidarını pekiştirmek olduğunun sıklıkla unutulması. 2010 Anayasa Referandumu’nda doğrudan AKP’yi güçlendiren bu hat, 7 Haziran Seçimleri’nden sonra ise hem AKP’nin savaş politikalarına yönelmesi hem de HDP’nin kendi gündemine bağlı kalması ile AKP’nin karşısında soldan bir direnç örülmesinin önüne geçmişti.
Yine, güzel bir atasözünü hatırlarsak, “gelen gideni aratır”. Bu bağlamda, “Yeni AKP” diye yutturulmaya çalışılan hapın daha piyasacı, daha işçi düşmanı, daha işbirlikçi, daha gerici, daha savaşçı olacağını ama bunu belki daha fazla havuçla birlikte ve daha fazla uzlaşma arayarak yapmayı önüne koyacağını kestirmek güç değil.
Tüm bu nedenlerle, “Yeni AKP” haberlerine de Erdoğan’ı tek başına hedefe oturtan yaklaşımlara da ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor. Zira, düzen içerisinde “Recep Tayyip Erdoğan” figürü dışında hemen her hususta anlaşma ya da gerçek bir anlaşma zemini bulunuyor.