Bir grevin anatomisi ve memleketin halleri

Yazarımız Irmak Ildır, geçtiğimiz günlerde başlayan ve bir hafta devam eden İZBAN grevinin değerlendirmesini yaptı.

Sabah saatlerin dayanılmaz acısı; bir yere yetişmeye çalışmaktır. Özellikle hafta içi, daha gün ağarmadan büyük kentlerin köşe bucağından insan okyanusunun içinden geçmek birçoklarımız için dayanılmaz bir acı verir. Daha bir gün öncesinin yorgunluğunu atamayan bedenler yeni günün ağırlığında balık istifi araçlara doluşur.

Bu tablo birçoklarımız için her gün karşılaşılan durumun özeti. Öte yandan bazılarımız açısından bu hafta ilginç bir sürprizi de getirdi. İzmirli yurttaşlar gene bir sabah bu tablo ile karşılaşmayı beklerken, bu sefer balık istifi binmek zorunda kaldıkları trenlerin bazılarının çalışmadığını gördüler. İşyerlerine, okullarına gitmek için yola dökülen on binlerce insanı bekleyen tek cümleydi: “Bu işyerinde grev var.”

İzmir için oldukça stratejik olan ve İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları (TCDD) ’nın ortaklaşa kurduğu İZBAN’da, aylardır süren “toplu sözleşme” görüşmeleri tıkanınca olanlar oldu. İşyerinde örgütlü olan Türk-İş’e bağlı Demiryol-İş sendikası işçilerin isteğiyle grev sürecini başlatırken, işçilerin temel isteği ise “insanca yaşayacakları” bir ücret zammını elde etmekti.

300’den fazla işçinin katılımıyla başlayan grev, ilk günden itibaren etkili oldu. İşyerinde stratejik yerleri tutan işçiler sadece seferleri durdurmakla kalmadılar, aynı zamanda kentin gündemini de belirler hale geldiler. Bu durumun grevin etkinliğini katlarken, işverenin de tavrını sertleşmesine neden oldu. İlk günler İzmir halkının greve karşı çok sınırlı olan karşıtlığı, belediyenin de yaydığı bilgilerle giderek arttı.

Dokuz gün sonucunda ortaya çıkan pat durumu tarafları masaya oturmaya zorladı. Aynı zamanda Türk-İş Genel Başkanı da olan Ergun Atalay’ın da devreye girmesiyle taraflar arasında “uzlaşma” sağlandı. İşçiler ilk yıl için yüzde 15’lik bir ücret artışı elde ederken, en yüksek maaş ise net 2.340 lira oldu. Ancak işçilerin sendikanın da etkisiyle “grev okulundan” başarıyla mezun olamadığı görülmesi gerekirken, yaşanan deneyimin ise öğretici olduğunu ortaya koymak lazım.

***

Her şeyden önce grevin oluşum süreci tipik bir “ekonomik mücadele” ile alakalıdır. Grevci işçilerin siyasal tercihlerini bilememekle beraber, grevin arkasında bir AKP teşkilatının olup olmaması bir anlam ifade etmiyor. Grev İzmir Büyük Şehir Belediyesi’ne dönük itibarsızlaştırma saldırısından daha çok işçilerin en yaşamsal hakkıyla alakalı. Sermaye iktidarının bozucu etkiler göstermesi ise tali bir durumdur.

Bütün bunlar bir yana grevin üç tane sonucu bulunuyor. Birincisi; bir grevin başarılı, etkili ve ses getirici olması, o grevin mutlak suretle “iyi örgütlenmiş” olmasını gerektirmektedir. Bir işyerinde, işkolunda ya da bölgede stratejik olarak güçlü yerleri tutan bir işçi sınıfı, “grev silahını” kullandığı zaman gündemi değiştirebilmektedir. İşçi sınıfının siyasetin nabzını belirleyebilmesinin bir yolu da buradan geçmektedir.

İkincisi; ekonomik bir mücadelede dahi ideolojik ve siyasal etkilerin belirleyiciliği oldukça nettir. İzmir halkının belirli bir kesiminin grev süresince “ulaşım” sürelerinin uzamasının faturasını grevci işçilere fatura etmesinin tek anlamı bulunuyor. İşçi sınıfı siyaseti ve ideolojisi etkili olmadan bu ülkede hak bile aranamaz, toplumun geniş kesiminden “destek” bulmanız zorlaşır.

Halkın siyasal tercihi, AKP rejimine uzaklığı ya da yakınlığı, “sosyal demokrat bir belediyenin olup olmaması” hiçbir şeyi değiştirmez. TEKEL işçisinin dün başına gelen, bugün İZBAN işçisinin başına gelmiştir. Grevci bir topluluksanız “mutlaka” maaşınız ortalamanın üzerindedir. Dahası sizin yerinize işinizi yapacak mutlaka başkaları vardır ve eğer grev diğer insanların hayatlarını etkiliyorsa mutlaka “nankör” bir karaktere sahipsinizdir!

Doğrusu bunu düşünenlere tek bir soru sormak lazım; siz hak aramayı, grevi ne sanıyorsunuz? Grev yapmak çayda çıra oynamak mıdır ki; insanlar zevkle seyretsinler? Elbette her grevin dolaylı ya da dolaysız etkileri vardır ve bu katlanılacak bir “maliyet” olarak görülmelidir. Bu maliyeti karşılayacak olan şey ise; başta Cumhuriyetçi toplumsal kesimlere olmak üzere toplumun genişçe bir kesimine “sınıf perspektifinin” kazandırılmasından geçiyor.

Üçüncüsü ise bir grevin yarına devredeceği bir sonuç varsa; o da işçilerin öyle ya da böyle siyasal tercihlerini netleştirmesinden geçiyor. Tıpkı İZBAN grevinde olduğu gibi, bir grev istenildiği kadar iyi örgütlenilsin, eğer işçilerin örgütlü gücü sendikal alanın sarı ya da yeşil tonlarına yeniliyorsa geriye bir tutam hiç kalır. Sonrasında ise klasik bir süreç devreye girer. Grevci işçiler zamanla elenir, yerlerine güvencesiz ve düşük ücretli işçiler doldurulur. Ergun Atalay örneğinde olduğu gibi sarı sendikaların tacirleri ise koltuklarını bir biçimde korumaya devam eder.

***

Özellikle İZBAN grevinin bu sonuçları bugünün Türkiyesi’nde daha da önem kazanıyor. Patronlar kulübü TÜSİAD’ın dün yaptığı “Türkiye bir yol ayrımında” ifadesi sadece TÜSİAD’ın parlamenter demokrasiden yana olduğu sonucu çıkartılamaz. [1] TÜSİAD, düşük büyüme oranlarının, oynak döviz kurunun ve artan işsizlik toplumsal maliyetlerine işaret etmektedir.

Tablo gerçekten TÜSİAD açısından “endişe verici” hale gelmektedir. DİSK Araştırma Enstitüsü’nün yayınladığı rapora göre geniş tanımlı işsizlik yüzde 20’lere dayanırken, işsiz sayısı 6,5 milyonu bulmuştur.[2] Bu tablonun patronlar açısından üstlenilmesinin tek yolu emekçileri borçlandırmaya dönük adımlar attırmaktan başka bir seçeneği kalmadığını gösteriyor.

Öte yandan, düzenin kendisine dönük bozucu etkenleri siyasal ve ideolojik açıdan manüpile eden adımlar atma konusunda zengin seçenekleri olduğunu unutmamak gerekiyor. Sendikal alanı teslim alan sermaye iktidarı, örneğin “yeşil sendikacılık” tipi gerici tonlu bir tarzı daha da yaygınlaştırmaya çalışmaktadır. Ancak bu tür adımların etkilerini önümüzdeki dönem sınıf mücadelesinin kazanacağı görünüm belirleyecektir.

O nedenle İZBAN grevinin sonuçları iyi değerlendirilmelidir. Örneğin Günsan işçisinin fabrika işgali ya da Yüksel Endüstri işçisinin direnişi dikkatle takip edilmeli ve İZBAN grevinin sonuçlarıyla birleştirilmelidir.

Sınıf hareketine güç verecek “fırtına kuşları” için bugün mevzi kazanmak en önemli görevdir. [3] Bu görev mutlaka yerine getirilecektir, mutlaka.

Notlar

[1] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ekonomi/631259/Gul_ve_TUSiAD_dan__demokrasi-hukuk_devleti__uyarisi__Turkiye_yol_ayriminda.html

[2] http://disk.org.tr/2016/11/disk-ar-issizlik-ve-istihdam-raporu-kasim-2016/

[3] Fırtına Kuşları Rus yazar L.Ostrover’in bir kitabının ismi. Evrensel yayınlarından çıkan kitap, gerçek bir hikayeleri yan yana getiriyor. Rusya’da Ekim Devrimi’ni yaratacak işçi kuşağına ilham veren ilk öncüllerin hikayesini okurlarla buluşturuyor. Ekim’in mirasını bugüne taşıyanlar ya da bugünü anlamak isteyenler için kaçırılmayacak bir kitap. Mutlaka okunmalı.