Cacus yok edilene dek!

NATO, sosyalizmin yayılma tehlikesine karşı tek başına askeri varlığı ile yetinilemeyeceğini bilir ve kendi içerisinde bir örgütlenme süreci başlatır.

NATO bilindiği üzere, ABD emperyalizminin sürekliliğinin sağlanmasına yönelik olarak Sovyetler Birliği’ne, sosyalizme karşı saldırı olarak kuruldu.

İkinci Dünya Savaşı’nda 20 milyonun üstünde kayıp veren, faşizmi Avrupa’dan silen SSCB, Avrupa’nın birçok ülkesini etkilemiş, sosyalizm ile birlikte insanlara umut taşımıştı. Avrupa’da benimsenen sosyalizm ilerleyen yıllarda Asya, Afrika ve Latin Amerika’yı da etkileyecekti.

Ancak anti-komünistler, sosyalizmin yayılmasının önüne geçmek için adım atmakta gecikmediler.

1949’da kurulan NATO tam da bunu engellemek için kurulan bir örgüttü.

NATO’nun kuruluşuna dair olan kısmı burada bırakıp bir notu paylaşarak devam edelim:

NATO, sosyalizmin yayılma tehlikesine karşı tek başına askeri varlığı ile yetinilemeyeceğini bilir ve kendi içerisinde bir örgütlenme süreci başlatır. Sessizce ilerleyecek, gizlice çalışmalarını yürütecek bir örgütlenme…

21 Nisan 1986’da Newsweek’e konuşan NATO Eski Genel Sekreteri ve Bilderberg Grubu Başkanı Lord Carrington şu sözlerle bu durumu açıklayacaktı: NATO’nun 1949’daki ilk anlaşma metninde gizli bir madde yer alıyordu. Bu gizli maddeye göre üye olan devlet, komünizme karşı mücadele edecek devlet kuruluşunu oluşturmak zorundaydı. Bu örgütte yer alacak kadrolar gizli tutulacaktı, gizlilik içinde çalışacaktı.’ Sözleşme, tüm NATO devletleriyle yapılmıştı…

Ve maalesef bugün gelinen tabloda Türkiye’nin de üyesi olduğu NATO’yu hep beraber o kadar içselleştirdik ki Afganistan, Irak, Suriye, İncirlik üssü, profesyonel ordu… derken memleketin bir parçası haline geldi!

Elbette tüm bunları bir köşeye sığdıramayacağımız için bu yazıda NATO’nun bilim ile olan ilişkisine değineceğiz, ama önce Karl Marx’ın Kapital’inde de geçen bir örnekle yola çıkalım:

Cacus, Roma mitolojisindeki yarı insan-yarı canavar bir karakterdir. Çaldığı öküzleri geri geri iterek mağarasına sokar ve böylece ayak izlerini, öküzler sanki mağaradan dışarı çıkmış gibi gösterir.

Marx, bu hikayeyi Luther’den alıntıladıktan sonra şaşkınlıkla şöyle söyler: Mükemmel bir tablo bu, başkalarından alıp inine götürdüğü şeyler sanki kendisine aitmiş gibi davranan karakter, bir kapitaliste o kadar çok benziyor ki! Üstelik bunları geri geri yürüterek, bu şeylerin zaten onun ininden çıktığı görüntüsünü veriyor.

Emperyalizmin “bilim”i

En nihayetinde NATO’nun bugüne kadar gelmesinde en önemli pay, askeri yapısını her daim korumak ve güçlendirmek için başvurması gereken kanalları genişletmiş olmasıdır. Bu kanallardan biri de bilimsel uğraşısı!

Bu konuda ilk adım 1957 yılında kurulan NATO Bilim Komitesi (bu kapsamda Bilim Programı) ile atılıyor.

Bu komitenin kuruluş gerekçesi şöyle ifade ediliyor:

Bilim ve teknoloji alanında gerçekleşen ilerleme, ulusların güvenliğini ve dünya meselelerindeki pozisyonlarını saptamada belirleyici olmakta ve konu Atlantik Topluluğu için özel bir önem taşımaktadır. 

Buradan hareketle, bahsedilen güvenliğin sosyalizme karşı oluşturulduğunu, pozisyonlardan kast edilenin de, jandarma görevini üstlenebilecek ülkeler olarak okuyabilirsiniz. Böylesi bir yapıda da doğal olarak bu kurulun içerisinde öncelikle ABD olmak üzere diğer NATO üyesi ülkelerin bilim kurumları ve bilim insanları görev alacaktır.

Soğuk savaş dönemi atlatıldıktan sonra, bu alanda Türkiye’ye yönelik süreç 1997 yılında başlatılan Science for Peace (SfP/Barış için Bilim) programı ile oluşturulur. Bu program sadece üç ülkeye yöneliktir: Yunanistan, Portekiz ve Türkiye… Gerekçe ise, bu ülkelerin teknoloji yönetimini geliştirmek, Araştırma ve Geliştirme(AR-GE) yeteneğini artırmak! Bu konuda Türkiye’de kapıları açan kurum da tabii ki TÜBİTAK olacaktır.

Elbette söz konusu tarihlerin NATO’nun “sosyalizm tehdidi”nden kurtulduğu(!) bir dönem olması açısından önemlidir. Artık ortalık emperyalizm açısından sakin ve huzurludur! Bundan dolayı NATO, yaptığı çalışmaları ilerleterek bilim programlarını uygulama yöntemiyle ülkenin askeri yapısından sanayisine, ekonomisinden projelerine kadar belirleyici misyona sahip, danışılan bir kurum haline gelir.

Bu programlar, neden bilim sorusunun cevabını ise şöyle yanıtlıyor:

1990 yılından bu yana Ortadoğu ve Afrika’daki savaşlar, en az 10 milyon kişinin hayatına mal oldu. Doğal ve sosyal bilimler, beşeri bilimler ve geleneksel ekolojik bilgilerle kararlı durulacak ve uygulamalarımız bu tehditleri aşabilecek.

Dolayısıyla amacının bu olduğunu söyleyen SfP ve Science for Peace and Security (SPS/Barış ve Güvenlik için Bilim), çevresine ekoloji derneklerinden turizm derneklerine, sözde barış sağlayacak kurumlardan insan hakları savunucusu örgütlere kadar geniş bir yelpazeye ulaşabiliyor. (Kast edilen kurumlar için scienceforpeace.ca adresine başvurulabilir.)

Bugün TÜBİTAK’ın internet sayfası incelendiğinde de bu bilgilere ulaşmak mümkün. Bir süredir TÜBİTAK içerisinde gerçekleşen gerici dönüşümlerden bahsederken de işin bu ayağını görmek gerekiyor.

TÜBİTAK kendi sayfasında SPS Komitesi’ni şöyle tanımlıyor:

Sivil bilim ve yenilik alanında uygulamalı işbirliğini destekleyen birincil NATO komitesidir. Bu yeni organizasyon, iyi tesis edilmiş prosedürler çerçevesinde sürdürülen projeler yoluyla bilimi toplumla buluşturarak NATO’nun misyonuna katkıda bulunan bir program oluşturmaktadır. Bu organizasyon güvenlik, çevresel sürdürülebilirlik ve Partner ülkelerin önceliklerine odaklanmaktadır.

Bu konu bir köşe yazısına sıkıştırılamayacak öneme sahip olduğundan meraklılar için yazı sonunda sayfa linkleri verilecektir.

Ancak söz konusu ve asıl değinmek istediğim nokta, NATO’ya bugün dünyanın en büyük terör örgütü dememizin hiçbir abartısı olmadığıdır. Yıllarca silah sanayisinin gelişiminde büyük rol oynamış, birçok ülkede işgalci konumunda olan bir terör örgütüne karşı mücadele verirken bu örgüte her anlamda bağımlı hale getirildiğimiz gerçeğini unutmamak gerekiyor.

Bilim adı altında yürütülen bu çalışmaların en büyük destekçileri bilim kurumlarının yanında ordudur. Örneğin Milli Savunma Bakanlığı çatısı altında oluşturulan ARGE ve Teknoloji Dairesi Başkanlığı – NATO Bilim ve Teknoloji Organizasyonu (STO), faaliyetlere katılımın ana hedefini belirlerken projelerde görev alabilecekleri şöyle sıralar:  Araştırma Grupları’nın konusu ile ilgili millî projelerde görev alan TSK, endüstri (savunma sanayii firmaları, kamu/özel araştırma kuruluşları) ve akademik çevre (üniversite) personelinin katılımı esas alınacaktır.

Zaten STO işleyiş tanımlamasını da şöyle yapıyor:

STO’nun yıllık çalışma programı, paneller tarafından hazırlanan taslak faaliyet planları doğrultusunda STB tarafından belirlenir. Çalışma programının hazırlanmasında, bilimsel faaliyetlerin NATO’nun askerî ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirilmesi esastır. Bu maksatla, çalışma programı; ülkeler, NATO ARTE Stratejisi, MC, CNAD, NATO Stratejik Komutanlıkları ve NATO’nun bilimsel çalışmalar yapan diğer birimleri ile koordineli olarak hazırlanır.

Son söz

Marx her ne kadar Cacus’u kapitalistlere benzetmiş olsa da bugün cisimleştiği durumun kapitalizm ile beraber, NATO ve tabii ki emperyalizm olduğunu söylememiz gerekiyor.

Cacus’un sonunun ne olduğunu bilmiyorum ama tek başına bırakılan ayak izleri ile yetinmek yerine takip edip Cacus’u defetmek eşitlik mücadelesi verenlerin elinde.

İnsanlık için yapılan bilim sadece sosyalizmde olduğu için…

http://www.nato.int/cps/en/natohq/topics_85373.htm?

https://www.tubitak.gov.tr/tr/kurumsal/uluslararasi/cok-tarafli-programlar/nato-sps/icerik-basvuru-kosullari

http://www.msb.gov.tr/Content/Upload/Docs/bilgilendirme_dokumani(1).pdf