Demokrasi cephesinden birşey çıkmaz...
Türkiye siyasetindeki son gelişmelere mercek tutuyor.
Yine hareketlenmeler başladı.
Sırayla gidelim. Can Dündar ve Erdem Gül’ün serbest bırakılması ile birlikte gündeme gelen Anayasa Mahkemesi tartışması, Ankara Hamamönü’nde tutulan ofisler, kayyuma giden Zaman gazetesini savunmaya giden türbanlı vatandaşların uğradığı polis şiddeti, başta Abdullah Gül olmak üzere Bülent Arınç vb… AKP’ye alternatif bir oluşum içerisinde olduğu söylenen bilumum zevat… Gündemimizi kaplamaya başladılar. Hepsi ne yapıyorlar? Tayyip Erdoğan’a karşı mücadele ettikleri söyleniyor.
Önemsiz değiller tabii ki… Ancak tüm bu meseleler ile ilgili nasıl tutum alınması gerektiğini biraz netleştirmekte fayda var.
Daha doğrusu tüm bunlar, Tayyip Erdoğan’dan ve ekibinden kurtuluş yolunun birer parçası olarak önümüze sunuluyor. İsterseniz olup biteni hem hatırlayalım, hem de biraz yorumlamaya çalışalım.
Gazetecileri kurtaran Anayasa Mahkemesi Erdoğan ve ekibine karşı arkasında Abdullah Gül’ün olduğu hissettirilen bir hamle yapıyor. Faşist cumhurbaşkanı hemen yanıtı yapıştırıyor ve savcıları göreve davet ediyor. Artık Anayasa Mahkemesi kalkanı arkasında hangi düzen içi güçler hangi pazarlıkları yaptılar bilemiyoruz ama yeni Anayasa masası yine kurulamadı. Erdoğan başkanlıktan vazgeçmeyeceğini bir kere daha deklare etti. Bununla birlikte tüm topluma ve sola verilen mesaj açıktı: Tayyip’ten kurtulmak istiyorsan düzen içi güçlere yanaşacaksın.
Alternatif hazırlıkları önceden yapıldığı anlaşılan Zaman gazetesinin kayyuma gönderilmesi ile ortaya çıkan tablo ise sol açısından daha hazin oldu. Siyasal İslâm’ın en önemli mücadele bayrağının ve bayraktarlarının siyasal iktidarın öfkesinden nasibi almış olması bir yerden sonra İslâmcılar içerisindeki çelişkileri derinleştirebilir. Buradan sola ekmek çıkmayacağı açık.
Ancak, faşizme karşı Fettullahçılarla omuz omuza yaklaşımı sosyal demokratından, küçük burjuva radikal sosyalistine ve bilumum liberal zevata kadar kendini gösterdi. Kimi açık deklare etti. Kimi sessiz kalarak destek oldu. Gül’lü, Arınç’lı, cemaatli “faşizme karşı cephe” böylece bir kere daha gelişti.
Bununla birlikte, siyasi iktidarın baskı ve zulmünden nasibini alan Kürt emekçileri için gerici ve Amerikancı çözüm çağrısı zaten çok uzun zamandır yapılmaktayken ve Türkiye solunun önemlice bir kısmı da buna teşne durumdayken, o alanda da yeni gelişmeler olmuştur. Kürt siyasi hareketi son bir haftalık performansı ile birlikte bu cepheye katılmaya istekli olduğunu deklare etmiştir. Geçtiğimiz hafta, Cuma namazı ibadetini müteakiben yaptığı konuşmasında Selahattin Demirtaş, “yönetenler adil bir barış teklif etsinler, biz de feragat edelim” derken ilgili odaklardan hangisine yeşil ışık yakmaya çalışıyordu pek anlaşılamamıştı. Tayyip Erdoğan mı, devlet mi, cemaat mi, MİT mi, yoksa Abdullah Gül mü derken imdada ağabeyi ve Cemil Bayık yetişti.
Nurettin Demirtaş ve Cemil Bayık Gül’lü cephede yer almak istediklerini ve destek atacaklarını dile getirdiler. Bu noktada bugüne kadar zaten kayıtsız şartsız Kürt siyasi hareketinin kuyruğuna takılmış olan Türkiyeli bazı solcular yine sessiz. Ama “pardon biz zaten cemaate de destek oluyorduk” değil mi? Belki bu sefer CHP’yle HDP’yi birleştirmeyi denemek yerine, cemaat falan hepsinin halvet olacağı bir modeli deneyebiliriz diye düşünüyor olabilirler.
Neyse ağabey Demirtaş ve Bayık’ın son yaklaşımını ilk planda değerlendirdiğinizde böyle. Ancak tersten düşündüğünüzde bu yaklaşımın Tayyip Erdoğan’a atılmış bir can simidi olarak da yorumlanması mümkündür. Devletin savaş konseptini yükselttiği ve Kürt emekçilerine bombaları reva gördüğü bir ortamda, militarizmin arttığı ve AKP’nin buradan prim yaptığı bir dönemdeTürkiye’de düzen içi ve sağ (hatta liberallerin bile önemlice bir kısmı) hiçbir unsur Kürt siyaseti ile yan yana gelmeyi aklının ucundan bile geçiremez. Dolayısıyla yukarıdan beri bahsettiğimiz “faşizme karşı cephe” olarak kurgulanan yaklaşım Kürt siyasetiyle verilen savaşta verili pozisyonunu terk edemeyecektir.
Ne demiştik? Ortadoğu’daki savaş durulmadan, Türkiye’deki çatışmalı ortamın durması zordur. Emekçilerin laik cumhuriyetini hedeflemeyen, sosyalist anlayıştan uzak Kürt sorunundaki çözüm arayışları ise gerici, baskıcı ve Amerikan şemsiyesi altında çözümden başka bir şey getiremez.
O zaman HDP’sinden PKK yönetimine kadar gerek düzen güçleri ile “adil barış” arayışında olan unsurlar, gerekse demokrasi cephesi kurmak isteyenler ve bunları destekleyen solcular ne yazık ki bu dönem de özgün bir çıkış yapamayacaklar gibi görünüyor.
Bizse çıkış yoluna işaret etmekten geri durmamalıyız.
Tekrar edelim.
Gül’lü, cemaatli, Tayyip karşıtı olduğu söylenenlerin yeni hareketinden Türkiye soluna hayır gelmez. İktidar olsalar bile özlerinde hepsi sağlam anti-komünist ve faşisttirler. Eninde sonunda Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği değerlerin hepsini yeniden üreteceklerdir.
Kürt siyasi hareketinin verili pozisyonu ve mücadele hattı, Türk ve Kürt emekçilerinin ortak kurtuluş mücadelesine kan taşımamaktadır. Buradan sosyalist bir cumhuriyet mücadelesine ulaşmak zordur. Zaten demokratik (özerklik) cumhuriyet hedeflenmektedir.
Başkanlığa arıza çıkartan ama işbirlikçi, emek düşmanı ve gerici İkinci Cumhuriyet’in Anayasası’na teşne CHP aracılığı ile ülkemiz emekçilerinin siyasal ya da toplumsal bir kazanım elde etmesi imkansızdır. CHP, 12 Eylül Anayasası’na göre daha demokratik olduğu söylenen yeni Anayasa’nın şalını örtecektir.
Laiklik mücadelesini toplumsal alanda gerçek araçlarla vermeden, Tayyip Erdoğan’ın sahte anti-Amerikancı söylemini ağzına tıkmadan, demokrasi havarilerinin ve liberallerin AKP’ye karşı sahte duruşlarından beklenti içerisinde, ülkemizde ve bölgede emperyalist yayılmacılığa karşı çıkmadan, sol değerlerden uzaklaşarak ya da onları sadece soyut bir olgu olarak görerek, örneğin 8 Mart’ta devrimcilerin kızılı yerine feministlerin morunu tercih ederek, bu ülkede işçi sınıfının kurtuluş mücadelesini bir adım ilerletemezsiniz.
İşte bu yüzden gidilmesi gereken yol bellidir. Emekçilerin laik cumhuriyeti için inadına mücadeleye devam etmek… Gerici AKP iktidarına ve sermaye düzenine karşı sosyalizmin ve devrimin bağımsız hattını büyütmek, emekçi sınıfların kurtuluşunun gereklerini yarına bırakmadan bugün hayata geçirmek…