FITRAT (İŞ KAZASI DEĞİL, CİNAYET) kitabı İsmail Saymaz’ın son kitabı. Kitap beş bölümden oluyor. Beş bölümün de başında anlatılan yaşanmışlıkların sonunu bilerek okumaya başlıyorsunuz.
Ve bu sonucu bildiğiniz halde okudukça başka bir sonuç beklentisi içine giriyorsunuz ama olmuyor, gerçek o kadar keskin bir şekilde karşınıza çıkıyor ki, bu gerçeği de bildiğiniz halde sayfalar ilerledikçe daha fazla öfkelenmeye devam ediyorsunuz.
“Bu kadar da olmaz” dediğiniz her yaşanmışlık sonrası gelen cümle size, “bu kadar oluyor işte” dedirtiyor, kafanıza birçok soruyu da yerleştiriyor.
Oturduğunuz evin inşaatında, bindiğiniz vapurun yapım aşamasında işçi ölmüş müdür acaba diye düşünmeden edemiyorsunuz. Gerçekler aklımıza, yüreğimize bıçak gibi saplanıyor.
Kitabın “Fıtratın Tarihi” başlığını taşıyan ilk bölümü Osmanlı’dan bugüne gelinen noktayı gayet başarılı bir şekilde özetlemiş. Bugün özelleştirmelere karşı kamuculuğa sahip çıkmanın, sermaye iktidarına karşı mücadele etmenin gereklilikleri de bütün çıplaklığıyla sunulmuş.
Okurken en fazla hayıflandığınız şey, yıllar içinde kazanılmış bütün hakların teker teker elinizden nasıl yitip gittiği. Özelikle AKP iktidarı öncesi ve sonrası diye iki ayrı kategoriden çıkan rakamlar mutlaka bir kenara not edilmeli.
Hukuksuzluğun dibe vurduğu, insanın hiçe sayıldığı, paranın, patronun egemen kılındığı insanlık dışı bir tarih okuyorsunuz kitap boyunca.
Gerici sermaye iktidarının yıllar boyunca devam etmesinin tek nedeninin gözden çıkarılan insan cesetlerinin üzerinden yükselmeleri olduğunu açıkça görüyorsunuz. Türkiye’nin iş kazaları sıralamasında dünya üçüncüsü olmasına da şaşırmıyorsunuz.
Sadece patrona sahip çıkan bir sermaye iktidarı altında yaşamanın ortaya çıkardığı sonuçlar…
Böylesi bir tabloda yaşananlar maalesef ki FITRAT haline gelebiliyor.
Dolayısıyla denklem tersine çevrilerek buna alışılması isteniyor.
– İşçiler sendikasızlaşmaya mahkum bırakılırsa,
– Sendikalar, sarı sendikalara dönüştürülürse,
– Taşeronlaşmanın önü açılıp, devletin alması gereken sorumluluk işçiye yüklenirse,
– Kamu kurumları özelleştirilirse,
– Saatlerce çok zor şartlarda çalıştırılıp hiçbir sosyal güvence sağlanmazsa,
– İş yeri hekimliği uygulaması %2’de kalırsa,
– İş güvenliği sağlanmazsa,
– Hukuk, patrondan ya da gerici sermaye iktidarının sözcüsü haline gelmişse,
– Ölen işçilerin yoksul ailelerini parayla satın alma pazarlığı yapılırsa…
Böyle bir düzende yaşananlar elbette cinayet değil FITRAT’a dönüştürülmeye çalışılır.
Her gün televizyonlarda izlediğimiz, gazetelerde okuduğumuz iş cinayetleri haberlerine “yine mi” diye tepki göstermekten birçoğumuz bıkmışızdır.
“Zaten ne olursa işçilere, yoksullara oluyor” cümlesini de sık sık kuruyoruzdur. Yine mi kelimesine alışmak, sıradanlaştırmak, geçiştirmek maalesef ki arkasından gelen cümleyi kurmamıza neden oluyor.
Kitabın arka kapağında da yer alan, yıllarını tersanelerde çalışarak sendika örgütlenmesi yapan işçi Hakkı Demiral’ın sözleri ise işin gerçekliğini ortaya koyuyor.
“Kaza değil bu ya, bu cinayet. Niye cinayet biliyor musun? Bazen şöyle diyorlar: İşçiler cahildir. Öyle midir? Bu işçiler dünya güzeli gemileri yapıyor, denizde yüzdürüyor; cahil değil. Ama elektriğe bastığında cahil! Oysa önlem alınmadığından, üç kuruş daha fazla kazanasın diye beş kuruşu harcamadığından bu cinayet oluyor. Beş dakikalık gaz ölçümünü yapmazsan, işçi patlamada öldüğünde bu cinayet değil midir? Cinayetin âlâsı bu.”
Kitabın ilk sayfalarında bahsedilen örgütlü mücadelenin yükseltilmesi ve işçilerin kendi haklarını bilmesi zorunluluğu kitabın sonunda çıkarılacak tek ders oluyor.
Gücünün farkında olan işçi buna karşı Soma’da Tayyip Erdoğan’a hesap sormayı da bilir, sendikasına sahip de çıkar, patrona boyun da eğmez ve işçilerin yıllar önce güçlerini birleştirerek verdikleri kitlesel mücadelelerle elde ettikleri kazanımların ortadan kaldırılmasına da izin vermez.
Burada işçi sınıfına ahkam kesmek gibi bir derdimiz yok. Süreç içerisinde bu tablonun nasıl oluştuğuna bakmak, tüm halkın kazanımlarının teker teker yitip gitmesine seyirci kalmadan dur demektir.
Öncelikle işçi sınıfı buna dur demelidir ki, yepyeni bir hayatı, üreten, güçlü ellerle inşa edebilelim.
Dolayısıyla denklem doğru hattına oturtulmak zorunda. Yani fıtrat değil, CİNAYET!
Ama bunun için insandan yana olan bir sistem gerek, yani bir Sosyalist Cumhuriyet!
Bu haber en son değiştirildi 19 Aralık 2016 07:26 07:26
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Jean-Pierre yaptığı açıklamada ne ABD'nin ne de Ukrayna'nın bölgedeki gerilimi arttırmada…
Eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şikâyetiyle 11 yıl 8 ay hapis…
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eski basın danışmanı Ahmet Sever, Mustafa Varank’ın açtığı 'Ak trol' davasından…
"Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma" suçlamasıyla hakkında soruşturma başlatılan gazeteci Fatih Altaylı, "Olağan ve alışık…
MHP’li vekillerin altın kaçakçılığı ve kara para iddiaları siyaseti karıştırdı. Bahçeli’nin tavrı, Dubai bağlantıları ve…
İstanbul’da bebekleri kendilerinin anlaşmalı olduğu hastanelere sevk ederek haksız kazanç sağlayan ve ihmali davranışlarda bulunarak…