DİSK Genel Kurulu’nun gösterdiği: Sınıfın tavrını koyma vakti
Görüntüler çok tanıdık. Bir yanda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’ya, Cumhurbaşkanı’na dönük politik öfke, diğer yanda ise meclis muhalefetinin unsurlarıyla pazarlık var. Bir yanda direnişçi cam işçilerinin salona girişi, diğer yanda ise kapalı kapılar arkasında kurulan “küçük ittifaklar”. Tahmin edebildiniz mi nereden bu görüntüler? Tahmin edemeyenler için hemen ifade edelim DİSK Genel Kurulu’ndan.... View Article
Görüntüler çok tanıdık.
Bir yanda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’ya, Cumhurbaşkanı’na dönük politik öfke, diğer yanda ise meclis muhalefetinin unsurlarıyla pazarlık var. Bir yanda direnişçi cam işçilerinin salona girişi, diğer yanda ise kapalı kapılar arkasında kurulan “küçük ittifaklar”.
Tahmin edebildiniz mi nereden bu görüntüler? Tahmin edemeyenler için hemen ifade edelim DİSK Genel Kurulu’ndan. Ülkemizdeki pek çok kurumu, yapıyı esir alan ikircikli ve çelişkili görüntüler DİSK Genel Kurulu’nu da bir kez daha sahnelendi. Hafta sonu toplanan kurula iki şey damga vurdu: İlk günkü AKP protestosu ve üç sendikanın Genel Kurulu terk etmesi.
Sonucun üç aşağı beş yukarı böyle olacağı sendikal alanı yakından takip edenler tarafından tahmin ediliyordu. Geçen hafta DİSK’in isminin hakkını nasıl vereceğini belirtmiş ve bu hakkı vermenin “boynumuzun borcu” olduğunu ifade etmiştik. DİSK Genel Kurulu’nun gösterdiği sonuç sendikal alan dâhil olmak üzere işçi sınıfı hareketinde sınıf tavrının mutlak bir biçimde ete kemiğe büründürülmesi gerektiğini açığa çıkarmıştır.
Dar genel kurul hesaplarıyla, her türlü ilkesizliği ön plana çıkartan koltuk kapmacı anlayışla sendikal alanın geleceği en ileri nokta “söylem sendikacılığıdır.” Bunun da siyasetteki karşılığı şov siyasetidir ve ileriye bir şey bırakmaz.
Bize söylem sendikacılığı değil, sınıf sendikacılığı gerekli.
Bize şov siyaseti değil, örgütlü siyaset gerekli.
Dolayısıyla bugün ortaya çıkan tabloda heyecansız, programsız, dağıtıcı etkilere açık ve “KESK’leşme” ile karşı karşıya bir DİSK vardır. Akıllara 12 Eylül sonrası DİSK’in etkisizliği kıran, sendikal alanda yeni bir sınıf hareketinin habercisi bir dönemin olup olmadığı sorusu gelebilir. Elbette, bu noktada DİSK’in etkisizliği yeni değil.
Sendikal alanın düzen siyaseti tarafından belirlendiği, mücadeleci sendikaların güçten düşürüldüğü ve sınıfın öne çıkan bölmelerinin yarattığı olanakların heba edildiği birçok örnekle karşı karşıya kalındı bugüne değin. Bütün bunlarla birlikte 90’lı yıllarda kamu emekçilerinin başına gelen etkisizleşme halinin çok ötesi bir durum var. Sendikal alan sınıf siyaseti yapan unsurlar tarafından kuşatılmadığı ölçüde “yitip gitme” halinin yaygınlaşacağı açıktır.
Bunun gerçekteki karşılığı işçi sınıfının parçalı, örgütsüz halinin güçlenmesi anlamına gelmektedir. Bu durumun gerçekleşmesi halinde sınıf mücadeleleri alanında sermayenin daha pervazsız, sermaye iktidarının ise daha gerici adımlara başvurabileceği bir dönemin kapısı aralanır. Böylesi dönemlerde ise işçi sınıfı dinci gerici ve milliyetçi ideolojiler tarafından daha fazla kuşatılır ve sonuçta sınıftan umudu kesenler kervanına yeni “eski solcular” katılır.
***
Ancak durum bu kadar basit değil. DİSK’te metal işçisinin tuttuğu ve diğer sendikaların desteklediği alan sınıfın mücadeleci kesimleri için umut vericidir. Öte yandan sınıf hareketinde bugün sendikal alandan daha önemli ileriye çıkışlar var. Bu kesimlerin örgütsüz oluşu, öncüsüzlüğü ve anlık tepkisellikleri olumsuz yanları; fakat ekonominin stratejik sektörlerinde yoğunlaşan dalganın mutlaka değerlendirilmesi gerekiyor.
Bu değerlendirmenin sendikal alana sığmayacağı, bu alana katkı koyan; fakat çok daha siyasal bir sınıf hareketinin mayasını çalması gerekiyor. Daha açık ifade etmek gerekirse, bugün güçlü bir sınıf hareketi ancak siyasal bir içerik kazanırsa oluşabilir. Somutlamak gerekirse sermayenin ve AKP’nin devreye soktuğu saldırı paketine karşı siyasal bir karşı koyuş gerekiyor.
Bu saldırı paketinin bütünlüğünü göremeyen kaybeder. Ücret alanına sıkıştıran saldırı paketinin gerçekleşmesine neden olur. Sermayenin yeni mevziler kazandığı, AKP’nin içeride ve dışarıda saldırganlaştığı bir ortamda emeğin bir döngüye girerek daha da “örgütsüzleşmesi” büyük bir yıkımı getirecektir.
Öyleyse adım adım gelişen bu yeni dönemde sınıf hareketini mayalayacak, onun rengini oluşturacak “sabır işçilerine” ihtiyaç vardır. Bu kesimin oluşması için sınıf tavrının büyümesi ve kendini ifade edebilecek bir “merkeze” ihtiyacı var.
Sendikal bölmede “dar alanda kısa paslaşmalardan” sıkılan, ancak mücadeleci öncü bir kuşağın kendini ifade edebileceği, güçlü mücadele pratiklerini biriktireceği bir merkezin adım adım inşası bugünkü tabloyu emin ve güçlü bir tempoda değiştirecektir.
TEKEL’in, Yatağan’ın, Şişecam’ın, Bursa’nın, şantiyelerin, kamu emekçilerinin, uzman, mühendis, doktor, avukat ve plaza çalışanın sesini birleştirecek bir merkezin inşası zor değil. Ancak bu merkezin inşası şapkadan tavşan çıkartmaya benzemez. Mesele model sorunu değil, bütünlüklü bir mücadele verme problemidir.
Bu mücadeleyi verecek, güçlendirecek ve yeni bir sınıf hareketinin mayasını çalacak bütün unsurlar için tercih vakti yaklaşıyor. Yavaş ama güçlü adımlar bu alandaki birikimi açığa çıkaracaktır.
Sınıfın tavrını koyma zamanıdır, bu tavrı yaratacakların yolu şimdiden açık olsun.