DİSK isminin hakkını nasıl verecek?
13 Şubat 1967… Türkiye işçi sınıfı tarihinin önemli bir dönüm noktası… Uzun yıllar boyu baskılanan ve düzen tarafından en ufak bir hak arama eyleminin dahi baskılandığı işçi sınıfı mücadelesinde DİSK’in kuruluşu yeni bir dönemin kapısının aralandığını ifade ediyordu. Yıllar boyu birikerek gelen, Amerikancı sendikacılık anlayışıyla düzenin şekil vermeye çalıştığı işçi sınıfı hareketi DİSK’in kuruluşu ile... View Article
13 Şubat 1967…
Türkiye işçi sınıfı tarihinin önemli bir dönüm noktası… Uzun yıllar boyu baskılanan ve düzen tarafından en ufak bir hak arama eyleminin dahi baskılandığı işçi sınıfı mücadelesinde DİSK’in kuruluşu yeni bir dönemin kapısının aralandığını ifade ediyordu. Yıllar boyu birikerek gelen, Amerikancı sendikacılık anlayışıyla düzenin şekil vermeye çalıştığı işçi sınıfı hareketi DİSK’in kuruluşu ile birlikte kendisine biçilen gömleği yırtıp atmıştı.
Elbette DİSK’in kuruluşunu önceleyen dönemin ve bir önceki kuşağın, 46 sendikacılığı, bu yeni sayfanın açılmasında büyük bir önemi vardır. 46 sendikacılığı deneyimini anlamadan, 1961 Saraçhane mitingini görmeden, 1964 Sungurlar grevini bilmeden ve 1966’daki Paşabahçe grevine işaret etmeden DİSK anlaşılamaz. Dahası DİSK’i kuran sendikacılar kuşağının mayasının Türkiye İşçi Partisi’nin kuruluşunda da yer aldığını görmeden Türkiye işçi sınıfının bu dönemi anlaşılamaz.
Eksikleriyle, yaptıklarıyla bugüne değin taşınan DİSK, böylesi bir mirasa oturuyor. Ancak hazıra hiçbir zaman dağ dayanmıyor, mirasyedilik işçi sınıfı mücadelesinin en büyük zaafını oluşturuyor. 70’li yılların ikinci yarısıyla başlayan ve 12 Eylül’den sonra devam eden DİSK’in düzenle barışmasının sonucu olarak sınıf mücadelesinde büyük mevzilerin kaybedilmiştir.
Tarihten bugüne geldiğimizde bir avuç sınıf sendikacılığı iddiasındaki yapının dışında geriye pek bir şey kalmamış gözüküyor. “Söylem sendikacılığı” dışında bir şey üretemeyen, dar Genel Kurul hesaplarına boğulan, yeni unsurlarla buluşamayan bir DİSK’in, daha önce KESK içinde yaşanan sürecin aynısını yaşaması kaçınılmazdır.
Geriye isimden ve tarihten başka bir şeyin kalmayacaktır!
***
13 Şubat tarihinde yeniden DİSK Genel Kurulu var. Bu yıl gerçekleşecek Genel Kurul “beklenen” tonda geçecek. Büyük bir sürprizin beklenmediği Genel Kurulda Birleşik Metal İş’in oluşturduğu blokla, Genel-İş’in oluşturduğu blok yarışacak. Aralık 1977 DİSK’in CHP’lileşmesinin* önünün açıldığı ünlü kongreden bu yana bir tarafını Genel-İş’in oluşturduğu, diğer tarafını ise metal işçilerinin oluşturduğu ikili yapı kendini koruyor. Ancak bundan daha önemlisi, DİSK’in bugün 1977 çizgisinden bile daha geri, daha donanımsız ve küçük hesaplara kurban gittiği de gün gibi ortadadır.
Sınıf ve sendikal hareketin önündeki en büyük açmaz bu eskimiş anlayıştır. Sınıf sendikacılığının bayrağının yükseltilmesi, gerçek bir sınıf hareketinin yaratılması için bugün bu alanda ısrar edenlere çok iş düşmektedir. Fiili-meşru mücadelenin işçi sınıfının geleneksel bölmelerine “ilaç” gibi geldiği günümüzde, sermayenin karşısında ikirciksiz bir duruşu zorunlu kılmaktadır.
Eğer bu adım atılacaksa ilk olarak emperyalist kurumların ve sermayenin uzantısı haline gelmiş ITUC benzeri uluslar arası konfederasyonlara sırt çevrilecek. Bir sendikanın Genel Kurulu’na eğer bu kesimler çağrılıyor ve “baş konuk” sıfatı taşıyorsa sınıf sendikacılığı adına fazla bir şey beklememek gerekiyor.
Yeni bir sınıf hareketi yaratılacaksa sendikaların bir mücadele alanı olduğunu başa yazacağız. Bunun için her şeyden önce bugün AKP’nin ve sermayenin saldırı paketi karşısında emekçilerin mücadele programının ilan edilmesi gerekiyor.
Kıdem tazminatının fona kaldırılması, kiralık işçilik uygulamasının devreye sokulması ve ortalama ücretlerin aşağı yönlü hareketinin karşısına tek bir programın koyulması gerekli. İşyerlerinden başlayan ve sanayi havzalarını kapsayan yeni bir mücadele döneminin açılması mümkündür. Bunun için yapılması gereken bütün mücadele araçlarının, genel grev dâhil olmak üzere, adım adım kullanılmasında yatmaktadır.
İşyerlerinde başlayacak ve sanayi havzaları sarsacak bir eylemlilik dalgasına şimdiden hazırlanmak gerekiyor. Sınıfın geleneksel bölmelerinin dışında, kuralsız çalışan kesimleri de dâhil olmak üzere bir dizi kesim öne çıkmayı beklemektedir. Bunu başarmak ise ileriye çıkan bölmelerin büyük bir güvenle kendisine bakmasıyla mümkündür.
Daha açık ifade etmek gerekirse DİSK Genel Kurulu’nun sonucu ne olursa olsun, metal işçisi öne çıkmalıdır. Diğer küçük sendikaların da desteğiyle bu alanda yeni bir alanın aralanmaması için hiçbir neden bulunmuyor. Yeni alanın yaratılmasıyla birlikte Türkiye siyasetinde dengelerin bozulacağını görmek gerekiyor.
Bugün kapitalizmin bütün kuşatıcılığına karşın sabırlı ve inançlı bir mücadele bütün bu alanlardaki karamsarlığı kıracaktır. 13 Şubat 1967 öncesinde biriken sınıf hareketi yeni bir dönemin habercisiydi. Şimdi de böylesi bir dönemin kapısını aralamak boynumuzun borcudur.
Her şeyden önemlisi Antalya’da borçlarından ötürü kendisini yakan inşaat işçisi Akın için bu borç bir kat daha artmıştır.
Akın’ın hayatını karartanlar bilsinler ki; bu borcun üstesinden mutlaka geleceğiz ve Güneş’i zaptedeceğiz!