Bugün Türkiye’nin gelmiş olduğu yeri iyi saptamak gerekiyor. Öncelikle süreklilik noktalarının altı çizilerek işe başlanmalı. Ülkemizin son 10 yıllık tarihinde önemli kırılma noktaları olduğunu görüyor ve önümüzdeki günlerde benzer kavşaklardan ülkemizin geçeceğine dair bir öngörü taşıyorsak bu süreklilik noktalarını belirgin kılmamız lazım. Yoksa AKP’den önceki ve AKP ile birlikte bugünkü sistem arasındaki açıyı veri alırsak, bu değişimlerin üzerinde yükseldiği zemini görmezden gelecek bir yanlışa düşeriz.
Her şeyden önce iktidardaki sınıfın karakterinde asla bir değişiklik olmamıştır. Dün olduğu gibi bugün de bir sınıf olarak sermayenin iktidarında olduğumuz asla unutulmamalı, AKP ile birlikte sermaye sınıfının daha da palazlandığı bilelim. İstanbul sermayesi, Anadolu sermayesi, yeşil sermaye gibi ayrımlara bel bağlayacak ve AKP’yi bunun üzerinden tarif edecek bir siyasal strateji yanlış bir stratejidir.
İkincisi, süreklilik noktalardan birisi olarak, emperyalizmle Türkiye’nin arasındaki bağda herhangi bir değişiklik yoktur. Türkiye’nin, ABD’nin başını çektiği emperyalist güce bağımlı olduğu ve aynı potada uluslararası gelişmelere tepki verdiği unutulmamalıdır. Bu açıdan AKP ile dönem dönem emperyalizm arasında yaşanan uyumsuzluklara ya da faz farklarına bakarak buradan “mutlak açı” üretmek düzen içi siyasetin konusudur. Düzen karşıtı sol siyaset buradan bir ittifak unsuru bulamaz.
Süreklilik noktasının üçüncüsü olarak şunun görülmesi gerekir. Etki ve rol derecesi zaman zaman değişse de düzen kurumlarının işgal ettikleri yerlerde köklü bir değişiklik yoktur. Örneğin ordunun işgal ettiği yer, Diyanet’in misyonu gibi. Diyanet’in bugün daha fazla rol alması ile ordunun “yeni Türkiye’de” rolünün yeniden tarif edilmesi başka bir şeydir, bu iki kurumun işgal ettikleri yerin anlamı bambaşkadır. Bu rol tayinin aynı zamanda siyasi içerik ve misyonla ilgili yanları bulunuyor ve doğal olarak sermayenin çıkarları ile emperyalizm hedefleri doğrultusunda siyasi müdahaleye uğramaları dışında başka bir anlama gelmemektedir.
Bütün bunlarla birlikte, AKP’nin iktidara geldiği süreçten bugüne, süreklilik ile birlikte sermaye düzeninde ve siyasetinde “değişimleri” de işaret etmemiz gerekiyor. En başta düzenin ideolojik kodları değişime uğramıştır. Kemalist bir devlet tanımından “ılımlı İslamcı” bir devlet tanımına doğru yol alan bir değişiklik ortada. Yıllardır tehlike olarak tanımlanan “irtica” bugün devlet ve düzen açısından bir tehdit unsuru olarak sayılmamaktadır. Bunun eğitimden devlet bürokrasisine kadar bir dizi sonucu geçtiğimiz yıllarda fazlasıyla görüldü.
Bu değişikliğin bir boyutu ise geleneksel dış politikanın değişimidir. İki kutuplu dünyanın dengesi üzerine kurulan dış politika, emperyalizmin yeni saldırı politikasıyla birlikte değişikliğe uğramış, bugün Katar ve Somali’ye deniz aşırı askeri üs açmaya kadar gidecek bir farklılaşma yaratmıştır.
Düzen siyasetinde farklılaşan başlıklardan bir tanesi de Kürt meselesine yaklaşımla ilgilidir. AKP ile birlikte Kürt sorununda bakış açısının köklü bir değişim geçirdiği kabul edilmelidir. Ancak düzenin bu başlıkta bugün için bir netice ortaya koyamadığı ise açıkça görülmelidir. Henüz bu sorun bağlanamamış, yaşadığımız çatışma ve savaşın bu durumla ilgili olduğunun altı çizilmelidir.
1 Kasım seçimleriyle önemli bir kavşağı dönen AKP iktidarının, hayata geçirmeye çalıştığı yeni rejimde bugün karşılaştığı temel sorunun mutabakat ve yerleşme sorunu olduğu özetle söylenebilir. Henüz düzen bu anlamıyla yaşadığı sıkışmayı aşamamış, Kürt başlığında ortaya çıkan tablo – ki bunun bölge gelişmeleriyle doğrudan bağı vardır – AKP ve düzen cephesinde sıkışmanın iç politikada temel yansıması olarak durmaktadır.
Ortadoğu’da ortaya çıkan savaşın üzerinden 5 yıl geride kaldı. Birinci Dünya Savaşı’ndan bile uzun süren Suriye ve Irak iç savaşı ile Türkiye’nin yaşadığı dönüşüm arasında paralellik vardır. Bu açıdan Ortadoğu’da kurulacak denge ile Türkiye’deki “yeni rejimin” dengesi arasında da paralellik aranmalıdır. Önümüzdeki dönem bu gelişmelerle geçecek, ancak ne Ortadoğu’da ne de Türkiye’de istikrar denen kapitalizme aykırı bir gerçek asla oluşmayacaktır.
AKP iktidarı, bu sıkışmayı aşacak yeni bir siyasal adım atma derdinde. Hem Kürt sorununda yaşananları aşacak hem de kendi iktidarını sağlama alacak bu siyasal adımın özünde yeni anayasa ve başkanlık meselesi bulunmaktadır. AKP iktidarı başkanlığı gündeme getirerek yeni rejimin mutabakat ve yerleşme sorununda “toptancı” bir yaklaşım geliştirmiş bulunuyor.
Yeri gelmişken, bir tezi burada ifade etmek gerek: Kürt sorunu bağlamında yaşanan gerilim ve kutuplaşma AKP’nin tercih ettiği -belli açılardan- siyasal bir taktik olarak da görülmelidir. Bu gerilim ve kutuplaşma AKP’yi düzen ve toplumda alternatifsiz gösteren bir durum yaratıyor çünkü… AKP bu açıdan Kürt sorununda yaşanan çatışmayı aynı zamanda kendine yontan bir siyasal taktik içindedir.
Bu “toptancı” yaklaşım AKP’nin yaşadığı sıkışmanın sonucudur. O yüzden bugün gündeme gelen anayasa ve başkanlık gündemi, Türkiye’nin bir “atılımı” olarak değil düzen siyasetindeki sıkışmanın bizatihi kendisi olarak ta okumak yanlış olmayacaktır. Bu yüzden önümüzdeki günlerde siyasette yeni bir gerilim ve kutuplaşma yaşanacağına dair güçlü belirtiler vardır.
Düzen siyasetinin, dün AKP’nin yanında duran, bugün karşısına geçen liberal-cemaat ittifakı ise kendilerince gördükleri çarpıklığı ortadan kaldırma misyonu ile davranmaktadır. “Çarpık İkinci Cumhuriyet” rejimini düzeltmekle meşguldürler bugün. İkinci Cumhuriyet rejiminin, ya da başka deyişle 2002 yılından bugüne Türkiye’de hayata geçirilmeye çalışılan rejimin “mantıki” sonuçlarında ortaya çıkan sapmaya karşı bir siyasal pozisyon içindedirler. Son yapılan Abant toplantısının sonuç bildirgesi bununla ilgilidir. Bu çarpıklık ya da sapma ise iki konuda somutlanmaktadır: Tek adam yönetimi ile Kürt sorununda yaşanan tıkanma.
Bütün bunlar şunu gösteriyor: Düzen siyaseti sıkışmaya devam ediyor. Yine erken kestirimlerden ve kesinliklerden uzak durarak, AKP mutlak güçlü ya da AKP şimdi gidiyor gibi tezlere itibar etmeden önümüzdeki günlere soğukkanlı bir yaklaşım geliştirilmesi gerekir.
Sosyalist hareket, düzenin ya da rejimin, anayasa ve başkanlık gündemi ile bizzat kendisini tartışmaya açtığı bu dönemde sözünü net olarak ortaya koyması gerekir.
Tek farkla; artık sözünü yalnızca yayınlarında değil sokakta söyleme zamanı gelmiştir.
Bu haber en son değiştirildi 21 Nisan 2017 12:14 12:14
TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilen kanunla, yetkisiz çakar kullanımında para cezası artırılacak ve ilk kez…
MHP Genel Merkezi'nde Devlet Bahçeli ile görüşen Ufuk Uras, uzun yıllardır cezaevinde tutulan Osman Kavala…
Özel hastanelerdeki 'göz' vurgunuyla ilgili detaylar ortaya çıktı. Sağlıklı kişilerin dahi, SGK'dan para alabilmek için…
Çayırhan Termik Santrali’nde varlık satışına karşı yaklaşık 500 işçinin yeraltına inerek başlattığı eylem 48 saati…
Ülkenin her alanında ayrı bir yıkım yaratan rejim, suç ittifakına dönüşmüş durumda. MHP’li 3 vekilin…
ABD Başkanı Joe Biden, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin İsrail Başbakanı Netanyahu hakkındaki tutuklama emrinin "rezalet" olduğunu…