Gutta cavat lapidem non vi, sed sæpe cadendo*

Yıllar önce Küçükçekmece CKM’de bir konsere gitmiştim. Alexander Rudin’in şefliğindeki konserin tam ortasında elektrikler kesilmişti. Şef elektrikler tekrar geldiğinde neye uğradığını şaşırmış bir şekilde arkasına döndü, tekrar önüne baktı, sanki “ne denilebilir ki?” dercesine devam etti. İki dakika sonra tekrar gitti elektrik, uğultular sonrası tekrar geldi ve devam edildi. Ve konser bitti. Dönemin AKP’li Küçükçekmece... View Article

Yıllar önce Küçükçekmece CKM’de bir konsere gitmiştim. Alexander Rudin’in şefliğindeki konserin tam ortasında elektrikler kesilmişti. Şef elektrikler tekrar geldiğinde neye uğradığını şaşırmış bir şekilde arkasına döndü, tekrar önüne baktı, sanki “ne denilebilir ki?” dercesine devam etti. İki dakika sonra tekrar gitti elektrik, uğultular sonrası tekrar geldi ve devam edildi.

Ve konser bitti.

Dönemin AKP’li Küçükçekmece Belediye Başkan Yardımcısı’nı çiçek takdim etmek üzere sahneye çağıran sunucu, başkan yardımcısının klasik müzikle ne kadar içli-dışlı olduğunu anlatan bir konuşma yaptı.

Velhasıl AKP’li başkan yardımcısı mikrofonu eline aldı ve ilk kez bir senfoni orkestrası izlediğini söyledi. Müzikle çok “içli-dışlı” olan yardımcının sözleri üzerine salonda gülüşmeler olmuştu…

Olmayan bir şeyi zorla oldurmaya çalışmak da bize özgü sanırım.

Yıllarca AKP’nin attığı adımlara “demokrasi” tanımlaması yapmak ve bugün hala medet ummak, HDP’yi zorla “sosyalist” bir kimliğe sokmak, ‘akil’ insanları “demokrasi elçisi” gibi yansıtmak, patronları memleketin “kahramanı” gibi göstermek ve daha nicesi…

Elbette bu tablonun oluşmasında birçok suçlu bulunabilir ama buna artık tek başına dillendirerek değil, harekete geçerek cevap üretmek gerekir.

Ancak elbette bu tabloyu ortaya çıkaranlardan hesap sorularak devam edilmelidir.

Öncelikle bir şeyin altını çizmek gerekir: Siyaset ciddiyet ister ve soluk almanız buna bağlıdır. Örneğin akademisyenlerin birçoğu şimdiye kadar siyasete bulaşmayı(!) tercih etmezken bugün yaşananlar zorunlu olarak onları siyasetin içine sürüklemiştir. Ya da işten çıkarılma korkusu ile yıllarca sendikadan, örgütlenmekten kaçan işçiler bugün verdikleri direnişlerle emekten yana taraf olmuşlar. Ya da kadınlar… Gericiliğin, savaşın her yönlü saldırısına maruz kalan kadınlar anlık refleksler geliştirip siyasi bir tavır alabiliyorlar.

Dolayısıyla evet objektif olabilirsiniz ama özellikle bugün çizgiler bu kadar belirginleşmişken siyasi olarak da taraf olmak zorundasınız.

Bugün siyasetin yukarıda bahsedilen kılıf giydirilmeye dönüştüğünü görünce ise en iyi ilaç net olmak, taraf olmak olacaktır.

Bu anlamda, AKP’ye, HDP’ye, ‘akil’ insanlara dair çok fazla şey yazıldı çizildi. Ancak bir patronun sınıfsal kimliğini bir kenara atarak sadece kişiliği üzerinden değerlendirme yapmak, üstelik bu değerlendirmeyi yapan Marksist bir arkadaşımız ise birkaç şey söylemek gerekir.

Prof. Dr. Taner Timur, Türkiye’nin önemli bir Marksisti. Şimdiye kadar birçok kitap yazmış üretken bir hocamız. Yazının amacı Taner Timur’u tanıtmak olmadığı için hemen konuya girelim:

“Oysa şu da var: Evet, dedesiyle yaşantısı çok farklı; ne var ki sermaye-siyaset ilişkileri onların kaderlerini yine de bir noktada birleştiriyor. Dün dedesi nasıl Menderes’in baskılarına uğradıysa, günümüzde de Koç ailesi Menderes hayranı Tayyip Bey’in baskılarına uğruyor. İtiraz bu kez biraz farklı: Halkın oyları belliyken, sen hala nasıl “laikçilik” yapabilirsin? Nasıl hala Atatürkçülük diye tutturabilirsin? Daha da vahimi, nasıl otelini Gezici çapulculara sığınak ve revir haline çevirebilirsin? Tayyip Bey’in bunları hoş görmesine imkân var mı? Tayyip Bey öfkeli ve öfkelenince patronları nasıl azarladığı, nasıl ağlattığını anımsıyoruz.

Oysa gerçek şu ki, siyaset adamları yaşadıkları yapay dünyada sık sık yanılgıya düşüyor ve kendilerinde olmayan güçler vehmederek kendilerine, çevrelerine ve de ülkeye büyük zararlar veriyorlar. Bakınız, yetmiş yıllık çok partili hayatımızda resmigeçit yapan başbakan ve bakanların çoğunun adı bile unutuldu; fakat Koç’lar hala mevcut; üstelik daha da güçlenmiş olarak ayaktalar. Çünkü burjuvalar, sınıf kavgasının kurallarını çok daha iyi biliyorlar; üstelik taktik ve stratejik derinlik de onlarda. Bu durumda, çılgın siyasetçilerden bile fazla korkmuyorlar; daha çok, sayelerinde milyarder oldukları işçi ve emekçi yığınlarından çekiniyorlar. Ve bu ezilen sınıflar uyanıp da bu fakir ülkeyi milyonerlerin, milyarderlerin cirit attığı bir toprak parçası olmaktan çıkarmadıkça, hakça bir düzen kurulmadıkça, daha nice Demirel’leri, Ecevit’leri, Çiller’leri, Erbakan’ları ve de Erdoğan’ları feleğin çemberinden geçireceklerini çok iyi biliyorlar. Ara sıra bazı evlatları tokat yese, hıçkırıklara boğulsa da.. Yine de Mustafa Koç son yolculuğuna çıkarken, daha çok, bir karşı-devrim ortamında zulme direnenlere yardım eden yönüyle anımsanmalı diye düşünüyorum. Bir Haziran günü, bir “kalender” iş adamı olarak “çapulcu”ların yaralarını sararken…” (yazının tamamı için: http://www.birgun.net/haber-detay/koc-ailesinin-saga-si-ve-bir-koc-un-olumu-101591.html)

Bu sözler geçtiğimiz Pazar günü Birgün gazetesinin Pazar Eki’nde Taner Timur imzası ile yayınlandı. Üstelik yıllardır fabrikalarında sendikal örgütlenmenin önüne geçmeye çalışan ya da sarı sendika ile anlaşan, düzenli olarak belli sayıda işçiyi işten çıkaran, savunma sanayisine destek olan bir patrondan bahsediyor Timur, Mustafa Koç’tan. Oysa “Zulme direnenlere yardım eden” o patron, o “kalender” iş adamının fabrikasında çalışan işçiler, Haziran Direnişi’ne katılmaları durumunda işten çıkarılma tehlikesi ile karşı karşıyaydı, hakkını arayamıyordu. Üstelik TOFAŞ işçisinin Koç’a yazdığı taziye mesajı varken Timur’un bu çıkışını “ölülerin arkasından kötü konuşulmaz” diyerek geçiştiremeyiz.

Daha fazla uzatmamak adına; objektif olmak bir yere kadar, asıl olan taraf olmaktır, tarafında sağlam durmak ve sürekli kılmaktır. Bugün farklı bir kılığa girmeyecek olanlar, laiklik mücadelesini Koçların ağzında değil emekçilerin mücadelesinde yükseltenler, savunma sanayisinin gelişimine, ölümlere karşı duranlar taraflarında inat etmeli ve bu inadı süreklileştirmelidir.

*Suyun taşı delmesi gücünden değil sürekliliğindendir.