"Hel'sinkiyle güvey girenler" (*) ve Altan kardeşlerle helalleşme
Behzat Ulucan, Ahmet ve Mehmet Altan'ın tutuklanması üzerine Türkiye'de Taraf'çıların ve Yetmez Ama Evet'çilerin geçmişini yazdı.
Behzat Ulucan
Altan kardeşlerden önce Mehmet’in, ardından Ahmet’in ise önce salıverilip sonra Taraf dosyası üzerinden tutuklanmasının ardından uhrevi bir “unutalım gitsin…” çağrısı yapılmaya başlandı: Taraf gazetesinin misyonunu, bu kardeşlerin “değişim!” nidalarını, sahte delilleri, haksızlığı, hukuksuzluğu, operasyonları, ülkenin geldiği yere koydukları katkıları…
Bu kabaca “unutun” çağrısı son zamanlarda bazen “Yetmez Ama Evet’çilik bitmiştir, uğraşmaya gerek yoktur” önermesiyle, bazen “şimdi bütün pişmanlarla dayanışıp kendi saflarımıza çekmenin zamanıdır” çoğulculuğuyla, bazen de son günlerde yapıldığı gibi biraz empati, biraz vicdan, biraz da adalet çağrısı ile hayatlarımızda somutlanıyor. Düşene bir tekme daha linci gibi yansıtılan olgu aslında Altan kardeşler üzerinden hatırlanacak Yetmez Ama Evet, Taraf gazetesi, devletin tepesindeki dönüşümler, Balyoz, Ergenekon gibi pek çok başlığın “vicdan” sosu ile üzerinin –şimdiden- örtülmesinden ibarettir.
Dolayısıyla bir depolitizasyon ve “sol” edebiyat dergileri lügatınca bir “helalleşme” çağrısıdır yapılan.
Unutulur mu? Ve Helalleşme mümkün mü?
Taraf gazetesi kuruluşundan bu yana ve neticede kendilerinin de kapanmasına giden “demokratik” dönüşüm sürecinde “sol”dan ve daha çok ideolojik olarak desteğini sunmak gibi bir misyon üzerinden açılan etkili bir cephe idi.
Bugünkü dayanışmacı ve vicdan sahibi pek çokları gibi o gün de hızla destek buldu bu “yenilik”. Bir globalizm güzellemesi üzerinden üstü karartıldıkça karartılan emperyalizm gerçeği, ısrarla “bireyin ne kadar da özel ve sivil toplumculuğun ne kadar da güzel” olduğunun pazarlandığı ve bu değişimin adının önce statüko ile hesaplaşma, ardından ise demokratikleşme olduğunun önkabülü ile yeri doldurulmaz bir boşlukta doğdular.
Bu ideolojinin somutlanmış hali ise, Taraf gazetesinin dönüşüm çığlıkları, bavullarca gelen dosyalar, hatalı sahte deliller, ses kayıtları, henüz icad olmamış Word’ün ilgili serisi üzerinden dolaşıma sokulan tapeler, orduya bir operasyon ve Kürt siyasi hareketinden alınan alkışlar; akabinde KCK avukatları başta olmak üzere çekilen operasyon ve ulusalcılardan alınan alkışlar oldu.
Altan kardeşlerin bu süreçte ısrarla “Kemalist ve tepeden inmeci Cumhuriyet“le hızla ve etkin bir biçimde hesaplaşılmasından ibaret bir demokratik dönüşüm beklentisi oynadıkları açıktır. O zamanlar Taraf cemaat eliyle; ama iktidar için çalışıyordu. Şimdi at izinin it izine karışması itirafının kökeni ve cemaat ile AKP’nin ayrılamazlığı en çok bu tarihlere denk düşüyor. Bu gazete ve manşetleri sayesinde üretilen delillerin tutarsızlığını anlatan ise ulusalcılıkla yaftalandı, orducu oldu, nasyonal sosyalist oldu, postal yalayıcı MGK’ci oldu sadece “demokrat” olmadı; ve ne şans.
Zinhar statükonun yanında yer almayan, ve statükoya karşı “Kemalist Cumhuriyet’in demokratik hale gelişini”, ille de dönüşümü savunan demokrat Ahmet Altan’dan başkası değildi. Laiklik değil müslüman demokrasisi lazımdı bu memlekete. Tüm bunlardan ve süreçten pişman olduğunu ise tutuklanmasına rağmen hâlâ düşünemiyoruz; zira adamın biricik mahcubiyeti hocaefendisine karşı; onu da sırat köprüsünde sırtında taşıyarak ödeyeceğini ummakta.
Ergenekon ve Balyoz’un subliminal mesajları
Ergenekon ve Balyoz’da da en az “subliminal mesaj” kadar mesnetsiz suçlar isnat edildi, temelsiz deliller bavullara, isimler de çuvallara konuldu. Ahmet Altan Silivri’de zaman geçirirken bunları uzun uzun ve “yerinde” düşünecektir. Erdoğan davaların savcısı Taraf da dönüşümün avukatı gibi çalıştı durdu. Davalar bitti, ortaklık bozuldu ve sonuç ortada.
Hikayenin Altan Kardeşler cephesindeki yansıması biraz daha hüzünlü, dönüşüm anlamında hep işlevsel ve sınıfsal olarak hep tutarlı. Tekel işçilerine eylem süreçlerinde “yan gelip yatıyorlar” diyen ama kanal ya da gazete “bonservis” bedelleriyle dünyaları götüren bu adamların sınıfı sizce de ayan beyan ortada değil midir?
Hatırlatalım eski Tekel fabrikasında eylem çağrısı koyup biz de Tekel işçilerini protesto ediyoruz diyen 3H hareketini; “Biz 3H Hareketi olarak topluma oldukça yüzeysel bir biçimde özelleştirme mağduru sıfatıyla sunulan işçilerin, aslında ezilen değil ezen ve sömüren konumunda olduğu görüşündeyiz…” 3H’sini hürriyeti, hukuku, hoşgörüyü iş 4C’ye karşı mücadele eden TEKEL işçilerine gelince unutan bu entelektüel gevezelerin sınıfsal aidiyetlerini yok sayabilir miyiz?
Bunları unutup “Kahrolsun Bağımsızlık” diyen bir küreselleşme vaizi ile empati kurabilecek, vurmayın öldü zaten diyebilecek bir izan bir vicdan bulunabilir mi?
Yeni rejimin yolunu döşeyenler…
Altan’ların ve Taraf’ın dönüşüm duaları kabul olundu ve neticede yeni bir rejim karşımızda somutlanıyor. Diğer kurumlarla birlikte, hukuk konusunda da tekelin AKP’ye geçmesi için tetikçilik yapan Altan’lara şimdi hukuk lazım olunca, etme bulma dünyası deyip kadercilik mi oynayacağız? “X ile hesaplaşılıyor yanılgısına düşmeleri” hafifletici etkisiyle hafızamızla alay mı edeceğiz? AKP’ye karşı “en geniş” cephe için bu tetikçilerden muhalif yaratıp, içerde kalma sürelerine ya da Erdoğan’a diklenme cesaretleri oranınca “kahraman” yaratıp tekrar herkes kendi safına dönene kadar tehlikenin geçmesini beklemek üzere birleşecek miyiz?
Bir hafızamız, tarihimiz olmasaydı evet. Bu topraklarda 90’lardan bu yana Taraf’ça özetlenip işaret edilen ideolojik dezenformasyon ile mücadele etmeseydik evet denilebilirdi. Fakat, en “vicdan”lı demokrat siz olun ve faşizm tespitine yaklaştıkça sahibinden ikinci el dayanışacak aydın, fırıldak, dönek arayan siz olun.
AKP’nin gayriresmi yayın organlarından “sallayan” bu kalemşörler şimdi neden içerde, Taraf neden kapatıldı sorularına özgür basın, gazetecilik, empati ve dayanışma sığlığıyla mı yaklaşacağız; yoksa Cemaat-AKP saflaşmasında bütün omurgasızlar gibi bir taraf seçti ve kaybettiler, daha ötesi yok mu diyeceğiz?
Vicdan solculuğu yapın, çok empati kurun ve empati kurmak için bol bol unutun, bir sabah bir akşam unutun çağrısı yapanlarla uğraşmanın sırası mı AKP iktidarı dururken denilmesin.
Darbe karşıtı olacağım diye AKP’ye yedeklenen Avrasyacı hat umudu taşıyıp, AKP bizim yolumuza geldi diyen aslında Altan’ların Taraf’ın Cemaat’in AKP’nin kumpasları eliyle, YAE’çilerin, Kesinlikle Evet’çilerin el birliğiyle oluşturduğu bu yeni rejimde rol kapmaya çalışan/alışan herkesle mücadele edeceğiz. Bu rejimi bir bütün olarak karşımıza almanın onun yedekçisiyle, bavulcusuyla, tetikçisiyle, fırsatçısıyla mücadeleden geçtiğini biliyoruz.
Dayanışma seçimimizi zincirlerinden başka kaybedecek birşeyleri olmayan proleterlerden yana kullanıyoruz.
Vicdan, empati, bir arada yaşama, hoşgörü, çoğulculuk gibi kavramlar yerine aklı, tarihi, bilimi ve ideolojiyi temel almanın zamanı gelmiştir. Dayanışma seçimimizi zincirlerinden başka kaybedecek birşeyleri olmayan proleterlerden yana kullanıyoruz.
Adil,eşit, özgür dünyayı bunlarla hesaplaşmadan; Taraf’çılarla ve neo-Tarafçılarla hesaplaşmadan, kakafoniyle ve dezenformasyon ile hesaplaşmadan kuramayız. Bunları bilerek solculuk yapacağız, bunları bilerek çağrıda bulunacağız, bunları bilerek düşünce ve refleks geliştireceğiz. Emperyalizme ve sermayeye bu bilinçle karşı duracağız.
Uluslarası Hrant Dink ödülünü (merhumun şahsından ayrı ve vakfıyla göbekten ilintili) “Hel’sinkiyle güvey giren”(*) Ahmet İnsel Ahmet Altan’a veredursun, bizler Hrant masumluğunda bir ülkeyi “sınıf”la ve sınıf bilinciyle kuracağız. Bize ne birine yatırım yapmak, ne “yesinler birbirlerini” yollu alkış tutmak ne de Altan’lar için ahlanmak düşer; bize iki gerici odak ve ipleri emperyalizmin elinde iki sınıf kardeşi tepişirken soldan, sosyalizmden yana bir güç olarak sahnede olamamaktan hayıflanmak ve bir daha hazırlıksız yakalanmamak için mücadeleye daha fazla azmetmek düşer.
(*) Can Yücel, “Dönmeyenler” şiiri.