Bir düzende iktidarda olan sınıfın kendi doğrularını herkesin doğrusuymuş gibi gösterdiği bilinir. Kapitalizm koşullarında burjuvaziye karşı yürütülecek ideolojik mücadele bu veriden hareket eder. Kapitalist toplumların ilkel dönemlerinden bugüne ideolojik hegemonya sağlama araçlarının düzen güçleri arasında oldukça gelişkin ve hatta karmaşık hale geldiğini söylemek gerekir. Bu anlamıyla o karmaşık ve farklı şekillerde kendini gösteren ideolojiler alanında sapla samanı ayıklamak, daha doğrusu sap ve samanın ayrı olduğun anlatabilmek bir ustalık gerektirir. Ama bazı durumlarda toplumun büyük bölümü ikna olmaya o kadar hazırdır ki öyle çok uğraşmadan, oldukça ilkel yöntemlerle, kör gözüne parmağım dercesine örneklerle karşılaşırız. O dönemler ki devreye sokulan başka parametreler, “ikna” yöntemlerinin çok daha ilkel mekanizmalara indirgenmesine neden olabilir. Bu tür yöntemlerin başarısı dönemin ruhu ile ilgilidir.
Medya’nın ve kitle iletişim araçlarının en genel haliyle zaten gerçeği kırarak, değiştirerek, başka bir veçheye büründürerek, kimi zamanda tamamen gizleyerek toplumda belli görüş açılarına katkı sunduğu biliniyor. Ama “yandaş medya” tanımının hiçbir döneme bugünkü kadar yakışmadığı, iktidar aygıtlarının en “masum” muhalif bakış açısına dahi hiçbir şekilde yaşama şansı tanımadığı bir konjonktürden geçiyoruz. Bu nedenle doğruların, en basit ve yalın haliyle tekrar tekrar hatırlatılması, yaşadıklarımızın normal olmadığını anlatabilmek açısından çok önemli.
Beyazıt Öztürk’ün televizyon programında yaşanan Ayşe öğretmen krizi, “Beyaz’dan da başka bişey beklenmez ki zaten” normalliği ile yaklaşılamıyacak bir olaydı. Yukarıda bahsetmeye çalıştığım iktidar aygıtlarının son derece köşeli ve doğrudan yalan üzerine kurulu yapısının nerelere varabileceğinin en bariz örneklerinden birisiydi yaşanan. Ölümler üzerine son derece naif bir talebin bile bugün telaffuz edilebilmesinin zemini ortadan kaldırılmaktadır. Belki başka yönlerine de vurgu yapılabilir ama akademisyenlere yönelik cadı avının özünde de bu yaklaşım yer almaktadır.
Bir illüzyon sahnesi kurulmuştur ve bu toplumdan sahnelenenin illüzyon olduğunu bile bile olana bitene inanması beklenmektedir. İnanmayanın vay haline!
Ne tesadüftür ki Okan Bayülgen’in programında sahneye konulmaya çalışılan çıplak kadın eylemci şovu da aynı mekanizmadan beslenmektedir. Kadın “eylemci” değildir, Femen’le de bir ilgisi yoktur, bırakın bunları hayatında hiç eylem görmemiş kadar tecrübesiz, ya da bunu sahneye koyamayacak kadar becereksiz bir oyuncudur. Ama sonuç olarak bunların hiçbir önemi yoktur. En kötü reklamın bile insanların algısının yönetilmesinde bir yeri olduğu düşünüldüğünde bu şov-eylem de amacına ulaşmıştır, kadın hiç konuşmamış sadece Okan Bayülgen nutuk çekmiş olsa bile mesaj nettir: Ülke savaş alanına dönmüş olabilir, Suriye savaşı artık bu ülkenin bir iç meselesi haline gelmiş olabilir, gericilik kadın düşmanlığı üzerinden zehirini bu topluma şırınga etmeye çalışıyor olabilir. Bütün bu koşullarda insanımız bütün bu olanları “acaba yarın neler olacak” merakıyla dizi tadında izlemeye devam etmeli, eğlence programları aracılığıyla rahatlamalı, tek aktivitesi AVM’lerde turlamak olmalı, suya sabuna dokunmamalıdır.
Ama bu illüzyon sahnesinin toplumu uzun süre oyalayamayacağı gün gibi ortadadır.
Bu haber en son değiştirildi 6 Eylül 2017 13:54 13:54
ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…