Iraz Yöntem yazdı: Neden?
Benim en çok ilgilendiğim soru hep “neden” olmuştur: “Neden varız?” mesela…
İnsanoğlu tarihi boyunca sürekli sorular sormuştur; kimilerine en az bir cevap bulmuş, kimileriyse hâlâ birer giz olarak tekrar tekrar sorulur olmuştur. Sorulan soruların birçoklarının cevabı da hem soranlara, hem yaşadıkları döneme, hem de coğrafyalara göre değişkenlik göstermiştir.
Benim en çok ilgilendiğim soru hep “neden” olmuştur: “Neden varız?” mesela…
İnanışların inananlarına göre de değişik cevaplar verilen bu sorunun beni tatmin eden bir cevabını henüz bulamadım. Varoluşçuluk üzerine çalışmalar yapan filozoflar ve yazarlar sıklıkla içimi rahatlatırlar; ama huzura kavuşmamı sağlayacak nihai noktaya ulaşmaktan da çok uzakta olduğumu her defasında bana yeniden hatırlatırlar.
Felsefenin, kabaca, işlevsel olarak sonuca götürmek gibi bir anlam taşımadığı aşikar; her soru bir sonraki soruyu sordurmak için çözülen bir labirent gibi. “Doğru” sorulara ulaşabilmek için yapılan bu yolculukta aslında her soru bir mola yeri gibi.
Peki, tüm bunları biliyor olmama rağmen neden hâlâ soru sormaya devam ediyorum? Varılacak bir son noktası olmayan bu yolculukta ısrar ediyor olmamın nedeni ne? Bilgiye ulaşmak gerçekten mümkün mü? Gerçek bilgi ne? O bilgiye ulaşınca (eğer ki varsa ve ulaşılabiliyorsa) ne olacak?
Bir bilmeceyi doğru çözebiliyor olmak insane kendini zeki hissettirir ve haz duygusuyla beraber, belki de küstahça, bir doyum yaşatır. Peki, yaşamının içinde elde ettiği bu duygular ne işe yarar? Kendini daha çok sevmesi dünyanın daha iyi bir yer hâline gelmesinde bir rol oynar mı? Dünya daha iyi bir yer hâline gelebilir mi? Ya da gelmesi gerekir mi? En başa dönecek olursak, dünya neden var?
Bilimsel, ilahi ya da mitolojik cevaplar haricinde, düşünsel boyutta verilmiş ve verilebilecek tüm cevapları çok merak ediyorum.
Zihinlerimiz, sanırım, iki boyutlu bir düzlem üzerinde noktaları birleştirmek gibi bir kavrayışa sahip. Bu lineer kurgusallıktan çıkıp çok boyutlu bağlantı kurma yetisine sahip olmak nasıl bir deneyim acaba? Umarım kafamdan geçen soruyu doğru ifade edebilmişimdir.
Belki de sanatla uğraşanlar / sanatçılar bu lineer düşünce kurgusunun dışına çıkanlar olarak nitelendirilebilirler. Kendi içlerindeki varoluş sorularını parçalayarak başka bir kimlikle aktarmak / yansıtmak bu duruma örnek olabilir. O zaman ortaya çıkan “sanat eseri” yepyeni bir varoluş mudur? Ya da varoluşun sorularına verilen bir cevap olarak nitelendirilebilir mi?
Eğer sanat eseri bir cevap ise soru soran insanın, gerçekten cevap bulmak istiyorsa, ulaşması gereken noktadır. Buradaki “ulaşmak” ifadesi, o cevapla buluşmak / yakınlaşmak anlamını taşımaktadır.
O zaman belki de şu çıkarsamayı yapmak pek de yanlış olmayacaktır: Daha çok soru soran bir toplum hâline gelmek, sanatı daha çok ihtiyaç olarak hissetmeyi / algılamayı da beraberinde getirir. Düşünen toplum sanata gereklilik duyar. Böylelikle de toplumun unsurları önce birbirleriyle, sonra da içinde yaşadıkları dünyayla daha çok bütünleşir. İyiye ve doğruya giden yol daha çok düşünmekten ve daha çok cevap üretmekten geçer. Düşünmek yorucu bir eylemdir; ama hayatta kalmak için hepimizin de biraz(!) çaba harcaması gerekmez mi?
NOT: Görsel, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ndeki Rodin’in ünlü “Düşünen Adam” heykelinin kopyasıdır. Biraz ‘yorulmayı’ göze alan okurların neden bir akıl hastanesinin bahçesinde bu heykelin olduğunu araştırmalarını tavsiye ederim…