Kürt sorununda gelinen nokta ile ilgili notlar

Kürt sorununda gelinen nokta ile ilgili notlar. Bu noktada ise Türkiye solu ne yapacak?

Son aylarda bölge ve ülkemizde yaşananlar ile ilgili çokça yazılıp çizildi. Özellikle Kürt sorununun özel gündemleri dahil olmak üzere, meselenin Irak, Suriye bağlantılarına şimdilik fazla girmeden Türkiye’de verilen mücadelenin boyutlarını bir kere daha ve sade bir şekilde notlar şeklinde ele almak istiyoruz.

  • Sonda yazılması gerekeni en başta ifade ederek bir hatırlatma yapmakta fayda bulunmaktadır. Türkiye’nin geleceğindeki devrimci bir dönüşüm mutlak olarak emekçi sınıflara dayanacaktır. Bunun dışında dile getirilen devrim süsü verilmiş demokrasi oyunlarının bu sınıfların kurtuluş mücadelesinde yeri bulunmamaktadır.
  • Emekçi sınıflara dayanan bir devrimci atılımın tarihsel ilerleme yasalarını görmezden gelmesi imkansızdır. Sömürünün sona erdirilmesi, sermayedarların elindeki üretim araçlarına el konulması, toplumsallaşmış olan üretimin üretenlere eşit bir şekilde paylaştırılması ve bunun aynı zamanda büyük bir rejim değişikliğine delalet etmesinden bahsetmekteyiz. Dolayısıyla sosyalist devrimci bir atılım günümüz koşullarında ülkemiz ve bölge koşullarında güncel ve gerçekçidir.
  • Bölgesel gelişmelerin ortaya çıkardıkları ve örneğin Kürt sorunu bağlamında Türkiye’de olup bitenler, gelinen nokta itibariyle sosyalizmin güncel olmadığını ve ertelenebilir bir proje olduğunu çağrıştırmakla birlikte aslında büyük bir yanılsamadır.
  • Bu yanılsamaya kapıldığınız anda artık Ortadoğu’daki savaşta emperyalizmin rolünü görmezden gelmek ya da ülkemizdeki savaş ortamında taraf tutmak zorunda kalırsınız. Türkiye solu bugün bu ikilemi yaşamakta ve belli noktalarda yeniden üretmektedir.
  • Kürt sorunu başlığında Türkiye’de sermaye sınıfının emperyalistlerden bağımsız bir çözüm arayışı bulunmamaktadır. Türk dış politikasının dışarıda Kürtlere düşmanlık üzerinden kendini kurgulaması ya da içeride baskı ve şiddeti yükseltmesi bu gerçeği değiştirmemektedir. Orta vadede bunlar görülecektir. Şu anki toz duman herkesin işine gelmekte, Türk ulusalcığı ile Kürt ulusalcılığı arasında bir kapışma ön plana çıkmaktadır. Ulusalcılıkların yükselmesi sınıfı bölen ve sosyalizmin aslında güncel olmadığını bizlere salık veren temel ideolojik parametrelerden birisi olarak şekillenmektedir.
  • Sonuçta, Kürt yoksullarını da kapsayacak şekilde devlet tarafından uygulanan baskı ve şiddet politikası, ülkemizde yaşayan bütün emekçileri etkileyen ve çıkışsızlığa işaret eden kapitalist devletin ezberlerinden bir tanesidir. Zaten geçmişte de Kürt siyasi hareketi AKP ile çözüm sürecinde yer aldığında, bizlerin temel eleştiri noktalarından bir tanesi demokratik çözüm arayışının kapitalizmi derinleştirmekten başka bir işe yaramayacağı idi. İkincisi ise sermaye düzeninin baskı ve şiddet ezberinin ne olursa olsun tekrar devreye girme ihtimali olarak tanımlanabilir. Buradan Kürt emekçileri için kurtuluş çıkmaz derken her iki ihtimali de göz önünde bulundurmak gerekiyordu.
  • Gelinen noktada yeni uzlaşma masalarının hızlı bir şekilde kurulması ya da her şeyin güllük gülistanlık ilerlemesini beklemek, şu aşamada erken yorum yapmak anlamına gelir. Belirli bir seviyeye gelene kadar bu çatışmalı sürecin devam etmesini beklemek gerekmektedir. Bu seviyenin ne olacağı ise değerlendirmeye açıktır. Dolayısıyla “nasıl olsa hemen uzlaşırlar” demenin ayakları ne kadar havada kalıyorsa, “baharda çatışmalar çok yükselecek” demek de süreci tam anlamıyla açıklamamaktadır. Çatışma ve uzlaşma bir sürecin parçaları olarak görülmelidir. Bu parçaların birbiriyle geçirgenlikleri olan bir düzlemde yeniden ve yeniden üretilmektedir.
  • Tersinden bakıldığında Kürt siyasetinin hendek-özyönetim hamlesi de bu çıkışsızlığın şekillenmesinde en önemli faktörlerden bir tanesi olmuştur. Normal koşullar altında, 2013 yılında yeniden başlayan Öcalanlı-devletli-HDP’li çözüm sürecinin temel paradigmalarından bir tanesi merkeze özerkliği de koyuyordu bu açık. Ancak bazı noktaların altını çizerek ilerlememiz gerekiyor.
  • Çözüm sürecinin ana başlıkları PKK’nin silah bırakması ya da tamamen Irak, Suriye sınırları içerisine çekilmesi, bunun karşılığında ise Abdullah Öcalan’ın özgürleşmesi üzerine kurulu idi. Bununla birlikte, özerklik, anayasal ve yerel yönetimlerdeki dönüşüm, hakikat komisyonu kurulması, akil adamlar, cemaatle ilişkiler vb… başlıklar ise iki tarafın pazarlık kozları olarak gündeme geliyordu. Doğal olarak iki taraf (A. Öcalan ve devlet) açısından zorlu başlıkların siyasallaştırılması için İkinci Cumhuriyet rejiminin oturması açısından da vazgeçilmez bir şekilde tartışılması gereken bu başlıkların ele alınması gerekiyordu. Özellikle 2013 hemen öncesinde ve sonrasında devlet tarafından Öcalan’a verilen “seni sona bırakmıyoruz bu sefer seninle başlayacağız” mesajı, tüm o dönemlerde Kürt siyasi hareketinin AKP’ye yedeklenmesini sağladı.
  • Filmi hızlı bir şekilde ileri sararsak, özerklik tartışmasının masa başında tartışılan yan bir olgu olmaktan çıkarak bir savaş malzemesi haline gelmesi Kürt siyasetinin bir tercihinin ürünü olmuştur. İçinden geçtiğimiz günlere bakarsak, devletleşme dinamiklerinin en fazla Irak Kürdistanı’nda işlediği bir dönemde, Kürt siyaseti tarafından Türkiye’de devletleşme ile ilgisi olmadığı söylenerek atılan özerklik adımı ve kazılan hendekler devlet terörünün yükselmesinden başka bir işe yaramamaktadır.
  • Devamında söylemek gerekirse, buna yanıt olarak ya da intikam amacıyla yapıldığı söylenen son Ankara saldırısının toplumsal açıdan hiçbir meşruiyeti bulunmamaktadır. Hatta ülkenin son sekiz ayında AKP iktidarının topluma karşı işlediği suçlar, bununla beraber patlayan bombalar da hesaba katıldığında, ister intikam, isterseniz düşmanınızı korkutmak için yapın, TAK tarafından yapıldığı söylenen eylem daha öncekiler gibi bir terör eylemi/katliam olarak tarihe geçmiştir.
  • Buradaki derdimiz tek başına eylemin karakterini belirlemek değil. Siyasi sonuçlarını da hesaba katmak durumundayız. Nasıl ki yazının başında ulusalcılıkları çarpıştırdığınız zaman sosyalizm mücadelesinin geri düştüğünü söylüyorsak (ki bu patlama en fazla buna yaramaktadır), AKP’den kurtulmak için son iki seçimlerde HDP’den medet uman kesimler açısından son tablonun büyük bir yıkım getirdiğini tespit etmek durumundayız. Bu noktada samimi olarak AKP’den kurtulmak için arayışa giren insanları veri alıyoruz. Onun dışındaki örgütlü kesimler ise Kürt siyasetinin tüm politikalarına prim vererek sorumluluk sahibi olduklarını unutturmaya çalışsalar da, bugüne kadar yazılanlar, çizilenler ve söylenenler belli.
  • Son bir yıl içerisinde “radikal demokrasi”nin parlayan yıldızı olarak lanse edilen HDP ise artık çıkışsız durumdadır. En azından seçim sonrasında belli bir zeminde meşruiyet zemini yakalamış olsalar da, Kürt siyasi hareketinin legal bölmesinin bundan sonra yapacağı tercihler önem taşımaktadır. Örneğin, Ankara saldırısını yapan eylemcinin taziye çadırına HDP’lilerin ziyaret yapmış olması sonuçları itibariyle AKP’nin kendi suçlarını örtmekten için zemin yakalamasından başka bir işe yaramamıştır.
  • AKP iktidarı gerek ülke içerisinde, gerekse Ortadoğu’da büyük suçlara imza atmış bir partidir. Dolayısıyla yenilmesi gerekmektedir. Tek başına Tayyip Erdoğan’da cisimleştiği söylenen saray çetesi söylemi bugün yetersizdir. Karşımızda bir sermaye iktidarı bulunduğunu, bunun askeriyle, polisiyle, ideolojisiyle, muhalefetiyle, medyasıyla topyekün bir mücadele verdiğini unutmamak gerekmektedir. Bunu unutuyorsanız ya da sermaye iktidarını yıkmak gibi bir niyetiniz yoksa, sadece Tayyip Erdoğan’ı yıkmaya odaklı aşamalı bir yöntem izlemek zorunda kalırsınız.

Toparlamak gerekirse, Türkiye kapitalizminin ülkemizdeki Kürtler için verebileceği hiçbir şey bulunmamaktadır. Her türlü işbirlikçi, gerici yönelimlerini hayata geçirmek için bugün baskı ve zor yollunu sonuna kadar kullanan AKP iktidarından Kürt sorununun çözümü konusunda beklenti içerisinde olmanın ne kadar anlamsız olduğu bir kere daha görülmüştür. Bu noktada ise Kürt siyasi hareketinin ister düzen karşıtı deyin, ister sermaye iktidarına karşı ya da ezilenlerin mücadelesi adına deyin, verdiği mücadele yanlış yollardan devam etmektedir. Bugün bunu tanımlamak ve adını koymak gerekmektedir. Gelinen nokta itibariyle de, politik olarak özerklikten dem vuran, ideolojik olarak sosyalizmden ziyade demokrasiyi ön plana çıkartan ve oluşan tüm açıklarını askeri olarak kapatmaya çalışan bu hareketin bir adım sonrası için planının ne olduğu ise net değildir.

Zaten bu yapılanların hepsinin taktik olduğunu ve kayıtsız şartsız kabul edilmesi gerektiğini savunan görüş ise açık bir şekilde yolun sonuna gelmiştir. Bu ülkenin devrimcileri binden fazla insanın birkaç ay içerisinde öldüğü kör bir savaş tablosunda devlet şiddetine karşı çıkmanın sorumluluğunu taşımaktadır. Ancak bununla birlikte bu şiddetin yükselmesinde ve bugünlere gelmesinde payı olan, hatta artık bombalar siyasetinin de parçası olan Kürt hareketinin de eleştirilmesi gerekmekte, bu eleştiri yapıldığında ise sanki Kürt emekçilerine hakaret edildiğini varsayan görüşe de karşı çıkılmalıdır.

Bu noktada ise Türkiye solu ne yapacak? Başta yazdığımız ilk üç maddenin hakkını vermek bugün temel görevdir. Daha doğrusu onlarla ilgili güncel görevleri yerine getirmektir.

Türkiye solunun kendi yolunu çizmek ve işçi sınıfının bağımsız siyasi hattını örgütlemek dışında başka bir çıkış imkanı olmadığını çok uzun süredir söylemekteyiz.

Zannediyoruz ki bunun hakkını verme zamanı gelmiştir.