Selahattin Demirtaş'ın Cumhuriyet gazetesi röportajının satır arasından dökülenler

Selahattin Demirtaş'ın Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajın arka planına mercek tuttuk.

Selahattin Demirtaş'ın Cumhuriyet gazetesi röportajının satır arasından dökülenler

Neşe Deniz Babacan

Geçtiğimiz gün Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan Selahattin Demirtaş röportajı (http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/542118/Demirtas___Kilicdaroglu__Genelkurmay_dan_dokunulmazlik_brifingi_aldi_.html), Kürt sorunundan Ortadoğu’ya, hendeklerden dokunulmazlık başlığına kadar önemli gündemleri içeriyor. İçinden geçtiğimiz sürecin yakıcılığını da ele aldığımızda bu röportajdan hareketle son bir yıllık dönemi mercek altına almak istiyoruz.

Nereden nereye? Seçimler umut kapısı mı?

HDP’nin ve özelde Selahattin Demirtaş’ın bu günlere gelişini ele almamız gerekirse, süreci Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar uzatmamız gerekecektir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile birlikte Türkiyelileşme projesinin ortaya atan HDP, 2014 yerel seçimleri sonrasındaki ilk hamlesini yapma fırsatı bulmuş ve ufukta görünen genel seçimlere dönük baraj aşma stratejisini bir ayağını ortaya koymuştu.

Hatırlanacağı üzere Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde elde ettiği oy oranı artık Kürt siyasi hareketinin barajı aşma noktasına geldiğinin ilk belirteci idi. Bununla birlikte o dönem siyasal alanda CHP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimleri düzleminde Ekmeleddin İhsanoğlu aracılığı ile sağ bir kutup yaratarak Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesini kesinleştirirken, solun da HDP yolculuğunun kapısının aralanmasını sağlamıştır.

Bu noktada kısaca o günlere dönerek Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı seçimleri dönemindeki siyasal çalışmasının temel belgesi olan “Yeni Yaşam Çağrısı”ndan şu pasajı okurlarımıza aktarmak istiyoruz:

“Türkiye halklarının barış iradesi müzakere sürecinin güvencesidir.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde demokrasi güçlerinin kararlılığı barış sürecini hızlandırarak müzakerenin temellerini sağlamlaştıracaktır.

Kürt sorununun çözümü Türkiye’nin demokratikleşmesiyle eş zamanlı yürüyecek bir süreçtir. Sorun çözüldükçe Türkiye demokratikleşecek, Türkiye demokratikleştikçe çözüm hız kazanacaktır. Bunu sağlayacak irade, yıllardır barış mücadelesini yürüten bizlerde, Türkiye’nin demokrasi güçlerinde vardır.
Çankaya hedefimiz kalıcı bakış açısından stratejik bir önem taşımaktadır. Türkiye’nin baştan aşağı topyekün demokratikleşeceği, radikal demokrasinin kökleşeceği bir sürece talibiz. Değişim hedefimizin amacı budur.”

Kısaca bu örnekte de görüleceği üzere Kürt siyasi hareketinin legal kanadı açısından misyon, demokratik muhalefetin radikal kanadını örmek olduğu açıktı. Bununla birlikte 2013 Haziran ayında ortaya çıkan Gezi direnişinin siyasal iktidara karşı olan ve kısmen bütünlüklü sayılabilecek tepkisinin Tayyip Erdoğan’ın merkeze konularak soğurulması için HDP projesinin ve Selahattin Demirtaş’ın misyon üstlendiği dile getirilebilir. Yukarıdaki alıntıda da görüleceği üzere, ülkenin demokratikleşmesini salt Kürt sorununda çözüm sürecinin ilerlemesine bağlayan anlayış, miting kürsülerinde istediği kadar Tayyip Erdoğan ile karşı karşıya düşse de, Türkiye de düzen politikalarının rotasını parçalayacak bir konumlanış içerisinde olamazdı. Olamadı da.

Aynı dönemde, ülke içerisinde müzakere sürecinin de bir taraftan ilerletilmeye çalışıldığını hatılıyor ve biliyoruz. Dolayısıyla radikalizm ve domokratizmin sentezinin oluşturulmaya çalışıldığı bir evrede, Türkiye’de sol eğilimli ve CHP’nin sağ açılımlarından bıkmış seçmenlerinin karşısına cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş’ın çıkması diğer taraftan her türlü reformist eğilimin görülmez olmasına da yol açmıştır.

Buradan çıkan sonuç net olmuştur. Yüzde 10 seviyesinde oy alan Demirtaş üzerinden HDP’nin seçimlere parti olarak girmesi ve barajı aşma stratejisini ortaya koyması anlamına gelmiştir. Kürt siyasi hareketinin seçimlere girmesi ve barajı aşmaya çalışması doğal olarak eleştiri konusu edilebilecek bir başlık değil. Ancak Demirtaş’ın Cumhuriyet röportajındaki şu ifadeler üzerinden bir değerlendirme yapmak gerekmektedir. Çünkü geçtiğimiz son iki seçimde Türkiye’de bir kurtuluş yolu olarak gösterilen HDP’ciliğin arka planı biraz da buradan kurulmak istenmektedir.

“Şimdi kritik bir dönem yaşıyoruz, Erdoğan diktası şahsında Türkiye’de totaliter bir rejimin inşasını durdurmaya çalışıyoruz. Bunu 7 Haziran, 1 Kasım seçimlerinde başardık, onu durdurduk. HDP seçime katılmasa ya da bağımsız olarak girse şu anda Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi olarak diktatörüydü. Bu iş bitmişti, 400’den fazla milletvekili vardı.”

Bu söyleme ihtiyatlı yaklaşılması gerektiği açıktır. Çünkü seçimlere parti olarak giren HDP’nin ya hep ya hiç ve barajı aşma politikası bir taraftan yukarıda bahsedilen şekilde müzakere sürecinde bir pazarlık kozu olarak kullanılmaya çalışılıyordu. Ancak eğer AKP’nin 400 milletvekili almasını engellemek istiyorsanız bağımsız aday politikası bunun için yeterli bir politika olarak devreye sokulabilirdi.

Bilindiği üzere ülkemizde, meclis aritmetiği üzerine çok fazla tartışma yapıldı. Ancak en basit matematiksel çalışmalar bile HDP’nin seçimleri boykot dışındaki seçeneklerinin AKP’nin 400 milletvekili çıkarmasına engel olacağını ortaya koymaktadır. Siyaset doğal olarak matematiksel hesaplara indirgenemeyeceği için meseleye hangi özne ne şekilde yaklaşmaktaydı onu ele almak gerekmektedir.

Gelinen noktada, seçimler aracılığı ile diktayı durdurduğunu dile getiren Demirtaş yanlışlanmaktadır. Müzakere sürecinde elini güçlendirmek için seçimleri koz olarak kullanmaya çalışan, Türkiyelileşme üzerinden siyasi söylem üreten ve tek başına Tayyip Erdoğan karşıtlığına oynayan HDP’nin bugün ortaya çıkıp başkanlığı durdurduk demesi içinden geçtiğimiz günlerdeki siyasi gelişmeleri, başkanlık anayasası arayışlarını, referandum ihtimallerini, düzen güçlerinin AKP’ye olan desteğini anlamamak ya da görmezden gelmek demektir.

Ek olarak röportajda, “Seni başkan yaptırmayacağız” temasının gündemlerinden düştüğünü Demirtaş şu şekilde ifade ediyor:

“Onu başkan yaptırmardık, o bitti. Dikkat ederseniz, artık partili cumhurbaşkanlığı diyorlar. Bir diktatörün yürüyüşünü durdurduk ama yerine bir demokrasi, pozitif bir gelecek için öneriler getirmezsek onun değirmenine su taşımış oluruz. Olası bir erken seçimde hayır üzerinden değil, evet üzerinden kampanya yürütürüz.”

Fazla söze gerek yok herhalde. İdealist filozoflara taş çıkartan bir tutum olduğu açık.

Bu meselenin tartışıldığı düzlem ise erken seçim düzlemi. Öncesinde CHP’nin dokunulmazlıkların kaldırılması oylamasından aldığı tutum üzerinden hayal kırıklıkları olduğunu dile getiren Demirtaş’ın CHP’yi anlayıp anlamadığını ya da siyaset yaptığı için bu söylemleri geliştirmek zorunda olduğu için bunları söyleyip söylemediğini tabii ki bilemiyoruz. Ancak dokunulmazlıklar bahsinde önce AKP içerisinde yarılma bekleyenler, devamında CHP aracılığı ile dokunulmazlıkların kaldırılmasının engellenmesini bekleyenler yanıldı. Demirtaş da yanılanlar kervanında bulunmak yerine hayal kırıklığı yaşayanlar arasında yer aldığını ifade ediyor.

Bununla birlikte dokunulmazlıkların kaldırılması ile faşizme tamamen geçildiğinin ve dikta rejiminin kurulduğunun ifade edilmesi, öncesinde bahsedilen başkanlığın engellendiği söylemi ile çelişiyor. “Başkanlık olmayacak partili cumhurbaşkanlığı olacak” denmesi bunu anlayabilmemiz için yeterli veri sunmamaktadır. Çünkü partili cumhurbaşkanlığı başkanlık sistemine alternatif değil, onun yolunu açmak için ortaya atılmış bir proje olarak görünmektedir.

Bu noktada satır arasından çıkartabildiklerimiz arasına, önümüzdeki dönem olası referandum süreçlerinde HDP’nin pozisyon değiştirme ihtimallerini de eklememiz gerekmektedir. HDP açısından Türkiyelileşme dönemi kapanmıştır. Kürt siyasi hareketinin şiddeti yükselttiği bir uğrakta HDP’nin Türkiye partisi olmaya çalışmak yerine, bütün Kürtlerin partisi olma misyonuna dönmesi ihtimaller dahilindedir. Bunun seçim süreçlerindeki karşılığı ise olası referandumda boykot, olası genel seçimlerde ise düşük profildir.

Bunun dışındaki bir ihtimalse, CHP içerisindeki yeniden yapılanma süreçleri ile birlikte CHP ile HDP arasındaki yan yana geliş stratejilerinin ve arayışlarının güncellenmesi olacaktır. HDP’nin yeniden yapılanmaya da tabi tutulduğu, CHP içerisinden bir dönüşümün hayata geçtiği böylesi bir uğrak, Türkiye’de solun sosyalizm dışındaki reformist / liberal tezahürlerinin gündeme gelmesi olur. Nasıl ki 7 Haziran ve 1 Kasım dönemlerinde Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerinden sol kesimler düzen siyasetine doğru yöneldiler ve buradan arayışlara girdilerse, bunun farklı bir düzlemde olması beklenmelidir.

Demirtaş röportajında ikisine de kapı açan ifadeler olmakla birlikte, iki kurgunun da Türkiye emekçilerinin kurtuluş mücadelesinde ilerletici bir yanı bulunmamaktadır.

Yeniden çözüm süreci beklentisi mi?

Kürt siyasi hareketinin ya da tersinden çözüm ya da müzakere sürecine dair güncel bir beklentisi olmadığı açık. Bununla birlikte bu zeminlerin Ortadoğu’daki siyasi gelişmeler ile yakından ilişkisi olduğunu ifade etmek gerekir.

Rojava’da PYD’nin yerleştiği pozisyonun kaba hatlarıyla AKP iktidarının işini zorlaştırdığı söylense de, bununla birlikte PYD’nin daha fazla Amerikancı bir çizgiye yerleştiğini ifade etmek ve işin bu veçhesini ele almak gerektiğini ortaya koymak gerekmektedir. Çünkü son tahlilde, PKK’nin siyaset yaparken ya da eylemlerini belirlerken dikkate aldığı en önemli parametre Rojava’daki Kürt statüsünün korunması olduğu açıktır. Türkiye içerisinde yaşanan gelişmeleri de buna paralel bir şekilde ele almak gerekmektedir.

Bugün Türkiye’de siyasetin belli bir noktasına yerleşmiş olan HDP ve başkanı Selahattin Demirtaş bu gündemlerin yarattığu sıkışmayı aşamamışlardır. Kürt siyasi hareketinin hendek siyaseti ile devletin Kürt illerine uyguladığı şiddet arasındaki pozisyonunu şu şekilde ifade etmekte, gelecekte de aşabileceğine dair ortaya bir inisiyatif koyabileceğinin işaretini vermemektedir:

–        Yeterince başarılı olsaydık, savaşı durdurmuş olurduk” sözünüz eşliğinde soralım: İğneyi kendinize hangi kısımdan batırıyorsunuz?

Savaş devam ediyorsa siyasetin başarısızlığıdır. İktidardaki birinci derecede yetkili olanlardan önce en başta kendimi suçlar, kendimi sorgularım. Biz daha gür sesle, daha örgütlü, daha ciddi çıkışlar yapabilirdik. Şunu söylemeliyim; elimde ne imkan varsa, hepsini sonuna kadar kullandım. Bu kadardı ama. Keşke daha hazırlıklı bir parti, daha örgütlü, disiplinli ve bu süreci daha iyi anlayabilen kadrolarla o döneme giriş yapabilmiş olsaydık. Daha etkili olabilirdik. Ama benim elimde olan güç buydu. “Bir birim daha gücün vardı kullanmadın” diyeni kabul etmem. “Sen elinden geleni yaptın ama yine de sorumlusun” diyeni kabul ederim. Erdoğan ya da Davutoğlu gibi savaş kararını veren siyasetçi değilim ben. PKK’nin karar alma mekanizmalarında olan da ben değilim. Ama yine de tüm bunların içerisinde kendimi sorumlu görürüm. AKP gibi ucuz savaş çığırtkanlığına sığınacak bir siyasetçi değilim. Ama öyle ama böyle sorumluluğum var.

 Şimdi 7 Haziran’a dönecek olsanız, neyi daha farklı yaparsınız?

HDP, henüz teşkilatlanması tamamlanmış, seçime yetişmek için birçok teşkilatını aslında kağıt üzerinde oluşturmuş bir partiydi. Tam teşkilatlı, örgütlü bir yapıya dönüşemeden bu kez 1 Kasım seçimlerine girdik. Arkamızda harekete geçirebileceğimiz devasa bir halk vardı ama biz onları HDP’de örgütleyememiştik. Ki savaş başladı. Daha hazırlıklı, birçok il ve ilçede daha örgütlü olabilseydik savaşa karşı çok daha etkili olabilirdik. Hazırlıksızdık. 7 Haziran’a dönecek olsaydınız, dediniz, kongrelerimizi çok daha hızlı yapmalıydık. Partiyi çok daha hızlı bir şekilde sert süreçleri durdurabilecek şekilde konumlandırabilirdik. Seçime odaklanmaktan çok, örneğin iki ay içinde tüm ilçe kongrelerini bitirip her yerde büyük barış eylemleri, barış yürüyüşleri yapabilirdik. O zaman hem PKK’ye hem AKP’ye çok daha net mesajlar vermiş olurduk. Bunu kısmen denedik. Arşivlerde mevcut; eylül ve ekim aylarında şu anda sokağa çıkma yasaklarının olduğu tüm ilçeleri gezdik. Her yerde “Hendekleri kapatın, çatışma hemen dursun, silah kullanmayın, ölmeyin, öldürmeyin, birlikte yaşayacağız. Bizleri seçtiniz. İnanın, bırakın siyaset konuşsun” dedim, dedik. AKP zaten bu mesajları görmedi, keza merkez medya da işlemedi. Hesaplarına gelmedi. Bu söylemle 10 civarında miting yaptık, hiçbirinde oy istemedim. O gençlere mesaj verdim. Ama yetmedi, olanları durdurmaya yetmedi.”

Dikkat edileceği üzere, hendek siyaseti ve devlet şiddeti karşısında nötr bir pozisyonda kalmayı tercih eden Demirtaş, “ne yapalım PKK’ye biz söz geçiremiyoruz” noktasının ötesine geçemiyor.

Röportajın farklı yerlerinde AKP içindeki odaklardan beklenti içerisinde olan, CHP’den kurumsal olarak umut kesip demokrat milletvekillerine dönük arayışı devam eden, TÜSİAD ile görüşmesini meşru bir şekilde ifade eden Demirtaş, Sadullah Ergin’in 2012 yılında yaşanan ölüm oruçlarını durdurulması esnasında yaptıklarnı övüyor. Ancak, hatılarlanacağı üzere o günlerde yaşanan ölüm oruçları ülke gündemine oturmuş, büyük ihtimalle Kürt siyasi hareketi ile devlet arasında bir mesai yürümüş ve eylem en sonunda Abdullah Öcalan’ın talimatı ile sona ermiştir. Dolayısıyla ortada Sadullah Ergin’in bireysel inisiyatifinden bahsetmek abestir.

Son olarak, röportajın genelinden büyük, güçlü ve köşe taşları netleşmiş bir gelecek kurgusu çıkmadığı kesin. Ülkede herkesin “duygusal kopuştan” bahsettiği ancak emekçilerin birliği konusunda adımların en az atıldığı bir dönemden geçmekteyiz.

“Seni başkan yaptırmayacağız” diyerek umutları kendi bünyesinde toplamaya çalışan, geçmişte AKP ile çözüm arayışında görev alan ve bugünden bakıldığında dökülen kanı “durduramıyoruz” diyen Selahattin Demirtaş röportajını şu cümleler ile bitiriyor:

“Evet, bize çok büyük umutlar bağladılar. Umuda ihtiyaç vardı, haklılar. Ve bu umudun büyümesi gerekiyordu, haklılar. Bu yapılamadığı için bunu sorgulamak ve eleştirmekte de haklılar. O halde bunu yeniden nasıl toparlayabiliriz diye dayanışma içinde olmalıyız. 60, 70 kuşağının devrim hayalleri ile Türkiye’deki ileri demokrasi kuşağının hayalleri birleşti. Birlikte aydınlık bir Türkiye hayalleri birleşti. Bu insanların heyecanları da bitmiş değil. Buna doğru yürürken, evet tökezledik. Hep birlikte ele ele verip madem diktatörü durdurduk, yeniden çok daha büyük bir başarı ile çıkarız.”

Söylemsel kısımları geçelim. HDP’nin önümüzdeki dönem yeniden Tayyip Erdoğan’dan kurtuluş yolu olarak için toplumun önüne çıkartılması ihtimaller dahilindedir. Türkiye’de sosyalist hareketin bu duruma hazırlıklı olması, sosyal demokrasinin, radikal demokrat çizgilerin ve bilumum reformist  konumlanışların değil gerçek bir sol hattın Türk ve Kürt emekçilerini birleştireceğine inanması gerekmektedir.