Solun strateji arayışı: "Demokratik Cephe" tartışmaları
Haluk Mutlu yazdı: Türkiye solunun strateji tartışması...
Haluk Mutlu
Katliam haberleriyle yatıp katliam bilançolarını izleyerek güne başladığımız karanlık günlerden geçiyoruz. 14 Temmuz 2016 tarihinde Fransa’da bir Bastille Baskını anmasında yaşanan akıl almaz katliam gericiliğin dünyada ve ülkemizde hedef aldığı değerleri bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Böyle bir ortamda herkesin aklında tek bir soru var: Bu karanlıktan nasıl çıkacağız?
Haziran Direnişinden bu yana çeşitli cephe deneyimlerini arkasında bırakan Türkiye solu da şimdilerde yoğun bir biçimde strateji tartışıyor. Özünü “en geniş birliğin” nasıl kurulacağı sorusuna verilen yanıtların oluşturduğu bu tartışmada yanıtlar zaman zaman değişse de bir tür demokratik birlik cephesinin inşa edilmesi düşüncesi sıklıkla tekrarlanıyor. Demokratik cephe önerilerinin kimi yorumlarında çeşitli akımlardan toplumsal hareketler, kimilerinde etnik/ulusal bir hareket olarak Kürt hareketi, kimilerinde ise 80 öncesi sosyalist devrim-milli demokratik devrim tartışmalarını hatırlatacak şekilde “ulusal” sınıf ittifakları ön plana çıkarılıyor. Troyka ile yaptığı anlaşmaya kadar ÖDP, HDP ve hatta Vatan Partisi gibi çeşitli partiler tarafından paylaşılamayan SYRIZA ve İspanya’daki benzeri Podemos gibi “çatı” partileri ise bu tartışmanın güncel örneklerini oluşturuyor.
Solun strateji tartışmasına ihtiyaç duyduğu, o veya bu biçimde sol ile ilişkilenen insanların “ne yapmalı?” sorusunu daha yüksek sesle dile getirmeye başladığı bir dönemdeyiz. Yapılan panellerde, düzenlenen siyasi etkinliklerde katılımcıların tespitleri geçip çözüm önerileri talep etmesi bu durumun en açık göstergelerinden biri. Demokratik cephe önerisi ise verilen en kolay ve en rahatlatıcı yanıt. Sanki hepimizin içten içe doğru cevap olduğunu bildiği ama her nedense unuttuğu, duyunca “işte bu!” dediği sihirli bir sözcük gibi “ne yapmalı?” sorusunun sorulduğu her ortamda karşımıza çıkıyor.
Peki “demokrasi cephesi” gerçekten de aradığımız sihirli formül mü?
Kim, ne öneriyor?
Biri Demokratik Birlik Grubu (DBG), diğeri TTB, KESK, TMMOB ve DİSK tarafından yapılan iki demokratik cephe çağrısı bulunuyor. Her iki girişim de demokratik cephe çağrılarını aynı gün içerisinde, 28 Haziran 2016 tarihinde yaptı ve her iki çağrı da aynı rotayı işaret ediyor. Bu önerinin dışındaki birlik önerileri, örneğin Birleşik Haziran Hareketi ve yer yer MDD tezlerine göz kırpan çeşitli cumhuriyetçi cephe önerileri demokratik cephe önerisi ile kimi kesişim noktalarına sahip olmakla beraber başka bir yazının konusu olarak bu yazının kapsamının dışında tutulacaklar.
Aralarında Ufuk Uras ve Binnaz Toprak gibi isimlerin de bulunduğu Demokratik Birlik Grubu ile sendika ve meslek örgütlerinin demokratik cephe önerisine baktığımızda şu noktaların ön plana çıktığını görüyoruz:
- Faşizme/diktatörlüğe karşı demokrasi,
- Yüzeysel bir emek vurgusuyla birlikte sınıflar üstü ittifak,
- Sivil toplum olarak ele alınan derneklerin, toplumsal hareketlerin ve inanç topluluklarının önemi,
- “İşçi sınıfının yokluğunda” aranan dinamik özne olarak Kürt hareketi (PKK liderlerinden Mustafa Karasu’nun “demokrasi bloğu” çağrısıyla da paralel bir durum),
- AKP’ye karşı olan her kesimin en geniş birliği.
Demokrasi cephesi fikrinin Yunanistan’daki iktidar partisi SYRIZA ile olan fikir akrabalığını düşünerek öncelikle bu partinin macerasını gözden geçirelim ve bu önerinin sorunlarını bu deneyimin ışığında tartışalım.
Yunanistan’da ne oldu?
SYRIZA lideri AleksisÇipras komünist siyaset geleneğinden gelen bir isim. 1980’lerde Yunanistan Komünist Gençliği üyesi olan Çipras, Yunanistan Komünist Partisi’nin (KKE) sol, toplumsal hareketler ve ekolojistler arasında kurulan bir ittifak hareketi olan Synaspismos’tan 1991 yılında ayrılmasıyla birlikte Synaspismos’ta kalmayı tercih ediyor. 1991 yılında partileşen Synaspismos ve çeşitli sol partiler arasında 2004 yılında önce yine bir ittifak hareketi olarak kurulan SYRIZA (Radikal Sol Koalisyon) 2012 yılında partileşiyor. Parlamentonun yaşadığı cumhurbaşkanı krizi sonrasında 2015’te yapılan bir erken seçimde kemer sıkma politikalarına karşı duran siyasi ve ekonomik söylemiyle %36 oy alan SYRIZA, milliyetçi muhafazakâr bir parti olan Bağımsız Yunanlar (ANEL) ile koalisyon kuruyor ve böylece Çipras Yunanistan Başbakanı oluyor.
En başından itibaren sosyalistlerin, ekolojistlerin ve toplumsal hareketlerin demokratik cephesi olarak kurgulanan SYRIZA’nın duruşu ilk başta kemer sıkma politikalarına karşıtlık ve borç krizinin bütün sorumluluğunun Yunan halkının omuzlarına bırakılmasına duyulan tepki tarafından belirleniyor.Avrupa Birliği ve Troyka’nın (Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu) Yunanistan’ın Euro bölgesinden çıkmasından korktuğu, hatta bunun AB’den ayrılmaya kadar gidebileceğinin tartışıldığı ve SYRIZA’nın ülkemiz “demokratik solu” tarafından paylaşılamadığı günler.
Hatırlanacağı üzere SYRIZA, Troyka’nın Yunanistan’a sunduğu kurtarma paketini 5 Temmuz 2015’te referanduma götürdü. SYRIZA’nın hayır, liberal sağcı Yeni Demokrasi partisinin evet oyunu desteklediği referandumdan %69 oranla hayır oyu çıktı. Evet yanlısı olan Yeni Demokrasi lideri AntonisSamaras istifa etti ve referandumda çıkan hayır oyu üzerine Fidel Castro, AleksisÇipras’ı kutlayan bir mektup kaleme aldı.
SYRIZA’nın bizim açımızdan kritik olan dönüşümü de işte bu noktada başlıyor.
Referandumdan çıkan hayır kararına rağmen SYRIZA Üçüncü Memorandum adı verilen 86 milyar Euro değerindeki kurtarma paketini kabul etti. SYRIZA’nın bu destek karşısında verdiği/vermekte olduğu tavizleri sıralayalım:
- Katma Değer Vergisinde artış,
- Emeklilik sistemi reformu (yani emeklilik yaşının uzatılması ve şartlarının zorlaştırılması),
- Kamu harcamalarının azaltılması,
- Elektrik şebeke operatörü ADMIE`nin özelleştirilmesi ve kaynak yaratmak için başka bir dizi özelleştirme,
- İş gücü piyasasında reform ve toplu sözleşme süreçlerinin modernizasyonu, Türkçesi, işçi alma ve çıkarmanın kolaylaştırılması.
Bütün bunlara Korkut Boratav’ın notlarını da ekleyebiliriz. Boratav’a göre SYRIZA’nın imza attığı kurtarma paketi PASOK ve Yeni Demokrasi tarafından imzalanan paketler kadar ağır ve bu anlaşmaların borç yükümlülüklerini de aynen taşıyor. Ek olarak bu paket 50 milyar Euro değerinde bir özelleştirme programını ve Boratav’ın ifadesiyle “Osmanlı’nın Düyun-u Umumiyesi’ni aratabilecek yepyeni bir kurum”un Yunanistan’da oluşmasını beraberinde getiriyor.
Bir başka deyişle SYRIZA, kemer sıkma politikalarına karşı çıkmak için geldiği iktidarı emperyalizm ve Yunan sermayesi lehine kullanmıştır. Referandumu ise nihayetinde başarısız olan “daha iyi bir anlaşma sağlama”iddiasıylave rakibi Yeni Demokrasi Partisini zayıflatmak üzere değerlendirmiş, referandumdan çıkan ezici çoğunluktaki hayır oyunu yok saymıştır.Bizdeki “demokrasi cephesi” tartışmaları açısından en önemli sonuçlarından biri ise 1980’lerin sonundan günümüze taşınan bir “sol koalisyonun” sol kanadının budanarak bütünüyle teslimiyetçi bir düzen hareketine dönüşmesidir.
SYRIZA çizgisini meşrulaştırmak için öne sürülen sosyalizm, ekolojizm ve toplumsal hareket motiflerinin ise partiden ayrılarak Halkın Birliği’ni kuran ve Yunanistan’daki %3’lük seçim barajının altında kalan sol kanat ile birlikte tarihe karıştığını belirtelim. SYRIZA’dan geriye kalan tek şey ülkenin borçlarından sorumlu teknokratik ve neoliberal bir AB hükümetidir.
Türkiye’de Demokrasi Cephesi
Ülkemizde tartışılan demokrasi cephesi önerilerine baktığımızda bu önerilerin sol açısından başarısız bir girişim olan SYRIZA’nın dahi gerisine düştüğünü görebiliriz. Demokrasi cephesi önerilerinde sosyal ve iktisadi hiçbir önemli vurgu veya politika önerisi göremiyoruz. Bu açıdan demokrasi cephesinin iktidar perspektifinden uzak bir “muhalefet bloku” önerisi olduğu açıktır. Dahası, demokrasi cephesi önerisigeçtiğimiz 14 yılda AKP eliyle ülkemizde yerleştirilen ve bugün Yunanistan’da SYRIZA tarafından yürütülen neoliberal politikaları ve sermaye-iktidar ilişkisini karşısına almamaktadır.
Emperyalizmin Orta Doğu politikaları söz konusu olduğunda da demokrasi cephesi çağrıcıları sessizliklerini korumaktadır. ABD’nin Irak işgali, Suriye’nin emperyalist güçlerce paramparça edilmesi ve coğrafyamızın bir terörizm cehennemine dönüştürülmesi belli ki demokrasi cephesini ilgilendiren bir konu değil.
Kısacası demokrasi cephesi önerisi AKP’nin “daha az otoriter” olduğu ve kimlik politikaları üzerinden demokrasi dağıttığı “liberal” dönemiyle SYRIZA’nın “teslimiyetçi ama kravatsız” siyasetine duyulan sempatinin ülke muhalefetine bir model olarak dayatılmasıdır. Bu modelin arkasındaki duygu da, yine soldaki çeşitli kesimler tarafından beslenen, AKP’nin ve Erdoğan’ın “emperyalizm eliyle” iktidardan uzaklaştırılacağıbeklentisidir. Buna Kürt Hareketini Türkiye’deki tek muhalefet odağı olarak gören siyaset ve kesimlerin boynu bükük tavrını eklediğimizde ortaya solun evrensel değerlerinden özellikle uzak duran bir demokrasi güzellemesi çıkmaktadır. Bu demokrasi güzellemelerinde “ulusal” ve küresel sermaye düzeni, kapitalizm ve emperyalizm gibi kavramlar tabu sözcükler arasındadır ve şirketlerle emperyalistleri ürkütmemek temel kaygı gibi durmaktadır.
Bu modelin Türkiye’deki muhalif kesimlerin ihtiyaç ve taleplerini taşıyamayacağı, hava ve su gibi ihtiyaç duyduğumuz şeyin geçtiğimiz on yıllarda kaybedilenleri ve daha fazlasını bütün ülkemiz adına talep eden ve alan bir iktidar olduğu tespitini yapmak zorundayız. Bu hedefi de ancak cumhuriyetçi, kamucu, anti-emperyalist ve laik bir iktidar hayata geçirebilir. Türklerin, Kürtlerin, bölge halklarının ve büyük insanlığın kurtuluşu 14 Temmuz’da Nice’te kamyon tekerlekleri altında ezilmeye çalışılan eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ilkelerini hayata geçirmeyi hedefleyen sosyalist cumhuriyet çizgisiyle mümkündür.