Metal direnişinin ardından sınıfa dair notlar

Irmak Ildır, Bursa’da başlayan ve ülkenin farklı sanayi merkezlerine doğru yayılan metal direnişinin üzerinden geçen bir yılın değerlendirmesini yapıyor.

Bursa’da başlayan ve ülkenin farklı sanayi merkezlerine doğru yayılan metal direnişinin ardından bir yıl geçti. Son yıllarda biriken ve geçtiğimiz yıl metal direnişi ile pik noktasına varan işçi eylemlilikleri pek çok beklentiyi bir kenara itti. Bu beklentilerin başında işçi sınıfı hareketine dair yanılsamalar yer alıyor. Yanılsamaların büyük çoğunluğu mevcut durumun gözlemsel analizinden kaynaklanıyor olsa da, politik beklenti ve doğrultunun da Türkiye solunda bu alana dair yanlış pozisyon almasına neden oluyor.

O halde doğru tutum nasıl alınacak?

Son dönemlerin pik noktası olan metal direnişi bir ara uğrak olarak bir takım sonuçlar doğurmuş bulunuyor. Bu sonuçların başında ise sınıf mücadelesinin genel bir hareketlilik yaratması, sermaye sınıfına bir cevap üretebilmesi ortaya çıkan tepkinin sermaye sınıfının zayıf karnını oluşturup oluşturmadığı ile alakası vardır. Sınıf mücadelesinde temel nirengi noktası; ortaya çıkan hareketliliğin toplumsal alanda tutacağı yer ile alakalıdır.

Somutlamak gerekirse metal direnişinin avantajı, sektörel olarak tuttuğu yerle alakalıdır. Tutulan yerin ne olduğunu bir soru ile daha açık hale getirebiliriz. Sermaye sınıfının örgütlü, güçlü finans kaynaklarına ve medya ağına sahip olduğu bir sektörde böylesine etkili bir eylemlilik dalgası nasıl gelişebildi?

Gelişebildi; çünkü kapitalist bir toplumda krizlerin biriktiği yerlerin başında “lokomotif sektörler” gelir. Türkiye ekonomisi açısından metal sektörünün tuttuğu yer ekonominin temel çarklarından birisi olması ile alakalıdır. Dolayısıyla sömürü oranları da aynı şekilde yüksek olurken, sınıfsal tepki de zamanla birikebilmektedir. Üstelik mücadele deneyimi bakımından belli oranlarda bir birikime sahip olan metal işçisi harekete geçtiğinde ses getirebilmiştir.

Bu doğruyu görmek hareketimizin temel başlangıç noktası olacaktır.

Metal direnişinin ardından çıkartılacak ilk sonuç sınıf hareketinin işçi sınıfının bütünü tarafından ortaya konulamayacağı gerçeğini hatırlatmış olmasıdır. Eğer siyasal arenada AKP’nin, sermaye sınıfının, emperyalizmin adımları bozulacaksa güçlü bir sınıf hareketinin mayasının çalınmış olması gerekiyor. Dahası bu sınıf hareketinin doğru yerine “konuşlanmış” olmak gerekli.

Doğru yer Türkiye kapitalizminin yapısında saklıdır. Sınıf mücadelesini geliştirecek olan yer sömürü oranlarının yüksek, ekonomiyi sürükleyen sektörlerdir. Ağırlık buraya verilmeli, enerji buradan alınmalıdır.

Öte yandan, sanayi merkezlerinin giderek yaygınlaştığının ve farklı ağırlık noktaları oluşturduğunu görmek gerekiyor. Bu merkezlerin büyük bir çoğunluğunun sağcı ideolojiler tarafından kuşatılmış olması ise burada çetin bir mücadelenin verilmesi gerektiğini gösteriyor.  Buradaki kuşatılmışlığı kıracak olan ise ağırlık merkezleri belirlemekle mümkündür.

***

Bununla birlikte bir yılın ardından ortaya çıkan bir diğer sonuç ise direnişin kalıcı mevziler bırakmadıkça sermaye sınıfı tarafından izole edilebildiği ve güçsüzleştirildiğidir. Bir tek Renault işçisi bir noktada bu erimeyi kırabilmiş ve “kalıcı mevziler” elde etme konusunda adım atabilmiştir. Buradan sonrayı belirleyecek olan sınıf sendikacılığı iddiasının gerçeğe dönüşmesiyle ile alakalıdır.

Dolayısıyla metal direnişinin ardından çıkartılması gereken bir diğer sonuç ise genel hareketliliğin kalıcı mevziler elde etmesidir. Mevzileri kalıcılaştıracak olan şey; sendikal alanın soluğunu değiştirecektir.

Öte yandan bir kez daha hatırlatmak gerekiyor. Bazıları açısından bu değişim bir “yönetim” sorunu olarak görülmekte. Bu örneklerin nadide bir biçimini “lahmacuncu özyönetimciler” ortaya koyuyor. [1] Elbette doğru tespitlerin olduğunu yok sayamayacağınız bir yazıda dikkat çeken en önemli önerinin “işçi özyönetimi” olması sorunun doğru kavranamamasından kaynaklanıyor.

Evet, sendikal alanın bir “işçi sorunu” bulunuyor. Ancak bu yapıların kastlaşması, güven vermemesi, atıllığı sorunun merkezi değildir.  İşçilerin yönetime taşınması, yönetsel mekanizmaların işçi katılımına açılması “öncü parti” ilişkilenmesi ile sağlanabilir. Bir başka şekilde ifade edecek olursa sınıf hareketine net bir siyasal müdahale ve mücadele gerekiyor.

Bu müdahalenin başında sendikaların sınıf mücadelesinin aracı değil, mücadele alanı olduğu gerçeğini başa yazarak geliyor. Sendikal alanın CHP ya da HDP’nin sıçrama tahtası haline gelmesine karşı verilecek mücadele aynı zamanda bu alana dair müdahalenin de bir yoludur.

Dolayısıyla “sendika bürokratlarına” karşı verilen mücadeleden duyulan heyecanın esas kaynağı bu durumu doğuran siyasal anlayışla hesaplaşmayla olur. Eğer bu hesaplaşmada “ulusal siyaset” yapanlara karşı utangaç bir tavır alırsanız, ne yazık ki yol almanız mümkün olmaz.

Ancak biz yol alacağız.

Yolu alırken görülmesi gereken bir diğer gerçek ise benzer tutum almaya çabalayanların varlığıdır. Öte yandan pek çoklarının tutumunu zayıflatan şey; yukarıda bahsedilen hesaplaşmaya girme arzularını dağınık tezlerle süslemeleridir.

Buradaki tartışmayı fazla açmaya gerek yok; ancak hesaplarını sınıfın “değişen yapısına” yapanların bu hesaplaşma da eksikli bir yanlarının olacağını bilmeleri gerekiyor. Elbette siyasette “dün dündür, bugün bugündür” demiyorlarsa. [2]

Bizim açımızdan ise son bir yılın çıkarımları bellidir. Sınıf mücadelesinde güçlü, süreklileşmiş bir tarzın yaratılması, beslenmesi ve inat edilmesi zorunludur. Güçlü, süreklileşmiş bir tarz ise ancak sınıf siyasetini biricik hale getirmiş olanların işidir.

Bu işin ilk rengini bu 1 Mayıs’taki bir kare iyi bir şekilde vermiştir.

Emekçi bir kadının “içimizden biri” edasıyla elinde taşıdığı portreyi gösteren fotoğraf aslında bu gerçeğin sınıfın partisiyle buluşma kanallarını da göstermiştir.

Bu kararlılık mutlak metal direnişinin artçılarıyla buluşacaktır.

Bizim de tarihe düştüğümüz not bu olsun…

[1] Bu örneğin okunabilmesi için: http://baslangicdergi.org/lahmacuncu-sendikaci-ve-iscilerin-ozyonetimi/

[2] Bu konuda yakında çıkan bir yazıyı bu satırlara şimdilik dâhil etmiyorum. Öte yandan konuyu daha detaylı okumak isteyen okuyucularımız mutlaka yakın dönemde çıkan “kentli emekçiler” tezleriyle ilgilenmelidir.