Renault özelinde metal direnişi üzerine notlar
Bursa başta olmak üzere geçtiğimiz seneden bu yana işçi sınıfının en diri unsurlarında büyük bir hareketlenme yaşanıyor. İşçi sınıfının görece örgütlü ve direngen unsurlarının tasfiyesini de içeren bir karşı saldırı burjuvazi tarafından başlatıldı.
Fırat Devrim
Bursa başta olmak üzere geçtiğimiz seneden bu yana işçi sınıfının en diri unsurlarında büyük bir hareketlenme yaşanıyor. İşçi sınıfının görece örgütlü ve direngen unsurlarının tasfiyesini de içeren bir karşı saldırı burjuvazi tarafından başlatıldı. Piyasa rekabeti bahane edilerek arttırılan sömürü şartları, sarı sendikaların gemi azıya alarak açıktan patron sendikası gibi davranması, düşen ücretler derken işçiler için bıçak kemiğe çoktan dayandı. Davetleri kabulümüzdür.
Peki olaylar nasıl bu noktaya geldi?
1) İşçilerin her toplu sözleşmede işçileri patronlara peşkeş çeken Türk Metal denen patroncu sendikadan geçen seneden beri kurtulma mücadelesi geçtiğimiz sene büyük bir fiili-meşru greve dönüşmüştü. Bursa’da diğer fabrikalardaki işçiler de sanki böyle bir grevi bekliyormuş gibi kendi işyerlerinde iş bırakma eylemlerine gittiler. Patronlar o zaman direnişin daha da radikalleşmesinden korkarak geri adım atsalar da sınıf bilinçlerinin gereği olarak ortam soğuduğunda öncü işçileri derhal işten attılar.
2) Artan ağır sömürü koşulları ve buna ters orantılı olarak düşük ücretler işçiler için katlanılmaz boyuta gelmişti. Bununla birlikte toplu iş sözleşmelerinin 2017’de imzalanacak olmasıyla asgari ücrete yapılan zammın kıdemli işçilere 1 senece gecikmeli yansıyacak olması da Renault işçilerinin haklı isyanının sebeplerindendi.
3) En son olarak hükümet tarafından yapılan asgari ücretteki maaş zammının fabrikada yıllarını vermiş işçilere yansıtılmaması meselesi de bir başka huzursuzluk sebebi. Kaba bir hesapla, sendika ve tis olmayan fabrikalarda asgari ücret 300 TL yükseldiyse, 10 senedir çalışan işçinin maaşı yalnızca 100 TL yükseldi. Patronlar bu zammı toplu iş sözleşmelerine yansıtmamak için “gemileri yakan” işçilerden kurtulmak için harekete geçtiler.
Ne yapmalı?
1) İşçi sınıfının ekonomik mücadelesi yakın zamanda sönümlenmeyecek. Çünkü sömürü artıyor. Çünkü “patronlar kâr istiyor”. O yüzden gözlerin buraya çevrilmesi şart. Emek ile sermayenin bu doğrudan karşı karşıya gelişi önemsenmeli. Öte yandan unutmayalım, Bursa’da işçiler Haziran Direnişi’nin yarattığı rüzgarın etisiyle ayaklandılar. Öyle ki, Haziran’ın sloganları Renault direnişinde yeniden üretildi. Bursa’dan başlayan ayaklanma tüm Türkiye’deki sanayi kentlerine yayıldı. “Haziran hayaleti” ise hala ülkede dolaşmaya devam ediyor.
2) Bu mücadelenin siyasallaştırılması zorunlu. Komünistler burada devreye girmeli ve bu mücadelenin aslında AKP (dileyen siyasi iktidar olarak okusun) – sermaye sınıfı – sarı sendika üçgenine karşı bir mücadele olduğunu işçilere sıkılmadan anlatmalı. Bunu yaparken işçilerin birliğini zedeleyecek her türlü davranıştan uzak durulmalı. İşçiler sarı sendikaya isyan etmiş ve hatta ekonomik mücadelelerinde çok önemli deneyimler biriktirmiş olabilir, ama hala düzenin milliyetçi ve gerici kuşatmalarının etkisiyle komünistlere ve militan bir işçi sınıfı mücadelesine karşı ön yargılılar. Bu ön yargının kırılması şart. Bu da “dışarıdan izleyerek” değil, direnişin içinde aktif biçimde yer alarak mümkün.
3) Birleşik Metal-İş’in içinde bu mücadeleyi dar bir hukuk mücadelesine dönüştürmeye çalışan, işçilerin radikalliğini törpülemeye çalışan reformist anlayışla mücadele edilmeli. Renault işçileri bu mücadeleyi geçen sene birlik olarak ve fiili-meşru grevle kazandılar, bu unutulmamalı. Birleşik Metal-İş’in geçen sene yasaklanan grev kararı sonrası pasif tutumunun bir benzerini tekrarlamaması için mücadele edilmeli.
Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu’nun işçilerin eylem beklentisine karşı “uluslararası sözleşmeleri devreye sokacağız” açıklaması tam da bu pasif tutumun yansımasıdır. Sırtını kendisine güvenen binlerce işçiye dayamak ve onların mücadelesine öncülük etmek yerine ümidini patronlarla oluşturulacak bir sözde “sosyal diyalog komitesi” oluşturmaya yatıran sendikal anlayış başarısızlığa mahkumdur. Birleşik Metal-İş’in sarı sendika Türk Metal’den farkının anlaşılacağı zaman tam da şu andır. Şu an işçilerin mücadele iradesi anlamında Birleşik Metal-İş’in bile ilerisinde oldukları bilinmeli.
4) Bu mücadelenin nasıl sonuçlanacağından bağımsız olarak komünistlerin metal işçileri içinde sabırlı bir örgütlenme çalışması yürütmeleri, Bursa’daki ve Türkiye’deki her bir fabrikada, atölyede, AVM’de, plazada vs. öncü işçilerin örgütlenmesi ve orta vadede fabrikalar içinde işçi komiteleri oluşturulması, oluşturulmuşsa bu komitelerde aktif roller alınması, en gerici sendikalar içinde bile –işçileri bu gerici sendikalardan kurtarmak için çalışmalar yürütülmesi, sarı sendikaları ifşa ederek işçilerin cesaretlendirilmesi, gericiliğe karşı kadın işçilerin daha aktif roller alması çok önemli.
5) Mücadelenin başarıya ulaşması için “aşırılıklardan” da kaçınmak gene yapılması gerekenler listesinde en başa yazılmalı. Burada kastedilen fiili-meşru ve militan bir işçi mücadelesi değil, işçilerin bu mücadeleyi bugünden kazanamayacakları bir aşırılığa sürüklemesidir. Daha açık konuşursak, kızıl sendika hayalleriyle ve işçi sınıfının ilerici-demokrat sendikalarına eleştirel değil düşman bir tutum takınarak, Renault’u kazanırsak devrimi yaparız algısıyla işçilerin kazanabilecekleri mücadeleyi de kaybetmelerinin önüne geçilmeli. Kendilerinden başka herkesi reformist gören bu sol-komünist tutum mahkum edilmeli. Fiili-meşru militan mücadeleye evet, “siz hepiniz biz tek” anlayışıyla işçi sınıfını ve komünistleri yalnızlaştıran tutuma hayır denmeli. Renault’da ve diğer fabrikalarda bu mücadele hemen yarın kazanılmayacak. Uzun soluklu bir mücadele daha yeni başlıyor.
Sonuç yerine;
Elbette bütün bunları yapması söylemesi kadar kolay değil. Ancak belirtmek elzem, bu satırların yazarı dahil olmak üzere komünist işçiler bu tespitleri sadece yazmıyor, aynı zamanda yaşama da geçirmek için mücadele ediyorlar. Bu makalenin amacı da fırtınanın gözünden dışına bir deniz feneri işlevi görmesidir. Bu sefer yere sağlam basacağız, ama yavaş değil, emin adımlarla yürüyeceğiz. Zafer ise lafta değil, gerçekten direnen emekçinin olacak.