Sanat oradan ideolojisiz, özerk ve tarafsız gibi mi görünüyor ablacığım?
Sanat oradan ideolojisiz, özerk ve tarafsız gibi mi görünüyor ablacığım?
Canım ablacığım sanki bir “Lüküs Hayat”, “Keşanlı Ali Destanı”, “Bekçi Murteza”, “Zengin Mutfağı” gibi şaheserleri yazmış gibi konuşuyorsunuz.
Tarihin kör noktasındayız. “Birikim” dergisinden, “Radikal İki” solculuğundan beslendiniz, büyüdünüz, sizin gibi büyülenen “sanatçılardan” geçilmiyor ortalık. Bu arada Kadıköy, Cihangir semtinden bir hayli göç almış diyorlar. Hâsılı entelektüel pespayelik bir tefekkür halinde ve neredeyse moda halinde Moda’ya hicret eylemiş.
”Bir sarayda başka türlü düşünülür, bir kulübede başka türlü. Eğer açlık, yoksulluk yüzünden bedenin beslenmemişse ve bir şey yoksa kafanda, usunda, kalbinde de ahlak için besleyici bir şey yoktur.” Meraklısı bu sözün kime ait olduğunu bulsun.
Doğrusunu söyleyelim: Yaygın ve eblehçe bir kanıdır entelektüeller -bunların içine sanatçıları da katabilirsiniz- genellikle solla, işçi sınıfı partileriyle ve emekçi örgütleriyle onlara verdiği destekle özdeşleştirilmiştir. Pierre Bourdieu, entelektüel tavrın, işçi sınıfıyla gerçek bir dayanışmadan ziyade bir ayrıcalık durumuna ve bu duruma özgü profesyonel çıkarlara dayandığını iddia ederken hiç de haksız değildir.
Örnek olsun bir elin parmaklarını geçemeyecek kadar hangi sanatçı TEKEL işçi eylemi sırasında, Van İŞKUR İşçileri ile yan yana gelmiştir? Santral ve madenler peşkeş çekilirken aylarca sahip çıkmak için direnen Yatağan işçisinin kaygısını paylaştı? Soma katliamı için sesini bir zahmet hançeresinden çıkardı? Çıkaramaz. Yoksulların emekçilerin işçilerin onların kültürel sermayesinde hükmü yoktur çünkü.
Şaşırmamak gerekiyor. Kültürün ve sanatın bir sermaye olarak ortaya çıkması ve kültürel piyasaların gelişmesinin kaçınılmaz bir sonucudur bu.
İdeoloji dediğimiz zaman gerçeklik, bilinç, altyapı- üstyapı ilişkisi, sınıf, iktidar, hegemonya, özne-nesne gibi kavramları anladığımız gibi sanatı da bu kavramlar setine katıyoruz.
Her türlü estetik-kültürel-sanatsal tutum sayısız dolayım yoluyla egemen ideolojiyi içinde barındırırken sanat elbette bundan bağımsız değildir.
Neden olsun ki, sanat her durumda, her düzeyde ideolojik bir etkinlik;ve sanatın mallar, üretim, piyasa, sermaye, yatırım terimleriyle birlikte zikredilmesinin üzerinden yüzyıllar geçti.
Hâlâ büyüsünü bütünüyle yitirmemiş olsa da sanat artık bir yatırım alanı, sanat ürünleri ise tüketim nesneleridir bir eşyaya ve bir fetişe dönüşmüştür. Çok eski değil hatırlanırsa küresel düzeyde uluslararası sermayenin sanat üzerindeki güçlü tesiri Türkiye sanat muhitlerinde özellikle 90’lardan sonra görülmeye başlandı.
Sorulmayan ya da üzerinden atlanan soru şudur: sermaye çeteleri acaba neden kültür ve sanata yatırım yapar?
Maddi tarihsel toplumsal deneyimlerimizeek olarak kodlardan ve göstergelerdende biliyoruz ve aşinayız; sermaye iktidarının bir biçimde kültürel-sanatsal kimlikler, figürler ya da öznellikler inşa etmediğini kim söyleyebilir?
Sermaye iktidarını elinde bulunduran egemenler, salt metaların değil eş zamanlı olarak kültürün, sanatın, estetiğin yeniden ve yeniden imalâtını ve dağıtımını kontrol etmiyorlar mı?Bunu görmek için piyasa güçlerinin kültürel ve sosyal sermaye birikimine bakmak yeterli.
Günümüzde insana ait kültürel sanatsal, estetik algılama ve bilincin,çeşitli vasıtalarla başkalarına aktarılması, paylaşılarak senkronize bir şekilde çoğalmasının ideolojik bağlamlar dışında anlaşılma ihtimali yoktur ablacım.
Var mıdır ablacım?