Saray küçük kalır ya da Türkiye nereye zorlanıyor?
Kurtuluş Kılçer, Atatürk Havalimanı'ndaki saldırı sonrası durumu değerlendirdi.
Atatürk Havalimanı’nda yaşanan katliamın fotoğrafı netleşirken bu katliamın arkasındaki hesaplar da daha net olarak görülmek zorunda.
Siyaseti, tek başına Erdoğan karşıtlığına indirgeyerek bu duruş sergileyebilirsiniz, ancak netleşen fotoğrafın fonunda duranları belirsizleştiren bir Erdoğan zumlaması bilinçli bir tercih değilse, ciddi eksikliktir.
Öncelikle 14 yıllık AKP iktidarının yaşanan katliamlardan sorumluluğu tartışılmaz. ABD emperyalizmin kuyruğunda gide gide, mezhepçi dış politikayla cihatçı terörün destekçisi bizzat AKP iktidarı olmuştur. Sınırları açtın, cihatçılara kamp kurdun, Suriye’de yaralananları hastanelerde tedavi ettirdin, IŞİD adlı barbarlığın ülkemizin içine yerleşmesine neden oldun ya da göz yumdun. Ne derseniz deyin, AKP’nin Ortadoğu’da girdiği tehlikeli yolun dolaysız sonucu budur.
Ancak işi buraya bağlayıp, buradan meseleleri kavramanın eksikli yanı bulunuyor. AKP medyası, sabah akşam üzerlerindeki bu suçu atmak için “hedef Türkiye, acımasız direniş sergiliyoruz, Türkiye’ye yönelik dış güçlerin operasyonu” şeklindeki sahtekarca açıklamalarıyla yaşanan katliamın günahını IŞİD’e ve dış güçlere atarak kendisini mazlum konumuna itmesi kabul edilemez. İnandırıcı da değil.
Çünkü, Suriye’de benzer katliamlar yaşanırken, AKP, bu barbarların en büyük destekçisi idi. Suriye’de yapılınca “İslam direniyor”, Türkiye’ye yapılınca “dış güçler Türkiye’ye ayar veriyor” söylemi tam bir ikiyüzlülüktür.
Söylenen ya da ima edilen şudur: Türkiye, dış politikasında temelli bir değişime gitti, bölge ülkeleriyle (Mısır, Rusya, Suriye, İran) yeni bir cephe kurma kararı aldı, bunu bozmak için büyük güçler devreye girdi. En basitinden söylenen kabaca budur. Bu tezin bir dizi versiyonunun ve inceltilmiş halinin bir yerden sonra önemi bulunmuyor.
Öncelikle, hatırda tutulması gereken çok önemli bir olgu var: Türkiye NATO üyesidir. Bu ittifakın ya da bağımlılığın kökten değişmediği bir durumda dış politikada 180 derece bir dönüşüm kimse beklememelidir. Türkiye, dış politikasında bir revizyon gerçekleştirmeye çalışmaktadır ve bu revizyonun temelinde ise iki olgu bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Suriye ve Irak’ta ortaya çıkan tıkanma ve tıkanmanın aşılması için büyük güçlerin belli bir ağırlık kurması. Bu tabloyu “görmekte inat eden” ya da girdiği angajmanlar dolayısıyla bu tabloya dahil olamayan AKP iktidarı, Davutoğlu-Yıldırım değişimiyle bir adım atmıştır. Bu açıdan gerek İsrail ve gerekse Rusya ile Türkiye arasındaki yeniden işbirliği adımlarını, Türkiye’nin radikal dönüşümü olarak değil, ABD emperyalizminin ağırlığına bağlamak gerekir.
Bu revizyonda ikinci olgu ise Kürt sorunundaki gelişmelerdir. Ortadoğu’da yaşanan dönüşümün Türkiye iç siyaseti açısından maliyetleri büyük olmuş, bu maliyetlerin belli bir yerde tutulması ve yeni bir politik önermenin ortaya çıkması gerekiyordu. Önümüzdeki süreçte çatışma ortamının yerine yeni siyasal hamleler beklenmelidir.
Aynı zamanda AKP iktidarının son 6 yıldır girdiği Ortadoğu politikasının başarısızlığıdır bu revizyon. Ortaya çıkan sonuca katlanmak zorunda kalmıştır Türkiye ve yeni “duruma” uyum sağlamak zorundadır. Çünkü Erdoğan, bugün siyaseten sıkışmış bir profil olarak misyonunu tamamlamış bir isimdir emperyalizm açısından.
Kurulmak istenen bir dengede, Erdoğan ve AKP, emperyalizm açısından ciddi sorun haline gelmiş, “Erdoğan” emperyalist sistemde zaman zaman istenmeyen adam haline dönüşmüş, bu durum dönem dönem Erdoğan karşıtı kampanyalar, Zarrap davası, AB basıncı gibi olgularla törpülenmeye, basınç uygulanmaya, şantaj yapmaya, sopa göstermeye kadar gitmiştir.
Örneğin Cumhuriyet Gazetesi, bu gerçeği, bakın batı Erdoğan’ı istemiyor zannıyla emperyalizmin neredeyse sesi haline gelen bir garabet yayın çizgisine taşımıştır. Emperyalizm hak getire! O yüzden Saray miyopluğu, Saray’ı kuran ve Erdoğan’ı iktidar yapan güçlere dokunmadan ele alınan bir körlük yaratmıştır. Eksiklik biraz da buradadır.
Bütün bu sürecin bazı değişimleri olacaktır. Örneğin;
Angajman kuralları değişmiş, NATO’ya uyumlu hale gelmiş, artık Rus uçakları da “rahatça” uçabileceklerdir Türkiye sınırında. Buna mukabil Türk savaş uçakları da devreye girebilecektir.
Önümüzdeki süreçte Ortadoğu’da Türkiye’nin ABD’nin yanında daha fazla rol üstlenmesine kimse şaşırmamalıdır. Kaldı ki, Atatürk Havalimanı katliamından sonra emperyalist odaklar tarafından yapılan yayınların hedefi hep bu yönü göstermektedir. Korku yaratmak, Türkiye’de IŞİD saldırılarının olacağına çubuk bükmek (ya da siz tehdit ve sopa göstermek olarak algılayın) ve Türkiye’nin IŞİD karşıtı bugüne kadar sessiz kaldığı şimdi daha çok savaşması gerektiği üzerine görüşler üstü kapalı açık neredeyse bütün yabancı basın tarafından servis edilmeye başlanmıştır.
Türkiye’nin NATO üyeliğini hasır altı edip, Rusya ile yapılan anlaşmayı göklere çıkartıp, sanki Avrasya seçeneği ortaya çıkıyor gibi mangalda kül bırakmayan ulusalcıların da bu tarz manipülasyonlarına dikkatle yaklaşılmalıdır.
Erdoğan’ın miadı ne zaman dolar? ya da yeni bir pragmatizmle Erdoğan bu süreçte de “kullanılır mı”? Bunu başka bir yazının konusu olarak sonraya bırakıp burada kesmek gerek.
Atatürk Havalimanı’nda yaşanan katliamı Rusya ile yapılan anlaşmaya mesaj “kadar”, Türkiye’yi yeni bir sürece sokmak isteyenlerin işi olarak da okumak gerek.
Yaşanan katliamı kontrolsüz barbarların manyaklığına kimse vermesin. Uluslararası ilişkiler ve siyaset kontrolsüz ya da bağımsız üç beş barbar tarafından belirlenmiyor.
Bugün emperyalizmi, Saray’ı ve gericiliği topyekûn karşıya almadan bu barbarlıkla hesaplaşamayız!