‘Hepiniz oradaydınız’ ya da en çok komünistler konuşacak!
15 Temmuz sonrası oluşan tabloda komünistlere düşen sorumluluklar üzerine bir değerlendirme.
Engin Denizci
Türkiye 2 haftadır 15 Temmuz’u, dolayısıyla da arkasındaki lokomotif güç olduğu söylenen Fethullah Gülen’in örgütünü ve iç-dış bağlantılarını konuşuyor. Operasyonlar, tutuklamalar ve tasfiyelerin ardı arkası kesilmiyor. Devletin tüm aygıtları bütünüyle yeniden şekillendiriliyor.
Peki Türkiye solu bu olanları tenis maçı misali bir sağa bir sola bakıp izleyecek mi? AKP’nin hamlelerine dair bir sonraki “son dakika” haberinin ne olacağına dair tahminlerle mi geçirecek bu süreci? Böyle bir tutumun ülkeye ve halka karşı en hafif tabiriyle sorumsuzluk olacağını tereddütsüz söylemek gerekiyor. Tarihi , Türkiye’nin sosyalist iktidarı yolunda gericiliğe, Amerikancılığa ve para babalarına karşı mücadelenin tarihi olan komünistler, adını “Komünizmle Mücadele” tarihine altın harflerle yazdıran Fethullah Gülen’in hareketini sadece dönemsel çıkarları ters düştüğü için ezmeye çalışan bir başka İslamcı güce “yedirmemeli”, bu süreci iki gerici gücü tabiri caizse ‘yemek’ için kullanmalıdır.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından, darbe karşıtlığı adına haftalardır AKP ve ona el uzatan düzen partilerinin ülkede estirdiği “demokrasi” rüzgarıyla toz dumana boğulan ülkemizde komünistlerin, süreci seyretmeye mahkum edilen halkımızı bazı önemli hususlar göz önüne alarak “oyun”u bozmaya çağırması gerekiyor:
-Komünistler dışında herkesin bir biçimde yolunun kesiştiği bu gerici hareketin, bugün sadece ordu içindeki gücünü iktidara karşı kullanan örgüt olarak konuşulması hepimizin canını sıkmalı, bu ikiyüzlü tutum, sözde darbe karşıtı-özde AKP şakşakçısı kampanyaya karşı öfkeleri bilemelidir.
-AKP-Cemaat ittifakı ve kavgasını içeren 14 yıl boyunca ‘temiz’ kalmayı başaran tek özne olan komünistler, bugün kendi yarattığı canavarı kullanarak ülkeyi açık faşizme götürmeye çalışan AKP iktidarı karşısında en çok söz söyleme hakkına sahip siyasal özne olmalıdır.
-AKP’nin devlet kadrolarındaki büyük tasfiyesinde esas kriterin dincilik değil ‘FETÖ’cülük olduğu unutulmamalı, AKP’nin ‘makbul’ cemaat ve tarikatlarını bu süreçte ihya edeceği görülmelidir.
-Kendilerini diğer tüm siyasal akımlardan ayıran bir özellik uyarınca, gericilikle mücadeleyi asli görevleri olarak gören komünistler, diğer tüm tarikat ve cemaatler gibi Gülen’cilerle de mücadelesini yakın tarihteki en çarpıcı örnekleriyle bulunduğu tüm ortamlarda anlatmalıdır.
-Bugün terör örgütü ilan edilen malum hareketin adında geçen “Hizmet”in, şimdi düşman olduğu kardeşi AKP’nin temel karakterini oluşturan ilkelerle aynı olarak, bu ülkenin Amerikancı, piyasacı ve gerici dönüşümüne “hizmet” olduğu şimdi daha yüksek sesle söylenmelidir.
-Düne kadar Fethullah Gülen’in adını anarken sonunu ‘Hocaefendi’ demeden tamamlayamayanların, bugün büyük bir aymazlık ve yalancılıkla bu gericilerin devlet kadrolarına “nasıl sızdığı”nı tartışmasına müsamaha gösterilmemeli; Televizyon ekranlarında kürsülerde meydanlarda ‘darbe karşıtlığı’ nutuğu çekenlere ‘suç üstü’ yapılmalıdır.
-Sözkonusu gerici hareketin yargıdaki gücünü, ortağı olduğu AKP iktidarının tahkimi için ülkedeki muhalefet dinamiklerine karşı kullanmak üzere Ergenekon, Balyoz, KCK, Devrimci Karargah, Oda TV gibi siyasi operasyonları ve bir çok siyasi suikastı yine iktidarın bilgisi ve oluru dahilinde yaptığı, bu anlamda siyasi sorumluluğun AKP’de olduğu vurgulanmalıdır.
-Şimdi kavgaya tutuşan bu iki gerici gücün Türkiye’nin yer altı ve yerüstü kaynaklarını özelleştirme altında yağmalarken, halkın alınteri ile kurulmuş kamu kurum ve kuruluşlarını yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekerken hiç bir uyumsuzluk yaşamadığı bilinmelidir.
-Varoluş ve tutunma iksirleri “sermaye-gericilik” dengesi olan bu düşman kardeşlerin, kapitalist ekonominin devamlılığı için emekçileri sefalete, yoksulluğa ve işsizliğe mahkum eden politikalarda “voltran” oluşturduğu unutulmamalıdır.
-‘Düşman kardeşler’ arasında 2013’te ipleri koparan 17 ve 25 Aralık davalarının ciddi iddialar içeren ve hesabı sorulmasının gereken, 11 yıl boyunca sürdürdükleri “mesai arkadaşlığı” nedeniyle birbirlerinin işlediği suçları iyi bilen iki gücün kavgaya başlaması sonrası ortaya dökülen büyük bir yolsuzluk dosyası olduğu unutturulmamalı, bu suçları ortaya çıkarmak için iktidardaki çıkarlarının karşılanamaz zarara dönüşmesini bekleyen söz konusu cemaatin ikiyüzlülüğü de yine öne çıkarılmalıdır.
-11 yıl birlikte ülkeyi yönetip sonra içinden koptukları AKP ile kavganın ana konusunun iki taraf içinde ABD’ye “onu alma beni al” mesajı vermek olduğu ifşa edilmelidir.
-Tüm bu kirli sicil, ‘FETÖ’ adlı örgütün halka, sola, kimi ordu mensuplarına ve diğer muhalefet odaklarına karşı işlediği hiçbir suçta yalnız olmadığını göstermeli, operasyonların altındaki ‘AKP’ imzası ‘ihbar’ niteliği taşımalıdır.
-“Ben bu davaların savcısıyım” diyen dönemin Başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkan Erdoğan’ın bu işten “Yanıldık, Allah bizi affetsin” diyerek sıyrılamayacağı, ülkede bir halifelik kurumu olmadığına göre Allah’a değil anayasaya karşı sorumlu olduğu bilinmeli ve yol açtığı tüm mağduriyetlerin hesabı sorulmalıdır.
-Bugün ‘FETÖ’ mensubu olarak suçlanan onbinlerce kişinin daha sadece 3 yıl kadar önce AKP’nin sıkı militan üyeleri olarak çalıştıkları, bulundukları konumlarda işledikleri hukuksuzluklardan öncelikle AKP güvencesiyle korundukları unutturulmamalıdır.
-15 Temmuz darbe girişimi sonrası tutuklama sayısına bakıldığında onbinlerce kişilik sanık kadrosuna ulaşması beklenen ‘FETÖ’ davası bu haliyle sınırlı kalmamalı, bu örgütün bu noktalara gelmesine yaptığı yardım ve yataklığı ortada olan iktidar partisi de adalet önünde hesap vermeye çağrılmalıdır.
-Tüm bu hususlar göz önüne alındığında, içinde bugüne kadarki AKP liderleri ve üst düzey yöneticilerinin olmadığı hiçbir ‘FETÖ’ operasyonunun gerçekçi ve adil olmayacağı altı ve üstü çizilerek savunulmalıdır.