'Sezaryen' açıklamasına bir tepki de İstanbul Tabip Odası Başkanı'ndan
Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın geçtiğimiz günlerde yaptığı sezaryen açıklaması kadın örgütlerinin ciddi tepkisine neden olmuştu.
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı sezaryen açıklaması kadın örgütlerinin ciddi tepkisine neden olmuştu. Konu hakkında bir açıklama da İstanbul Tabip Odası Başkanı Selçuk Erez’den geldi.
Erez yaptığı açıklamada, “Türkiye’de sezaryen oranının %10’dan fazla olmasının sebebinin, Sağlık Bakanı’nın iddia ettiği gibi hekimlerin “Para için, bilgisizlikten ve işini kolaylaştırdığını düşündüğü için” değil devlete ve özel sektöre bağlı hastanelerin çoğunda geçerli olan yetersizliklerden kaynaklandığını görmüş oluruz.” dedi.
Erez’in açıklamasının tam metni şöyle;
“Sağlık Bakanı sezaryen konulu açıklamasındaki hataları düzeltmelidir!
Sağlık Bakanı Dr. Recep Akdağ, “Suni bir algı ile entelektüel ortam oluşturup ihtiyaç yokken doğum yapacak bir kadını ameliyat ederek çocuğunu tabi yoldan doğurmasını engellemek bana göre bir insanlık suçudur. Malpraktis dediğimiz kötü hekimlik uygulamasıdır” dedi.
Dünya Sağlık Örgütü’nün sezaryenin toplam doğum içinde yüzde 15-20 civarında olmasını makul gördüğüne işaret eden Akdağ, şöyle devam etti: “Eğer bir ülkede bu oranların üstünde bir sezaryen var ise bunun anlamı, bazı sağlık kuruluşları, ekipler, sezaryeni gereksiz yere yapmaktadırlar. Türkiye’de maalesef sezaryen oranları yüzde 50’nin üstüne çıkmış durumdadır. Yani Dünya Sağlık Örgütü’nün yüzde 15-20’lerde, ihtiyaç içerisinde makul gördüğü sezaryenin yüzde 50’lerin üstüne çıkmış olması aslında Türkiye’de bu meselenin bazı sağlık kuruluşları ve ekipler tarafından istismar edildiğini gösteriyor.”
Hemen şunu belirtelim: Bir ülkede sezaryen oranının %10’un üstüne çıkmış olması, meselenin “bazı sağlık kuruluşları ve ekiplerce istismar edildiği” anlamına gelmez!
Dünya Sağlık Örgütü’nün %10 oranını açıkladığı bölümler okunursa o bölümde şu bilgilerin de yer aldığı görülür:
“Sezaryen oranının % 10’u bulması, çocuk ve anne ölüm oranlarında azalma sağlamaktadır. Bu oranın %10’u aşması bu oranları azaltmamaktadır. Ancak, hesaba alınan tek unsur ölüm oranları değildir. Hesaba katılması gereken diğer unsurlar; doğumda doğum kanalında fistüllerin oluşması (barsakla dölyolu arasında oluşan geçitler), doğum asfiksisi (bebeğin ciddi boyutta oksijensiz kalması), anne-bebek arasındaki ilişkiyi etkileyecek psikososyal durumlar, anne adayının psikolojik sağlığı vb”.
Dünya Sağlık Örgütü, doğumun yol açabileceği bu olumsuzluklar hesaba katılamadığından herhangi bir ülkede sezaryen oranının ne olması gerektiğini önermediğini açıklamaktadır.
(Bkz. http://www.who.int/
Sayın Sağlık Bakanı, bu % 10 oranından, Dünya Sağlık Örgütü’nün çıkarmadığı sonuçları çıkarmakta ve sezaryen ameliyatını “Hamile kadını ameliyathaneye alıp narkoz verip karnını yarıp bebeğini çıkarmak” şeklinde tanımlayarak, şu anda gebe olan kişilerin olası doğum tarzı olan sezaryenden gebelik boyunca korkmalarına, dehşete düşmelerine yol açabilecek bir yol izlemektedir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün söz konusu açıklamasında, sezaryen seçiminde rol oynayabilecek unsurlar arasında yer alabileceğini bildirmediği ama memleketimiz için alabildiğine geçerli olan bazı nedenleri de biz açıklayalım:
1. Türkiye’nin herhangi bir hastanesinde, ilk doğumlarda yaklaşık 12 saat, ikinci ve sonraki doğumlarda diğerleri 6-8 saat süren doğumları sık sık izleyen, bazen bir kaç doğumu birden izlemek zorunda bulunan doğum uzmanları, bebek kalp sesinde ya da doğumun gidişinde bir aksama gördüklerinde, tehlikeyi gidermek için sezaryen yapmak isterler. Bu hem annenin, hem de bebeğin sağlığı için hekimin anneye önermesi gereken bir seçenektir. Doğumu gerçekleştirecek hekim gerekli gördüğünde, ülkemiz koşullarında ameliyathanelerin acilen ne sürede açılabileceğinin de hesaba katılması gerekir. Ülkemizde doğum uzmanları, ameliyathanelerin (ekibin toplanması, bir önceki ameliyatın bitirilip hazır hale getirilmesi vb. gerekliliklerle) 1 gün bazen daha uzun sürelerde hazırlanabildiğini bilirler.
Kadın doğum uzmanlarımız, yeryüzünde tüm hekimlik dalları arasında en çok arızanın (olumsuz sonuçlanmanın) doğumlarda gerçekleştiğini de bilirler.
Ve bu nedenlerle anneye ya da bebeğe ait en küçük bir olumsuzluk algıladıklarında dönülmez felaketlere sürüklenmek yerine sezaryeni tercih ederler.
Bu açıdan bakılınca Türkiye’de sezaryen oranının %10’dan fazla olmasının sebebinin, Sağlık Bakanı’nın iddia ettiği gibi hekimlerin “Para için, bilgisizlikten ve işini kolaylaştırdığını düşündüğü için” değil devlete ve özel sektöre bağlı hastanelerin çoğunda geçerli olan yetersizliklerden kaynaklandığını görmüş oluruz.
2. Anne adaylarının -kendilerine doğum ve sezaryen konusunda en ayrıntılı ve gerçek bilgi verilmiş olsa bile- normal değil sezaryenle doğurmayı yeğlediklerine de sık rastlamaktayız. İnsan haklarına saygılı bir doğum uzmanı, bakanlığın ileri sürdüğü %10 oranının sağlanması için ya da herhangi bir başka gerekçeyle anne adayını istemediği halde normal doğum yapmaya zorlayamaz. Türkiye’nin de 2003’te yürürlüğe koyduğu Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi’nde, “Biyoloji ve tıbbın uygulanmasında ayırım yapmadan herkesin bütünlüğüne ve diğer hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesini güvence altına alacakları, insanın menfaatleri ve refahının bilim veya toplumun menfaatlerinin üstünde tutulacağı” belirtilmiştir (Bkz. www.tbmm.gov.tr/
Demek ki bizim, insanların bilinçli tercihlerine saygılı olduğumuz faktörünün de hesaba katılması gerekmektedir! ‘Hastalık yoktur, hasta vardır’ ilkemiz gereği her doğumun, her anne adayının ve her bebeğin kendi özel koşullarında sadece uluslararası standartlar ve mesleğimizin etik kuralları uyarınca değerlendirileceğini yeniden hatırlatmak isteriz.
Basına ve kamuoyuna saygıyla duyururuz.
Prof.Dr. Selçuk EREZ
İstanbul Tabip Odası Başkanı”