Ülke gerçekliği: Şantiyenin gürültüsü bozkırın sesini nasıl boğdu?

Yazarımız Irmak Ildır, Birinci Cumhuriyet'ten İkinci Cumhuriyet'e geçişi, Türkiye kapitalizminin durumunu ve olası hedefleri yazdı.

90’lı yılların ikinci yarısında derinleşen siyasal krizin etkisi kültürel yaşantının üzerinde de etkiler yaratıyordu. Dünyayı sarsan neo-liberal iklimle beraber birleştiğinde bu durum etkisini arttırıyordu. Siyasal alanda yaşanan krize “rot-balans” ayarı veren restorasyonun sonucu olarak Kemalizm’in son silkinişine tanık olunurken, kuruluş yılları anlatısı yaygın bir biçimde anlatılır oldu.

Bu anlatının en seçkin örneklerinden biri TRT tarafından yapılan Kurtuluş ve Cumhuriyet dizileriydi. Oldukça özenli ve detaylı çalışmalar olarak “halkın beğenisine” sunulan bu eserlerin müzikleri de oldukça dikkat çekiciydi. Her iki filminde müziklerini besteleyen değerli besteci Muammer Sun’un “Cumhuriyet” dizisi için kullandığı etkileyici şarkılardan birinin adı “bozkırın sesi” olarak kayda geçmişti. [1]

Gerçekten de oldukça ilginç bir seçim olan isim, 1923’ün “niyetini” anlatmak açısından güzel bir seçim. Uzun yıllar boyu saltanatın debdebesi ve savurganlığı altında yaşayan Anadolu’nun bir varlık yokluk savaşının sonucunda ortaya çıkan genç Cumhuriyet, içinde geliştiği ve serpildiği “düşünce dünyasının” amaçlarını gerçekleştirmek için “bozkırın sesi” olmayı istiyordu. Ancak bu sesin nasıl olacağı ve hangi doğrultuda gelişeceği konusunda yaptığı tercihler Cumhuriyet’in kısa tarihi açısından da önemli bir yer tutuyor.

Genç Cumhuriyet’in kurucu kadroları açısından yapılan tercihler ne onların öznel niyetleriyle ilintiliydi, ne de yalnızca reel politik dünyanın güç dengeleriyle bağlantılıydı. Tercihleri belirleyen tüm bunların özel bir bileşimiydi.

Bu bileşimi oluşturan iki özellik bulunuyor. Birincisi; bu kadrolar kendisinden önce gelen 1908 devriminin içinde yetişip, serpildiler. “İlerleme” ve “düzen” ana hedefleriydi ve bu hedeflerin oluşumunu Anadolu aydınlanmasının temel motivasyon kaynağının “düzen içinden” gelişimiydi. O nedenle bir kez iktidara geldikten sonra yeni düzen çok net sınıfsal belirlenim içine girmişti. Belirlenimin sonucunda toplumun dönüşümü eğitim ve sermaye birikimine dayanan kalkınmacılık hedefleriyle hareket edildi.

Toplumsal dönüşümün yalnızca erdem, siyasal irade ve eğitimle sınırlandıran bir çerçevenin “tarihin yasalarına çarpmasına” ilk kez tanık olmuyoruz. Fransız Devrimi’nin çocukları olan Jakobenler’in öğrettiği iyi bir derstir bu insanlığa. Ancak tarihte bir olgu yaşanıp sonuçlandığında her çağda ve toplumda kesin bir sonuca neden olmuyor. Sadece kendi tortularını bırakıyor.

Genç Cumhuriyet böylesi bir tarihsel çerçeve ile çizildi ve sınıfsal yönelim ve arzuları besledi. İkinci Dünya Savaşı, Demokrat Parti iktidarı, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül… Tamamı bu çerçevenin oluşturduğu aktörlerin sahne aldığı bir “kavga alanı” sonucunda bugüne gelindi.

***

Bugün ise “yeni dönemin” çerçevesi içinde yaşıyoruz. Bu yeni dönemde 1908 devrimcilerinin hürriyet, eşitlik, kardeşlik ve meşveret (adalet) esintilerinin izine rastlayamazsınız. Yeni dönemin ana karakterinde dolaysız bir gericilik, katmerleşmiş bir sömürü ve net bir bağımlılık var. Dolayısıyla bugün çok farklı yönelimlere ve karakterlere ev sahipliği yapmaktadır Türkiye.

Bu nokta ise önemli, çünkü bugün düzenin çelişkili gibi gözüken eğilimleri aslında belirli bir çerçevenin bize sunduğu gerçeklikle alakalıdır. “Çağdaş” olarak bilinen ve zaman zaman iktidarla arası gergin bir görüntü veren sermaye kesimlerinin, TÜSİAD’ın, tüm önemli aktörleri 15 Temmuz sonrasında tek sıra dizilerek aynı söyleme sahip olmaları bugünkü düzenin gerçekliğidir.

Gene aynı şekilde Başbakan Yardımcısı ve bugünkü ekonomi politikalarının istikrarlı bir savunucusu olan Mehmet Şimşek’in Türkiye’nin ekonomik reformlar yapması gerektiğini vurgularken, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ABD başta olmak üzere büyük sermayenin tüm kesimleriyle görüştüklerini açıklaması tam da düzenin sahip olduğu politikanın anlamını ifade etmektedir. [2] Şimşek’in ifadeleri bu nedenle düzenin bugünkü aklını temsil etmektedir.

Diğer yandan, Cumhuriyet’in birincisinde olduğu gibi, ikinci olanında da açmazlar bulunuyor. Bu açmazların başında kurulmaya çalışılan toplumsal düzenin karakteriyle, bu karakterin toplumdaki yansımasından gelen farklılık geliyor. Daha açık ifade etmek gerekirse; yeni düzenin gerilimleri topluma “fazla” geliyor. Ekonomik, siyasi, ideolojik, kültürel bu sorunun kökten çözümü bulunmuyor.

Ancak tüm buna rağmen hiç bitmeyen bir şantiyenin gürültüsü ile ülkeyi boğmuş durumdalar. Her anlamda bu gürültü tüm toplumsal yaşantıyı boğarken, bu duruma tepki gösterenler de ya gürültüye alışıyor ya da mekân değiştiriyor.

***

Öte yandan, bir kesim var ki onlar için bu iki seçenekle de yaşamak olanaksız. Bunlardan birine geçtiğimiz günlerde tanık olduk. İstanbul’daki şantiyelerde onlarca benzerine tanık olduğumuz sömürü gerçekliğine işçiler “doğal refleksleri” olan grev ile cevap verdi.

Örgütlülükleri sonucu başarıya ulaşan tepki sonucu, siyasette emekçi etkisinin ne denli önemli olduğunu hatırlattı. Önümüzdeki günlerde bu örneklerin hızla çoğalması “sıtma-ölüm” ikileminin nasıl aşılacağı noktasında bir ışık tutabilir.

Bununla beraber tüm canlılığın belli bir kararlılık düzeyine erişmesi gerekiyor. Dolayısıyla bugünden sonraki esas odak noktası bu tür hareketlenmelerin siyasal bağlantısını kurmaktan geçiyor. Bağlantı noktasının yeni bir emekçi aydınlanmasından beslenmesi, siyasette “sınıf odağının” yaratılması eski deyimle tercih değil, zorunluluktur.

Şimdilik bunun mütevazi ama kararlı bir adımı için atılan 6 Kasım’da Bostancı’da yapılacak “Laiklik Buluşması” öne çıkmaktadır. Bu çıkışın mutlaka süreklileştirilmesi gerekli.
Bu gerekliliği sağlayacakların ise aklında mutlaka bozkırın sesi hatırlanmalı. Hatırlanmalı ki; bozkırın sesini boğan şantiyenin gürültüsüne karşı çarkın ve çekicin bu topraklardaki türküsünü yapabilelim.

Çarkın ve çekicin gücüyle…

Notlar:

[1] Bu şarkıyı merak edenler şuradan dinleyebilirler: https://www.youtube.com/watch?v=UaVnmCOYyjU

[2] http://www.dunya.com/ekonomi/turkiyenin-reform-disinda-bir-secenegi-yok-haberi-336213