AKP kurucusu: AKP'de kariyerin yolu Gülen'den geçerdi
AKP kurucusu emekli diplomat Yaşar Yakış bazı değerlendirmelerde bulundu.
AKP kurucularından eski Dışişleri Bakanı ve emekli diplomat Yaşar Yakış “Gülen Hareketi’ne yakın olmak, AK Parti’de siyasi kariyer yapmanın en etkili yollarından biriydi” dedi.
BirGün gazetesinden Meltem Yılmaz’ın sorularını yanıtlayan Yaşar Yakış’ın yaptığı açıklamalardan satır başları şu şekilde:
(…) Siz, 2001’de Dışişleri Bakanlığı’ndan emekli olduktan sonra, AKP’nin kurucu kadrosunda yer alarak siyasete atıldınız. Öncesinde böyle bir düşünceniz var mıydı?
Siyasete ilgi duymayan ve hiçbir siyasi ihtirası olmayan bir insanım. En son görev yerim olan Viyana’dan döndükten sonra, idealim, Akçakoca’da dedemin fındık bahçeleri arasında kendime küçük bir kulübe inşa edip 40 yıllık diplomasi hatırlarımı yazmaktı. Ben bu hayal içinde yüzerken bir gün Sayın Abdullah Gül telefon etti. Onunla Suudi Arabistan’da görev yaptığım zamandan tanışıyorduk. “Yenilikçiler hareketi olarak, biz şimdi partileşmeye karar verdik, seni de kurucu üye olarak aramıza davet etmek istiyoruz, gelir misin?” dedi. Ben de, bu birikimle onlara faydalı olabileceksem olayım diye düşündüm.
Uzun yıllar dünyanın dört bir yanında görev yaptıktan sonra siyaset.. Çevreniz nasıl karşıladı?
Ablamın kızları “Dayı, senin onların arasında ne işin var!” diye partiye katılma kararıma karşı çıkmışlardı. Rahmetli ağabeyimin karısı “Yaşar, sen o partiye girdikten sonra rahmetli ağabeyinin mezarının önünden nasıl geçeceksin?” diye imalı bir şekilde sormuştu. AKP’nin kuruluşunda yer almamda, Abdullah Gül gibi çok takdir ettiğim bir insanın olması etkendi. Gül, örnek bir devlet adamı bana göre!
Bugün “örnek devlet adamı” olarak gösterebileceğiniz başka isimler var mı?
Partide nitelikli çok insan var, ama Cumhurbaşkanımızla rekabete girdikleri takdirde o çatışmadan başarılı çıkacaklarına güvenemedikleri için kendilerini ortaya atmadıklarını sanıyorum.
Siz (AKP’den) ihraç edildiniz ancak bugün halen FETÖ’nün siyasi uzantılarına dokunulmadığı gibi bir gerçek var. Bu bir çelişki değil mi? Keza, Abdüllatif Şener ile yaptığım söyleşide, Şener, “AKP’de FETÖ’ye bulaşmayan bir tek ben varım” demişti.
Sayın Şener’in gözlemine katılıyorum. Hatırladığım kadarıyla, Gülen Hareketi’ne yakın olmak AK Parti’de siyasi kariyer yapmanın en etkili yollarından biriydi. Şu anda partinin üst kademelerinde bulunan arkadaşlarımızın vaktiyle Fetullah Gülen hakkında nasıl samimi, heyecanlı ve duygulu övgüler yaptıkları, halen sosyal paylaşım sitelerinde dolaşan sayısız kliplerden görülmektedir.
Belli bir tarihe kadar Gülen Hareketi’nin şimdi şikâyet edilen türden eylemlere bulaştığını bilmiyorduk demenin bir mantığı var. Fakat bunu hangi tarihte öğrendikleri konusunda bir milat ihdas edilecekse, bu tarihin 25 Ağustos 2004 olması gerekir. Çünkü o tarihte yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında, “Fetullah Gülen Grubu’nun faaliyetlerine karşı alınması gereken önlemler” başlığıyla alınan kararda, “ağır yaptırımlar için eylem planı hazırlanmalıdır” ibaresi yer almaktadır. FETÖ’nün siyasi uzantılarına ileride dokunulabileceği ve şimdilik dere geçerken at değiştirmemek için ihtiyatlı davranıldığı kanaatindeyim. Ancak dokunulduğu zaman da dokunanlara zarar vermeyecek şekilde seçici davranılması ihtimali vardır. Bunu da doğal bir kendini koruma içgüdüsü olarak görmemiz gerekir.
Suriye meselesine gelirsek… Ankara’nın Şam ile yakın zamanda masaya oturacağı şeklinde iddialar var. Siz bunu bir iddia değil, bir temenni olarak en başından beri dile getiriyorsunuz, değil mi?
Evet, ben bunu bir temenni olarak 2011 sonundan beri savunuyorum. Türkiye’nin çıkarları Suriye ile anlaşmaktır. Suriye rejimi ve Kuzey Suriye’deki Kürtlerle, üçümüz bir araya gelmeliyiz. Zira dünyanın bu bölgesi bizlere ait. ABD ve Rusya er veya geç bu bölgeden çekileceklerdir. Esasen bundan birkaç yıl önce böyle bir anlayış oluşmuştu. Salih Müslim’in Türkiye’ye davet edilmesi bu değerlendirmenin sonucuydu. Ancak Salih Müslim’den “sen git Beşar Esad’a savaş ilan et, biz senin arkanda duracağız” şeklinde bir şey istendiğinde, Müslim Suriye’deki iç dengeleri bizden daha iyi bildiği için bu teklifi kabul etmedi. Türkiye’nin bir başka hatası da, Türkiye’nin Suriye rejimiyle iletişim kanallarını kapatması oldu. Şayet Şam’daki Büyükelçimiz ve Halep’teki Başkonsolosumuz yerinde dursaydı, Esad’a doğru olan şeyleri anlatma imkânını da elimizde tutmuş olurduk. Sonuçta er geç arazideki gerçekler kendini kabul ettirecekti. Nitekim yavaş yavaş o noktaya geliyoruz.