Ama adamlar yol yaptı
Gazi Can yazdı: Sınıfsal mücadele hattından uzak kalanlar, AKP’nin ardında bırakacağı gericileşmiş toplumsal formasyondaki egemen ideolojinin boyunduruğu altında kalacaktır.
Günlük politik sohbetlerin belki de en çok tekrarlanan sözü oldu “ama canım adamlar yol yaptı” cümlesi. Bu sohbet muhalifler arasında geçiyorsa elbette karşıt söylemin basitliğini, anlamazlığını, aymazlığını da “alaya” alan bir içerik kazanmakta. Bu cümlecik aynı anlama gelmekle birlikte farklı kelime dizilimleriyle, iktidarı sahiplenenler için olumsallık atfedilerek sarf edilebilmektedir de. Bunda da aslında pek şaşılacak bir şey yok.
Şaşılacak değil de üzerinde düşünülmesi gereken durum, bu veciz sözü “ben aslında AKP’nin ayrımcı, ikileştirici, hatta batı tarzı (modern demiyorum) yaşamımız üzerindeki kısıtlayıcı politikalarına karşıyım ama ülkeye ‘zenginlik ve kalkınma’ getirdi” bağlamında, yiğidi öldürüp hakkını verme şeklinde de kullanılabilmesi. Bu yaklaşım, işçi sınıfının içerisinde olabildiği gibi ağırlıklı olarak küçük burjuvazi içerisinden gözlemlenebilmekte.
Bu elbette basit bir yanılsamanın sonucu, kimi ufak sınıfsal çıkarların yansıması gibi değerlendirilebilir.
Ancak her geçen gün AKP iktidarınca tonlaması artırılan dinci-gerici hamleler, bununla birlikte bunların yansıması olarak toplumsal alanda hissedilirliği gittikçe artan uygulamalar, durum ve olgular karşısında da benzer söylem ve yaklaşımların gündelik hayatta üretilir olması başka türlü değerlendirilmeyi hak etmekte.
Kadınların etek boylarına, şortlarına, rujlarının renklerine, parklarda oturuş biçimlerine karışıldığı, her iki cinsiyetin de yazın bunaltıcı havalarında “kamuya açık” alanlarda iki bira içmelerinin neredeyse bir linç kültürüyle karşılandığı ve buna benzer vukuatların her an haber olarak önümüze geldiği günlerde, toplumun seküler yaşam normlarında hayatını sürdüren kesimlerinde bile “ya aslında kısa giyinmeyi de abartmamak gerek”, “her yerde de içilmez ki canım” vb. değerlendirmelerle zihinsel süreçlerde önemsizleştirilmesi, “nerede ne giyileceğini, nasıl oturup kalkılacağını, nasıl davranılacağını bilmek lazım…” diye sürüp giden geleneksel değer ve söylemlerden de beslenen yaklaşımlarla karşılanması AKP’nin yarattığı yeni Türkiye’de egemen ideolojinin genel kabul görmeye başladığının işaretleri olarak değerlendirilebilir.
Bu değerlendirme sonuçları bakımından oldukça rahatsız edici bir geleceği işaret etmekte.
AKP karşıtı, seküler, muhalif toplumsallıklar kimilerinin beklediği ipi çekilerek giden bir AKP’nin, siyasal öznelerin en geniş cephesinin kurulmasıyla yerle yeksan olacak bir AKP’nin ya da ekonomik kriz karşısında yıkılacak olan bir AKP’nin ardında bırakacağı çok daha fazla gericileşmiş, algısal olarak da atomize edilmiş toplumsal formasyondaki egemen ideolojinin boyunduruğu altında kalacaktır.
AKP her ne kadar ihtiyaç duyduğu yeni bir resmi ideolojiyi üreterek egemen ideolojik yapılanmaya eklemleyememiş olsa da (bu onun önemli bir çıkmazı ve kendisine muhalif toplumsal kesimler karşısındaki temel zayıf karnı olsa da), egemen ideoloji içerisinde yeniden ve yeniden ürettiği dinci, muhafazakar, mukadderatcı, gelenekselci, tabiiyetci bütünlüğü işçi sınıfının çevresine kafes gibi örmüş olacaktır.
80’li ve 90’lı yılların ana ideolojik söylemleri olarak yükseltilen “özel güzeldir”, “devletin kamu yararına küçültülmesi”, “bireyin yüceltilmesi, bireyin iş bitiriciliği, girişimciliği”, “AB normlarında demokrasi” vs. karşısında sol, kamuculuğu değil özerkleştirmeyi, devletin sınıfsal karakterinin ifşası yerine ceberut Kemalist devleti, toplumculuk yerine çok kimlikliliği, burjuva demokrasinin sömürücü yüzünü göstermek yerine özgürlükçü demokrasi aranışlarına dalarak kitleler ve işçi sınıfı nazarında inandırıcılıktan yoksun bir portre çizmiş; sol toplumsal tabanda daralmış ve nihayetinde egemen ideolojik söylem içerisine hapsolmuştu.
Bu hapsolma hali toplumsal planda daha geri noktalarda, piyasa tapıcı, bireyci bir formasyonda siyasal çıkış aranışlarıyla sonuçlandı. Dilimiz varmıyor ama maalesef uzun erimli bir yenilgi dönemi yaşanmıştır.
Bugünse yine cephe aranışları, demokrasici söylemler geliştirme çabaları solu sınıfsal taleplerden ve mücadele hattından uzak tutmakta, az önce değindiğimiz manzara karşısında gelen ve gelecek olan dönem içinde güçsüz bırakmakta, daha geri mevzilere razı bir hale itmektedir.
Ya “Eylül toparlandı gitti işte / Ekim filanda gider bu gidişle…” diyecek AKP’den sonrasına baki kalacak cumhuriyet içerisinde yeni dalgalar ve siyaset arayacağız, ya da işçi sınıfı adına bugünden yarına sosyalist cumhuriyeti kurmak için siyasi ve ideolojik mücadeleyi yükseltip, üreteceğiz, akıntıya karşı kendi yelkenlerimizi şişireceğiz.
Komünistler ise ikincisini yapmakta kararlı ve iddialıdır.
[1] Turgut Uyar, “Acıyor”, Büyük Saat, YKY, İstanbul, 2002
Not: Fotoğraftaki köprüde asılı afişte “Bu köprüyü Hitler’e borçluyuz” ifadeleri yer alıyor.