Atatürkçülük tartışmaları üzerine: İkinci Cumhuriyet’in mutabakat arayışı mı?
AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Atatürk çıkışıyla, düzen siyasetinde başlayan Atatürkçülük yarışının bölgedeki denklemler ile doğrudan ilgisi bulunuyor.
Son günlerde kamuoyunda tartışılan önemli gündemlerden birisi de AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından yapılan Atatürk çıkışı. Anıtkabir’deki anma törenlerine katılan Erdoğan, Atatürk’ü sahiplenen bir konuşma yaptı.
Erdoğan’ın konuşması genel olarak gündeme oturdu ve toplumun bir dizi kesiminde farklı görüşler ortaya çıktı. Örneğin yandaş basının önemli gazetelerinden Sabah Gazetesi köşe yazarı Mahmut Övür, konuşmayı, bu adımın “yeni Türkiye’nin” “yeni normali” olarak görülmesi ve kutuplaştırıcı siyaset döneminin son bulduğunu ifade ederek destekledi ve CHP’nin bir yandan kutuplaştırıcı siyasetten şikâyet edip diğer yandan Erdoğan’ın Atatürk’ü sahiplenmesini eleştirmesine bir anlam veremediğini yazdı.
İslamcı kanattan eleştiriler
Erdoğan tarafından yapılan bu açıklama özellikle İslamcı kanattan eleştirilere maruz kaldı. Özellikle Akit Gazetesi, Yeni Asya çevresi ve Karar Gazetesi yazarlarının eleştirel yazıları peşi sıra gelmeye başladı.
Karar Gazetesi yazarlarından Hakan Albayrak, “AK Parti medyasında bir süredir ’Atatürkçülük‘ manifestoları yayımlanıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dünkü konuşması da bir ’Atatürkçülük‘ manifestosuydu. Zoraki değil bu ’Atatürkçülük‘. Gönüllü. Dahası coşkulu. Hatta militan. Baksanıza; bazı AK Parti teşkilatları ’Atatürkçülük’ün en önde gideni olduklarını göstermek için nasıl da çırpınıyor…
…..
İkna işini şimdi Erdoğan ve AK Parti hallediyor. Ben şahsen hâlâ ikna olmadım, olmuyorum, olmayacağım!” diyerek tepkisini dile getirirken, Yeni Asya Gazetesinden Kazım Güleçyüz, “AKP’nin Kemalizm tercihini yeni fark edenlere” başlıklı Atatürk karşıtı bir yazı kaleme alıp “Atatürk’ün ezanı yasakladığını, kuran kurslarını kapattığını” belirterek hem geleneksel İslamcıların eleştirilerini bir kez daha sıraladı hem de Erdoğan’ın bu açılımını karşıya aldı.
Akit Gazetesi ise herkesin bildiği gibi. 10 Kasım tarihli sayısında Atatürk’e tek bir satır ayırmazken, Atatürk’e ‘firavun’ diyen Osman Yüksel Serdengeçti’yi anarak, yine yobazlığın en büyük temsilcisi olduğunu gösterdi.
İslamcı cenahta AKP’nin bu açılımını meşrulaştırmaya çalışanlar da yok değil. Örneğin, Yeni Şafak yazarlarından Hüseyin Likoğlu Erdoğan’ın Atatürkçülük açılımının teorisini yapmaya çalışırken, yine Yeni Şafak yazarlarından Mehmet Acet “Ordu yeniden Kemalizm kontrolüne giriyor” başlıklı yazısıyla ‘tamam Atatürkçülük diyelim ama, darbeci Kemalist subayların yeniden orduya sahip olmasının önüne geçelim’ diyerek uyarısını yapma gereği duyuyor. Yeni Şafak, Sabah Gazetesi ile Akit gazetesi arasında bir yerde AKP’cilik yapmaya, daha dinci bir çizgiden AKP’ye destek olmaya devam ediyor.
Yandaş medyada dönekliğin sınırı yok
Öncelikle, AKP cenahından gelen tepkiler önemli sayılmalı… Önemli AKP’li isimlerin büyük bir kısmı bu açılımın arkasında duruyor ve asıl Atatürkçülerin kendileri olduğunu söylüyor. Erdoğan tarafından yapılan “Cumhuriyetimizi, muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkma mirasına sahip çıkarak Atatürk’ün mirasını ve hatırasını bu mirasçıların zulmünden kurtarıyoruz. Birileri çıkmış biz Atatürk’e Atatürk dedik diye bir sürü senaryolar yazıyor. Adı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ise bizim bunu ifade etmemizden daha doğal ne olabilir. Atatürk’ü ruhu faşist, söylemi Marksist çevrelere mi bırakacağız. Biz Atatürk’ü tüm yönleriyle anlayacağız ve anlatacağız, Atatürk’ü zihinsel fetişizme kurban etmeyiz. ” açıklamasını derinleştiren yeni yorumlar bizzat AKP yöneticilerinden gelmeye başladı.
AKP İstanbul milletvekili Metin Külünk “CHP ve İnönü’nün eliyle yapılmıştır bu. Hiç kompleks yapmadan geçmişimizi iyi sorgulamak zorundayız. Dindarların, asıl kafa yorması gereken süreç 1939 sonrasıdır. Otoriter laiklik devrim üzerinden devleti milletsizleştirip, Batı’nın egemenliğine terk edip, bu milleti Anadolu’ya terk edip, Ankara’yı istedikleri gibi CHP üzerinden yönetenlerin geçmiş dönemdeki uygulamalarına baktığımızda; Türkiye’deki haşhaş üretimi üzerinden 12 Mart yapılmıştır. Cumhurbaşkanımız, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ölüm yıl dönümü üzerinden Türkiye’nin normalleşmesi noktasında çok stratejik bir adım attı. Batı’nın, tüm darbelerin gerekçesi haline getirdiği Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı, CHP’nin otoriter anlayışının elinden aldı, Türkiye’nin normalleşmesi adına çok önemli bir adımı attı. Çünkü Atatürk’ün çizgisi milli istiklal çizgisidir. Tek parti şeflik döneminin çizgisi de Türkiye’yi sömürgeleştirme çizgisidir. Gazi’yi zehirledikten sonra Batı ittifakı Türkiye’yi teslim almıştır, ta ki Recep Tayyip Erdoğan’lı Türkiye’yle buluşuncaya kadar. Onun öncesinde tüm siyasi liderler tasfiye edilmiştir. Abdülaziz, Abdülhamit, Gazi Mustafa Kemal Paşa, Menderes, Özal, Erbakan, Türkeş, Muhsin Yazıcıoğlu tasfiye edilmiştir, Demirel iki arada bir derede kalmıştır.” sözleriyle AKP’nin bu açılımını “yeni Türkiye’nin normalleşme” kavramı ile açıklayarak bu açılımın daha derin bir anlamı olduğunu ifade ediyor. AKP, 1938 yılına kadar, yani Atatürk’ün ölümüne kadar, olan kısmı sahiplenerek, İnönü’nün dönemini karşısına alan bir tutum ya da strateji benimsemiş gözüküyor. Atatürk, Bayar, Menderes, Özal, Tayyip şeklinde bir sıralama yaparak, “Atatürkçülüğün sağ versiyonu” üzerinden yeni bir ideolojik yapılanmanın ipuçları verilerek AKP’nin daha yapısal bir adım attığına işaret ediliyor.
Ardından yandaş medyadan sesler gelmeye başladı. Kraldan çok kralcı olan Rasim Ozan Kütahyalı gibi bazı yandaş yazarlar “Atatürk’ü babamdan çok severim” diyecek kadar ileriye giden yazıları köşelerine taşıdı.
Solda “benzeşen” yaklaşımlar
Asıl şaşırtıcı olan ise solun bir kısmının AKP’nin bu açılımına denk gelen bir konjonktürde benzer bir Atatürk açılımı sergilemesi. Sol ve sosyalist cenahın bir kısmı yeni siyasal açılımlarını Atatürkçülük olarak belirlemiş gibi gözüküyorlar. AKP’nin açılımı ile soldaki bazı unsurların açılımı neredeyse kesişmesi gibi bir durum oluştu.
Perinçek’in “AKP benim çizgime geldi” sözünü aratır bir biçimde solun başka bölmelerinin de benzer bir yere kaymalarının üzerinde durulmaya değer.
Bu tuhaf durum bir yana, asıl üzerinde durulması gereken şaşırtıcı olgu ise, taban tabana zıt bazı sol ve sosyalist hareketlerin aynı 10 Kasım günü benzer siyasal söylemler geliştirmesi. Vatan Partisi ve Halkın Kurtuluş Partisi’nin bu konudaki görüşleri biliniyor. Ancak Toplumcu Kurtuluş Partisi’nin, Komünist Parti’nin (KP) ve Halkın Türkiye Komünist Partisi’nin (HTKP) son dönem yazdıkları da benzer bir çizgiye meyledildiğini gösteriyor.
Bütün bunlardan öte KP ve HTKP tarafından yapılan açıklamalar ve sosyal medya paylaşımları ise ortak bir siyasal doğrultuyu göstermesi açısından manidar. Türkiye solunda Vatan Partisi ve HKP’den sonra KP’nin de benzer bir yönelime girmesi, daha önce Kürt siyasi hareketi ile ittifakı savunan HTKP çevresinin de benzer bir açıklama yapması tabloyu daha da ilginç hale getiriyor. AKP’nin, toplumsal zemini ve önündeki seçim gündemi düşünüldüğünde böylesi bir adım atması daha “anlaşılırken”, sol ve sosyalist bazı partilerin benzer bir açılımı gündeme getirmesi asıl “popülizm ve pragmatizm bu” değerlendirmelerini de beraberinde getirdi.
TKP çizgisinde duruşunu koruyan Türkiye Komünist Hareketi (TKH) ise Cumhuriyet kazanımlarını ancak ve ancak sosyalist Cumhuriyet şiarıyla ileriye taşınarak yeniden kazanılabileceğini ifade ediyor.
Seçim popülizmi mi düzenin yeni mutabakatı mı?
Özellikle Sabah Gazetesi’nde çıkan bazı yazılar Erdoğan’ın yeni Atatürkçülük açılımını geçici ya da konjonktürel bir adım olarak değil, daha kalıcı ve düzen siyasetinin mutabakat ihtiyacını karşılayan bir adım olarak görülmesi gerektiğini yazmak gerekiyor. Bu anlamıyla AKP’nin Atatürk açılımını sermaye düzeninin yeni bir “ortak payda” yaratma çabası ve “yeni normal” arayışı olarak değerlendiren yorumlar daha fazla yapılmakta, özellikle Ortadoğu’daki yeni gelişmelerin Türkiye Cumhuriyeti’ni de etkilediği ve iktidarda bulunan AKP’nin de yeni bir arayışı olarak bu konunun gündeme geldiği yazılmaktadır. Zaten yaklaşık 15 yıldır iktidarda bulunan ve bir türlü yerleşmeyen AKP rejiminin yerleşmesi için sermaye düzeninin yeni mutabakatı ya da ortak paydasının Atatürkçülük olarak ortaya çıkmasının, aslında değişen bölge denklemiyle doğrudan ilgisi bulunuyor.
Sermaye düzenin son yıllardaki en büyük sorunu olan yerleşememe ve kutuplaşma gerçeği bir kez daha Atatürk üzerinden çözülmeye çalışılırken, sağından solundan bu tartışmanın daha da süreceği gözüküyor. Sol siyasette bu tartışmaya dair bazı açılımların önümüzdeki süreçte sosyalist solun haritasına etkileri beklenmeli.