Avrupa ile gerilimin etkilemediği ekonomi
18-10-2017 04:38PUSULA'da bu hafta Vasıf Çınar Türkiye ile Avrupa arasındaki gerilimin Türkiye ekonomisine yansımalarını değerlendirdi.
Vasıf Çınar
Örneğin, demokrasi ve insan hakları çağrısı yapan Almanya’ya bakalım. Yaklaşık 6 bin 500 Alman sermayeli şirket bulunan Türkiye için OHAL koşullarıyla nedeniyle ertelenen grevler konusunda herhangi somut bir itirazda bulunmadığı çok açık olarak görülmektedir.
AKP iktidarının geçtiğimiz dönem kimi Avrupa devletleri ile restleşmelerine ve siyasi krizlere dönüşen karmaşık, hatta histerik ilişkilerine tanık olduk. Siyaset alanında geçici de olsa ciddi gürültü çıkaran meselelerin, özünde nasıl bir seyir izlediğini anlamak ancak esas olana odaklanmakla mümkün görünüyor.
Meseleye esas itibari ile yaklaştığımızda tezimiz; Kapitalist emperyalist sistemde ana belirleyici unsur sermayenin dolaşımı ve sömürüden elde edilen artının, emperyalizmin merkezine aktarılabilmesi meselesidir. Başlangıçta birçok bileşeni göz ardı edecek indirgemeci bir yaklaşım olarak görülebilir ancak emperyalizmin girift ilişki ağından gerçekleri sentezlemek gibi bir niyetimiz varsa buradan başlamak doğru olacaktır.
Emperyalizmin farklı kompartımanlarında yer alan unsurları arasında ki rekabet ilişkisi, belirli ölçekte, doğasında olan gerek yayılmacılığı ve buna bağlı saldırganlığını tetikleyen süreçlerdir. Süreçlerde ki siyasi dengele, dünya savaşlarında olduğu gibi bütüncül bir reorganizasyona da neden olabilir ya da kendi doğallığı içerisinde genellikle hiyerarşiyi bozmaksızın devam da edebilir. Ayrıca tersten baktığımızda sermayeyi temsil eden siyasal iktidarın gerek emperyalist merkezlerle bağını gerekse temsil ettiği unsurlar açısından yönetebilme konforunu yani hala iktidar olup olmadığını, biraz daha açmak gerekirse yönetebilme kredibilitesini de buradan kavrayabiliriz.
AB’den en güçlü örnek: Almanya
Buraya kadar değerlendirmenin kriterini ana hatları ile ifade ettiğimize göre Avrupa Birliği’nin merkezinde duran ve Türkiye ile en yoğun sermaye ilişkisine sahip Almanya üzerinden konumuzu örnekleyerek devam edebiliriz.
İlişkilerde ki büyük gerilim görüntüsüne rağmen, sermaye hareketlerinin önemli parametreleri üzerinden yani dışalım, dışsatım ve doğrudan yatırımlar bağlamında özetleyecek olursak durum nedir?
Türkiye toplam dışsatımının yüzde 10’unu Almanya’ya yapmaktadır. Bu rakamın ne ifade ettiğini kavramak açısından Almanya’nın dünyada en çok dışalım yaptığı ikinci ülkenin Türkiye olduğunu ifade etmek yeterli olacaktır. Ancak bu rakam Almanya’nın dışalım oranında yüzde 1,3’ü oluşturmaktadır.
Türkiye Almanya ticaretinde ibre 7,5 milyar dolarla Almanya lehine. Türkiye’de 2016 yılında emekçilerin ürettiği 7,5 milyar dolarlık bir değer Almanya’ya transfer oluyor. Yani sadece ticari mallar üzerinden değerlendirdiğimizde bile emperyalizmin merkezine giden kaynak 7,5 milyar dolar.
Aklımıza bazı sorular gelebilir; son birkaç yılda yaşanan gerilimler bu sermaye ilişkilerini nasıl etkilemiştir? Bu duruma bağlı herhangi bir değişiklik var mıdır?
Almanya üzerinden devam edecek olursak genel dışalım ve dışsatım hacmi istikrarlı bir şekilde artmaya devam ediyor. İki ülke arasında ki ticaret büyürken değişen tek şey Türkiye’nin Almanya karşısında ki dış ticaret açığının hızla büyümesi. İlginç olan kısım ise dış ticaret dengesinde açının Türkiye aleyhine bozulması. Dış ticaret açığının büyümesi AKP’nin iktidara gelmesi ile hız kazanıyor ve Almanya lehine daha da artacağa benziyor.
Gerilimler gerçek kriz beklentisi değil
Açıkça görülüyor ki, Alman sermayesi açısından Türkiye çok karlı, verimli ve istikrarlı. Bu alanda Alman sermayesi açısından hiçbir sorun görünmüyor.
Uluslararası sermayenin Avrupa orijini açısından doğrudan yatırım ilişkilerine de kısaca değinecek olursak durum çok farklı değil. Şöyle ki; Türkiye’ye AKP iktidarı boyunca doğrudan sermaye yatırımı yapan birinci sırada ki ülke Hollanda. Öyle ki bu yatırım ABD’nin bile üzerinde. ABD ikinci sırada kalıyor. Türkiye’nin Hollanda ile referandum öncesi görünürde ne kadar büyük bir siyasi kriz yaşadığını hatırlamamak olanaksız. Ancak sermaye ilişkileri açısından bakıldığında Hollanda merkezli sermaye için Türkiye’nin tam bir karlılık kapısı olduğu çok açıktır.
Avrupa Birliği üyesi ülkelerden yukarıda bahsi geçen Almanya ve Hollanda’nın AKP Hükümeti ile son dönemde akılda kalan siyasi kriz meselelerini sıralayacak olursak, Türkiye’deki tutuklamalar (özellikle Büyükada tutuklamaları), Alman heyetinin İncirlik üs ziyaretinin engellenmesi, AKP’nin seçim dönemi Almanya ve Hollanda’da siyasi toplantılar yapmasına izin verilmemesi olarak sıralanabilir. Özellikle referandum öncesi büyük gürültüye neden olan seçim toplantıları krizini düşündüğümüzde fiziksel olarak mümkün olsa örneğin Hollanda ile neredeyse savaş çıkacağı düşünülebilirdi. Ancak sermaye ilişkilerinin seyri ve Türkiye’nin emperyalist merkezlere olan bağımlılığı bu durumun böyle olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Öyleyse daha net bir soru ile devam edelim. Avrupa merkezli emperyalizm ve hatta son dönemde ABD emperyalizmi AKP iktidarından ne pahasına olursa olsun kurtulmak amacında mıdır?
AKP hala kullanışlı
Bu sorunun yanıtı kadrajımızı Türkiye ölçeğinden Ortadoğu ölçeğine doğru büyüttüğümüzde daha doğru anlaşılacaktır. “Arap Baharı” ve Büyük Ortadoğu Projesi ekseninde AKP’nin de dahil olduğu Müslüman Kardeşler hareketi ve dolayısıyla ılımlı İslam olarak tarif edilen süreç Suriye ayağında ciddi bir darbe almış hatta yenilgiye uğramıştır. Buna bağlı olarak tasfiye edilmektedirler. AKP, emperyalizmin çıkarları perspektifinden bakıldığında Ortadoğu planları açısından kötü bir karneye sahip haylaz ve beceriksiz bir öğrenci olarak görülebilir, savrulmaya açık olduğu düşünülebilir.
Türkiye özelinde ise AKP tarafından inşa edilen İkinci Cumhuriyet olarak tarif ettiğimiz yeni rejimin en azından toplumsal üstyapı açısından krizlere açık olduğu görülmektedir.
Türkiye’nin iç siyasi dengeleri bağlamında ise AKP, hırpalanmış bir siyasal iktidarı temsil etmekle birlikte hala ve henüz muktedirdir. Emperyalist merkezler bağlamında bakıldığında yedeklenmesi zorunlu ancak gerek Türkiye sermayesi gerekse uluslararası sermaye açısından ciddi problemler ifade eden bir durum şu anda görünmemektedir.
Sonuç olarak özetleyecek olursak AKP uluslararası sermaye açısından terbiye edilmesi gereken, savrulmaya açık yönlerinin törpülenmesi zorunlu bir siyasal iktidar olmasına rağmen hala ve henüz işlevseldir. Bu durum sermaye açısından bakıldığında daha işlevsel bir bölgesel unsur ve daha az kırılgan bir toplumsal yapı oluşturabilecek siyasal iktidar alternatifine kadar gitgeller yaşasa da devam edecektir.
Örneğin demokrasi ve insan hakları çağrısı yapan Almanya. Yaklaşık 6.500 Alman sermayeli şirketin Türkiye’deki OHAL koşullarıyla nedeniyle ertelenen grevler konusunda herhangi somut bir itirazda bulunmadığı çok açık olarak görülmektedir.
Yazının başına dönecek olursak AKP, uluslararası büyük sermaye ve Türkiye sermayesi bağlamında birikim yaratmak ve bu birikimi dolaşıma dahil etmek açısından son derece kullanışlıdır. Yukarıda belirttiğimiz yaşanan siyasi krizler uluslararası sermaye açısından AKP’yi, iktidardan indirmeye dönük tam bir hedef haline getirmemektedir. Ancak yaşanan bu durum sermaye açısından daha istikrarlı bir ortamı yaratacak alternatif ihtiyacını da göz önünde tutmaktadır.