Bağımsız Kürdistan mı, bağımlı Kürt devletleşmesi mi?
Kamil Tekerek yazdı: Bağımsız Kürdistan mı, bağımlı Kürt devletleşmesi mi?
Bundan bir ay sonra Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) sınırları dahilinde yapılacak referandum ve Kürt devletinin kurulması gündemine dair birçok yorum yapılıyor, her cepheden değerlendirmeler geliyor.
Yalnız meseleyi Ortadoğu’daki emekçilerin kurtuluş mücadelesi ekseninden kaydırırsanız zaten çok denklemli ve çok dinamikli bir alan olan Ortadoğu’da büyük güçlerin, daha doğrusu emperyalistlerin yönelimlerini görmezden gelebilirsiniz. Bu not önemli çünkü genelde el çabukluğu ile bu mesele hasır altı edilerek sürecin tek yönlü bir değerlendirmeye tabi tutulması gündeme geliyor.
Tek yönlü değerlendirme ise yaşanan sürecin “Bağımsız Kürdistan”ın kurulması ekseninde ve referandum hakkı çerçevesinde ele alınmasıdır.
Oysa ki, şu yalın gerçeği bir kere daha ifade etmekte yarar var, o da Barzani eliyle ve 25 Eylül’de yapılması planlanan referandum aracılığıyla ortaya çıkması muhtemel Kürt devletinin bağımsız olamayacağı. Bunun tek başına Barzani’nin ya da Kürdistan Demokrat Partisi’nin işbirlikçi karakteri ile doğrudan ilgisi olduğunu söylemek ise yeterli değil. Bu söylediklerimizi çok genel kalan değerlendirmeler olarak yorumlayanlar çıkacaktır. Ama ne yazık ki hayatın gerçekleri böyle.
Öncelikle, geçmişte olduğu gibi bugün de gerçek anlamda bağımsızlıkçı bir yapının kurulması ve bunun ulus devlet biçiminde kendisini tahkim etmesi için adlı adınca sosyalist bir iktidarın zorunluluğuna işaret etmek birinci sırada yer alıyor. “Siz de her şeyi sosyalizme havale ediyorsunuz canım” diye soldan itirazlar hemen bu noktada başlayacaktır. Yeminli sosyalizm düşmanlarının, ürkek liberallerin ve sağcıların bile bizlere yöneltmediği bu eleştiriyi artık dikkate bile almak gerekmediğini söyleyelim.
Sosyalist bir iktidarın anlamı, işçi sınıfına dayanması, dolayısıyla işbirlikçi bir sınıf olan burjuvazinin (ulus) devlet yönetimindeki tüm imkanlarının budanması anlamına gelir. Bunlarla birlikte ideolojik bağımsızlık, siyasi bağımsızlık ve ekonomik bağımsızlık tesis edilir. Dolayısıyla bağımsızlık biçimsel bir olgu olarak değil, gerçek anlamda dünya üzerindeki egemen sömürü düzeni olan kapitalist-emperyalist sistemden bağımsızlaşma anlamına gelmektedir.
İşte tam da bu noktada bugün biçimsel olarak bağımsız olacağı ifade edilen Kürdistan’ın aslında özü itibariyle emperyalizme bağımlılık ilişkisi içerisinde kurulduğunu söylemek gerekiyor. Hatta tartışma artık ulusların kendi kaderini tayin hakkı tartışmasının ötesine geçmiştir çünkü emperyalizm bu alana hegemonya kurmuştur. Dolayısıyla bağımsızlık biçimsel olunca, yöntemi de, yani referandum da biçimsel oluyor. Herkes de referandumu tartışıyor. ABD de, PKK yönetimi de… Referandumun, ulusların kendi kaderini tayin hakkının en önemli aracı olduğu gibi şeyler söyleniyor. İşgal ve ABD şemsiyesi altında…
Biz tartışmanın esas kısmını altını çizmek zorundayız.
Daha önce de bu sayfalarda yer aldığı üzere özellikle 2014 yılı sonrasında Kürt siyasi hareketlerinin bütününde (öne çıkan iki akım olarak PKK ve KDP’yi not etmek gerekir) ortaya çıkan yükseliş tablosu esası itibariyle Kürt ulusalcılığında ideolojik ve siyasi bir krizin öncüllerini de içinde barındırmaktaydı. O da Kürt devletleşmesinin hangi model üzerine oturacağı idi. Bahsettiğimiz ikilem bugün Irak’ta Barzani yönetimi aracılığı ile şekillenen ABD destekli devletleşme ile Suriye’de PYD eliyle şekillenen ABD destekli kanton modeli arasında ortaya çıkmıştır. Yalnız çelişkinin emperyalizm açısından büyük bir sorun olmadığını, Kürtler (dolayısıyla bölgedeki diğer emekçi halklar) açısından ise kriz dinamikleri barındırdığını da not etmek gerekmektedir. Bu kriz dinamiklerinin çözümü de Irak’taki Kürt devletleşmesine havale edilmiş görünüyor. Eğer ki, taraflardan bir tanesi ulusal kurtuluş adına emperyalizme karşı bir direniş başlatmayacaksa (ki bu mümkün görünmüyor) Suriye ve Irak’taki iktidar modelleri belli bir süre “barış içerisinde bir arada yaşayacak”, devamında ise her türlü tarihsel karşıtlığına rağmen kaynaşacaktır. Krizin çözümündeki temel faktörün ise Kürt siyasi hareketinin Suriye’de askeri ve siyasi olarak ABD çizgisine geçmesi olduğu açıktır.
Hareket noktamız emperyalizmin yönelimleri olacaksa, dönemi 2003 Irak işgaline kadar genişletmekte herhangi bir sakınca yok. Irak’ın parçalanma dinamikleri tetiklendiği andan itibaren, bölgedeki tüm Kürt oluşumları da buna dair vaziyet almaya başlamıştı. KDP ve KYB 2004 sonrasında işbirlikçi bir devlet kurma yönelimlerini Irak yönetiminde çeşitli pozisyonlar elde ederek ve özerk bir yönetim kurarak ertelediler. Ancak bu yaşananlardan on yıl sonra Suriye’nin parçalanma dinamiklerinin tetiklenmesi ile birlikte Irak’taki Kürt oluşumları için yeniden devletleşme dinamikleri hız kazanırken, bunun emperyalist çerçeve içerisindeki yeri daha tanımlı hale gelmeye başladı. Çünkü ulusların gerçek kurtuluş olgusu olan sosyalizmin izlerin tamamen silindiği varsayılırken ve emperyalizm tarafından SSCB’den kalan son “çürük dişler”den biri olarak görülen Suriye de stabil olmayan bir duruma gelmişti.
Bu süre zarfında Irak’ta aradığını bulamayan PKK ise 1999 sonrası Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla başlattığı “Demokratik Cumhuriyet” açılımı ile Türkiye’de Kürt yoksullarının kapitalizme karşı temsil ettiği dinamiği adım adım sisteme entegre eden adımları atmaya başladı. Kürt siyasi hareketinin liberal bir eksene yerleşmesi (liberalizme kayma 1993 itibariyle başlamıştı) olarak okuyabileceğimiz bir dönemi, Türkiye’de sermaye iktidarı ile yürütülen çatışma-çözüm süreci ikiliği üzerinden devam ettiriyordu.
Kürt siyasi harektei bölgede çıkış yapabileceği dönemi ise Suriye’ye dönük emperyalist müdahalenin cihatçı terörizm tarafından başlamasından sonra buldu. Emperyalist müdahaleye direniş gösteren Esad yönetimi ile karşıtlık ilişkisi kurmayan ancak müttefiklik de geliştirmeyen PKK’nin Suriye’deki kolu olarak faaliyet gösteren PYD’nin ve askeri örgütlenmesi YPG’nin geldiği nokta ise belli. ABD ve emperyalizmin diğer aktörleri ile kurulan askeri ve siyasi işbirliği, PYD’yi Ortadoğu’da bir güç haline getirdi. Bu doğru. Ancak bunun üzerinden ABD bölgeye, özellikle Suriye’ye yerleşmek için yeni bir yol bulmuş oldu. Eğer bu doğruyu görmezden gelmeyeceksek meselenin önemini buradan kavramak durumundayız. Yoksa “demokratik konfederalizmin devletleşme yolundaki nimetlerini ve aslında bunun çok büyük bir taktik” olduğunu uzun uzun tartışmak durumunda kalacağız.
Nasıl ki bugün bağımsızlığın biçimsel olduğunu söylüyorsak, Kürt siyasi hareketinin de tarih sayfalarında kalan “anti-emperyalizminin” biçimsel ve söylemsel kaldığını ifade etmek önem taşımaktadır. Direniş kültürünü çok farklı şekillerde okuyabilirsiniz ancak halkların ve ulusların kurtuluş mücadelelerinde, anti-emperyalizmin nereye oturduğunu görmek gerekiyor. Bağımsızlıkçılığın temellerinin bu şekilde atılmasının başka yolu bulunmuyor.
Gerisi laf kalabalığı anlamına geliyor. “Referandum olur mu, olmaz mı?”, “Ertelenmeli mi, ertlenmemeli mi?”, “ABD acaba pozisyon mu değiştirecek?”, “Biz zaten istediğimiz zaman devlet kurarız, referanduma ne gerek var”, “Referanduma karşı olanlar haindir”, “Hangi Kürt bağımsızlık için yapılan referanduma karşı çıkabilir ki?”, “Ulusların kendi kaderini tayin hakkına karşı çıkmak dolayısıyla referanduma karşı çıkmak hainliktir”, “Emperyalizmle tektiksel ilişki kuruyoruz” vb… sayabileceğimiz onlarca soru ve yaklaşım son günlerde daha fazla gündeme gelmeye başladı.
Bunları geçelim. Anti-emperyalist mücadele olmadan, ulusların kurtuluş mücadelesinin başarıya ulaşamayacağı belli ve artık kanıtlanmış bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Sosyalizm hedefi olmadan kurulan ulus devletlerin bağımsız bir karakter sergilemesi mümkün değil. Örnekleri Balkanlar’da var.
Şu ana kadar İsrail’in açıktan destek verdiği Irak merkezli Kürt devletleşmesi için, “her türlü devlete karşıyız ama bu sefer desteklemek boynumuzun borcu” diyen liberaller ve “Kürdistan’a asla izin vermeyiz” diyerek Erbil’de ve Süleymaniye’de ihale kapmak için koşuşturan MHP’li ve AKP’lileri ülkemizin zenginliği olarak görmeyeceksek, Türkiye’de sol hareketin emekçi halkların gerçek kurtuluşu için anti-emperyalist mücadeleyi büyütmesinden başka çıkar yolu bulunmuyor.
Bunun bölgesel ayaklarının kurulması ise işin ikinci önemli kısmını oluşturmaktadır.
Sanıyoruz ki, gelinen noktada IŞİD ve cihatçı terörizmin arkasında kimin olduğu artık daha fazla anlaşılmıştır. Bundan birkaç yıl önce Türkiye solunda yer alıp IŞİD’e karşı mücadele adına anti-emperyalist görevler geri çekilmeli diyenler, anti-emperyalist mücadele bir tür ulusalcılıktır diye yaygara kopartanlar bugün Kürt ulusalcılığının emperyalizmin gölgesinde yeşeren iktidar ve devlet modellerine sonuna kadar destek veriyorlar.
Çelişkili mi? Onlara sorarsanız hiç değil çünkü tarihi çarpıtmak onlar için problem değildir. Ve hatta konu ne zaman bu bahislerden açılsa, konuşmaya “Molotov-Ribbentrop paktında Stalin’in ihaneti”yle başlamak ve sözü Stalingrad savunması ile Rakka’daki güncel durum arasında benzerlikler kurarak bitirmek konusunda ise üstlerine yoktur.
Gerçeklerden kopma, gerçekliğini yitirmeye ve mücadeleden kopmaya da işte böyle yol açıyor.
Kürt halkı için paradigmayı tamamen değiştirecek olan sosyalizm koşullarını yaratma cesareti ve inadı hiç bu kadar değerli olmamıştı…