Başkanlık Erdoğan’ın hırsı mı?
Kurtuluş Kılçer yazdı: Başkanlık Erdoğan'ın hırsı mı?
Amerika’nın yeni bir derdi varmış gibi sunuluyor: Trump. Yerleşik alışkanlıkların dışında işler yaptığı için bugün “özgürlükler ülkesi” ABD”nin Trump gibi bir başkana sahip olması liberaller için şaşırtıcı geliyor. Fakat tekelci kapitalizmin egemenliğiyle yönetilen emperyalist ABD tanımı yaparsanız Trump hiç de şaşırtıcı bir figür olmuyor.
Mesele nereden baktığınız ile ilgili. Trump figürü, bugüne kadar ABD’yi kıble yapıp, özgürlüğün, özgürlükçü laikliğin kalesi olarak görenler ya da “liberalizm ve demokrasi” kılıfı altına saklanarak kapitalizm savunusu yapanlar açısından bir sorun haline geliyor. Yıllardır emperyalist-kapitalist sistemi “demokrasi ve özgürlükler” kılıfıyla örtmeye çalışan liberalizm açısından Trump aykırı bir örnek gibi duruyor elbette. Yıllardır emekçiler zaten bu şekilde kandırılmadı mı?
Obama başkan olduğunda, dünyada Ilımlı İslamcılığa ya da siyasal İslamcılığa yönelik emperyalist planların üzerinin örtülmesi için Obama’nın Müslümanlığının nasıl gündeme getirildiğini unutacak değiliz. Trump aykırı vs. değildir, bizzat emperyalist ABD’de sermaye sınıfının çıkarlarını temsil eden organik bir figürdür. Sınıflar üstü bir yorum çabasına gerek yok. ABD tekellerinin çıkarlarında yaşanan farklılaşma, küreselleşme dönemi sonrası kapitalizmin girdiği krize tam bir çözüm bulunamaması bugün Trump yönetimiyle aşılmaya çalışacak.
Erdoğan farklı mı? 2001 yılında AKP kurulurken ana akım medyanın manşetlerinde Erdoğan fotoğrafları eksik olmuyordu. 2002 yılında iktidar olan AKP ile birlikte Erdoğan da Baykal eliyle Meclis’e sokulmuştu. Bugün başkanlık koltuğuna oturacak tek adam modelinin alternatifsiz figürü olarak karşımıza çıkıyor.
Başkanlık tartışmaları sadece Erdoğan’ın kişisel hırsı ile açıklanabilir mi? Erdoğan’ın başkan olmak gibi bir derdi elbette var. Ancak tarih, insanların kişisel hırsları ile değil, sınıf yasallıkları ile yazılıyor. Bugün Türkiye’de düzen bir değişim içindedir ve bu değişimin bir ayağı da Erdoğan ile kesişen bir rejim değişikliğidir.
Bu değişim yeni de değildir. 1923 Cumhuriyeti’nin yıkılışıyla birlikte gündemdedir. 2007 yılı belki bir referans, 2010 yılı bu konuda önemli bir dönemeç olarak görülebilir. AKP eliyle kurulan ancak yerleşemeyen İkinci Cumhuriyet rejimi, onca sancılardan sonra şimdi kuruluşunu tamamlamak istemektedir. Bu süreci tek başına bir kişinin hırsıyla açıklama lüksümüz olabilir mi? Türkiye önemli bir değişim geçirmektedir, bu değişim egemen sınıfın talep ve çıkarlarından bağımsız asla ele alınamaz.
Bugün sermaye sınıfı en büyük karını AKP iktidarı döneminde yapmıştır. Türkiye’de özelleştirmelerin büyük çoğunluğu AKP iktidarı dönemine aittir. Emperyalizmin Ortadoğu politikalarına mutlak uyum AKP iktidarı döneminde aranmalıdır. Sermaye sınıfı açısından çıkar farklılıkları elbette bulunabilir. Örneğin ticaret ve sanayi burjuvazisi arasında 1960 ihtilali öncesi yaşanan açı gibi. Ancak bu açının varlığı ile sermaye sınıfının bir bütün olarak çıkarı ve bir bütün olarak iktidarı temsil etmesi arasında büyük uçurumlar kimse aramamalıdır. İstanbul sermayesi Erdoğan’a karşı demek büyük bir hata. Sermaye sınıfı arasındaki “çelişkilere” bakarak Türkiye’nin kurtuluşunu mümkün olabileceğini düşünmek büyük bir saflıktır. Bu ancak ve ancak siyasal dinamiklere etkisi bağlamında ele alınabilecek bir konudur.
Bugün başkanlık, sermaye iktidarının çıkarlarına temelde ters değildir. Ancak ondan daha öte, başkanlığın, sermaye devletinin karar verici organlarının belli bir ağırlıkta mutabık kaldığı bir dönüşüm olduğunu söylemek uç bir yorum olarak görülmemeli. MHP liderinin fol yok yumurta yokken bu başlığı gündeme getirmesine dikkat edilmelidir.
Ve açıktır ki, bu dönüşüm emperyalizmin yönelimleriyle paralellik taşımaktadır. Ilımlı İslam açılımı varsa Türkiye sermaye devleti bu dönüşüme direnç olamamıştır ve bugün emperyalizmin yeni yöneliminde Türkiye sermaye devleti yerini almaya çalışmaktadır. Yürütmenin merkezileştiği ancak Meclis’deki temsiliyetin ve yerel yönetimlerin esnekleştirilmesinin daha sonra gündeme geleceği yeni bir yapılanmanın adımları bugünkü sermaye devletinin tercihlerinden birisi pekala olabilir. Bunun Ortadoğu’daki gelişmelere paralel bir durumla ilgisi de…
Bugün FETÖ ile bağı dolayısıyla bir kısmı içeride olan “sol liberaller”e bakarak değil, aynı zamanda “sağ liberalizmin” köküne kadar AKP ile içli dışlı olduğu için, bu değişimin “liberalizmle ittifak” içinde olmadığını söylemek de çok doğru değil.
Türkiye’de rejim değişikliği yaklaşık son 10 yıllık tarihimize damga vuran bir süreçle ortaya çıkmıştır. Büyük sancılar yaşanmıştır. Bugün gelinen noktada yeni rejim son noktayı koymak istiyor.
Öncelikle, bu rejim son noktayı koysa bile gerek tarihsel birikimin “yükleriyle” gerekse karşılaşacağı yeni sorunlarla asla istikrarlı bir rejim haline gelemeyecek. 90 yıllık Birinci Cumhuriyet’in istikrarlı olduğu her hangi bir zaman oldu mu ki? Söz konusu kapitalizm ise, kriz ve istikrarsızlık doğasında var, gerisi ise teferruat.
Bugün başkanlık rejimine geçiş, bu anlamıyla gericileşen sermaye devletinin çıplak diktatörlüğe geçiş isteğinden başka bir şey değildir. Bu çıplaklığın karşısına “kılıklı” bir kapitalizm ile “yetinilmesini” kimse beklememelidir.
Başkanlığa hayır demek bu açıdan sermayenin bu dönüşümüne de hayır demek anlamına gelmektedir. Bugün en önemli siyasal görevimiz emekçi halkın bu gerçekleri görmesini sağlamaktır.
1923 Cumhuriyeti’ne geri dönüş bugün gelinen aşamada – ister dış ister iç dinamikler açısından – mümkün değildir; başkanlık referandumunda hayır çıkması, Türkiye’nin ilerici yürüyüşünde önemli sayılmalıdır. Çünkü işte bu zaman, yeni bir cumhuriyet tartışması daha da önem taşıyacaktır.
Birileri “restorasyoncu” bir kanadı temsil edecek, komünistler ise yeni bir cumhuriyet diyecektir.
Referandumda her türlü sonuç olasıdır, ancak yeni bir cumhuriyet tartışması asıl şimdi açılacaktır. Ne olursa olsun…
İşte bunu örgütlemek lazım. “Hayır komitelerinden” işe başlayarak…