Abdülkadir Selvi’nin yazdıklarının çizdiklerinin ne kadarı bütünüyle AKP’ye atfedilebilir, bunu bilemeyiz. AKP içinden “sağduyulu” bir grubun sesi de olabilir. Esasen “gaz alma” işlevi gördüğü ise açık. Son yazdığı da tam böyle: “Yargıda önemli değişiklikler oluyor. Tutuklu gazeteciler ve aydınlar konusunda iklim değişiyor, normalleşme yönünde adımlar atılıyor. Şimdilik sadece bu kadarını söyleyebilirim.”*
Yargı kararlarının doğrudan yürütme tarafından alındığının yazılmasını artık kimse garipsemiyor. Yargının kararlarında bir iklim değişikliği olacaksa, örneğin bylock ile ilgili “yeni” bir karar verilecekse, kimse bunu zaten bir içtihat değişikliği olarak görmüyor. Olan, iktidarın bir kararını (uzunca bir süredir olduğu gibi) yargının ağzından söylemesidir.
Selvi’nin bu yazıyı yazdığı gün biraz gazete karıştıran, biraz internette gezinen biri gülüp geçer bu yazılanlara. Ancak yazıdaki esas noktayı da atlamamak gerekiyor: Normalleşme. İşte, sihirli kelime budur. Burjuva siyasetinde (ve soldan bazı kesimlerde) “sağduyulu” herkesin aradığı, özlemini duyduğu “şey”. Tercümesi ise, İkinci Cumhuriyet’in (artık) yerleşmesine dair beklentidir.
Memleketin bu hale gelmesinde yargı birinci dereceden sorumlu olduğundan, Selvi ve devamı herhalde bunun düzeltilmesini de yargıdan beklemektedirler. (Düzel(t)me denilenin yalnızca tutuklu olmaları yurtdışından “kötü” görülenlerin tahliye edilmesi olarak formüle edilmesini de şimdilik ihmal edelim.)
Oysa uzunca bir zamandır tamamen operasyonel bir araç ile karşı karşıyayız. Aynı zamanda bu işlevde bir süreklilik de bulunmaktadır. Aktörlerin değişmesi bu hali değiştirmemektedir. Örneğin bu dönemin önceki dönemden farkı, tabloya KHK’ların eklenmesi, olağanüstü halin kalıcılaştırılmasıdır. Parlamentonun devre dışı bırakılması ve “yasa yapma yetkisi” dâhil, yetkilerinin yürütmeye devredilmesidir.
Böyle dönemlerde, görülen her davanın kendi içinde bir önemi bulunmakla beraber, esasen davaların toplamda neye işaret ettiği, ne için işlevlendirildikleri önem kazanmaktadır. Soruşturmalar ve davalar İkinci Cumhuriyet’in yerleş(tiril)mesinde de özel bir role soyunmuşlardır:
1. Doğrudan düşüncenin cezalandırıldığı Rennan Pekünlü ve Fazıl Say davalarındaki iddialar (dini değerleri aşağılama ve türbanlı öğrencilerin eğitim hakkını engelleme iddiaları), gericiliğin siyasal ve toplumsal alana tamamıyla hâkim olma çabasında davaların nasıl önemli birer araç olduğunu göstermektedir.
2. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça davası ile hakkını arayanlara/arayacaklara doğrudan gözdağı verilmektedir. Açılan soruşturmalar ve davalar ile bir yandan hak arama kriminalize edilirken diğer yandan “tüm muhalefet” yok edilmeye çalışılmaktadır.
3. Nuriye ve Semih’in avukatlarının ve toplumsal davaları takip eden avukatların tutuklanmaları doğrudan savunmaya gözdağı vermek içindir. İktidar tarafından teslim alınamayan “savunma” bir yandan etkisiz hale getirilmek istenirken, diğer yandan avukatlar ve örgütleri iktidarın ağır saldırılarına maruz kalmaktadır.
4. Cumhuriyet Gazetesi davası, iddianamede yer alan öğelerle de birlikte değerlendirildiğinde hedefte tüm toplumun düşünce ve ifade özgürlüğü olduğu, basın özgürlüğü olduğu görülmektedir. Hedefte olan muhaliflerin siyaset yapma hakkıdır.
5. AKP uzunca bir süredir beklettiği “Haziran direnişi” ile “hesaplaşma” için uygun zamanı beklemektedir. Yürütülen bir dizi soruşturmaya “Gezi”yi ekleme çabası da bu niyeti göstermektedir.
6. “Cumhurbaşkanına hakaret” davaları geniş halk yığınlarının, muhaliflerin sindirilmesi için kullanılmaktadır. (Bir süredir sayıları azalan bu davalar CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan’a yönelik başlatılan soruşturma ile tekrar gündeme alınmıştır.)
7. Anlaşılan “hükümete darbe” suçlaması, olası her muhalif çalışmanın karşılaşabileceği bir davaya dönüşme özelliği kazanmış durumundadır. Yasanın aradığı özelliklerin var olup olmadığına dahi bakılmadan suç isnat edilmektedir.
8. Tutuklamanın herhangi yasal bir kriteri bulunmamaktadır. Uygulanan infaz sistemine kimse hâkim değildir. Cezaevlerinde yaşanan işkence ve kötü muameleler gündeme dahi girememektedir. Anneleri ile birlikte “mahkûm” olan çocuk sayısı bilinememektedir.
9. Ülkede hukuk güvenliği kalmamıştır. Esasen de soruşturmaları, yargılamaları yürüten, savcı ve hakimlerin hukuk güvenliği bulunmamaktadır.
Tüm bunların yanında, 99 hafta önce katledilen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin soruşturmasında hala bir arpa boyu yol alınamamıştır. Aslında tek bu örnek dahi yargının özel bir rol ile hareket ettiğini göstermektedir.
Belki de artık fazla söze gerek yoktur!
[*] http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/secim-hesabi-ve-yargida-iklim-degisikligi-40628323 (Erişim Tarihi: 01.11.2017)
Bu haber en son değiştirildi 5 Kasım 2017 10:29 10:29
Yenidoğan davası, duruşmanın altıncı gününde devam ediyor. Örgüt lideri olmakla suçlanan Dr. Fırat Sarı savunma…
NNA’daki habere göre “Kurtarma ekipleri, düşman savaş uçaklarının bir konut binasını hedef aldığı ve çok…
Türkiye Komünist Hareketi Tunceli İl Örgütü ,Tunceli ve Ovacık belediyelerine kayyum atanması üzerine bir açıklama…
İçişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre Tunceli Belediye Başkanı Cevdet Konak ve Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül…
Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Rusya'nın nükleer olmayan hipersonik ekipmanlarla donatılmış bir balistik füzeyi fırlatarak, Batı'ya…
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Jean-Pierre yaptığı açıklamada ne ABD'nin ne de Ukrayna'nın bölgedeki gerilimi arttırmada…